İlyada. Гомер

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İlyada - Гомер страница 16

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İlyada - Гомер

Скачать книгу

“Koca Aias’tır, Akhaların kalesi. Onun yanında Giritlilerin arasında da tanrı gibi görünen İdomeneus duruyor, etrafını da Giritli önderler sarmış. Menelaos sık sık onu evimize misafir olarak aldı, Girit’ten bizi ziyarete geldiğinde. İsmini sayabileceğim pek çok diğer Akhalıyı da görüyorum, ancak ikisi var ki hiçbir yerde bulamıyorum, at eğiticisi Kastor ve güçlü dövüşçü Polydeukes. Onlar kendi annemin evlatları ve benim de öz kardeşlerim. Ya Lakedaimon’u hiç terk etmediler ya da gemilerini getirdikleri hâlde, onlara getirdiğim utanç ve ayıp yüzünden savaşta kendilerini göstermeyecekler.”

      Bilmiyordu ki bu kahramanlar çoktan kendi toprakları Lakedaimon’da yerin altında yatıyordu.

      Bu arada haberciler kutsal yemin adaklarını getiriyorlardı; iki koyun ve bir keçi tulumu içinde şarap, toprağın hediyesi. İdaios da karma kabını ve altın kâseleri getirdi. Priamos’a gidip dedi ki, “Laomedon’un oğlu, Truvalıların ve Akhaların uluları ovaya gitmeni ve kutsal andı vermeni rica ediyorlar. Paris ve Menelaos, Helen için teke tek dövüşecekler, sonuçta o ve serveti galip gelenle beraber gidecek. Barış için kutsal yemini etmemiz gerekiyor, böylece biz Truva’da kalırken, Akhalar Argos’a, Akhaların yurduna geri dönsün.”

      Yaşlı adam bunu duyunca ürperdi, ancak yoldaşlarına atları arabaya koşmalarını söyledi ve onlar da hızlıca yerine getirdiler. Arabaya binip dizginleri ellerine aldı ve Antenor da yanına oturdu, sonra batı kapılarından ovaya doğru sürdüler. Truvalıların ve Akhaların saflarına geldiklerinde, arabadan inip ölçülü adımlarla iki ordunun ortasındaki alana ilerlediler.

      Agamemnon ve Odysseus onlarla buluşmak için ayağa kalktı. Beraberindekiler yemin adaklarını getirdiler ve şarabı karma kabında karıştırdılar, önderlerin ellerine su döktüler ve Atreusoğlu kılıcının yanında duran bıçağı çekerek koyunların başından yün kesti. Hizmetkârlar Truvalı ve Akhalı ulular arasında bu yünü pay ettiler ve Atreusoğlu ellerini kaldırdı yukarı doğru, “Zeus Baba!” diye bağırdı, “İda’yı yöneten en şanlı hükümdar ve sen ey güneş, her şeyi gören ve duyan, toprak ve ırmaklar ve de siz yeraltındaki âlemlerde yeminlerini bozanları cezalandıranlar, bu anda tanık olup koruyun ki boşa gitmesin. Eğer Paris Menelaos’u öldürürse, bırakın Helen ve bütün servetini alsın, biz gemilerimizle eve doğru giderken. Ancak eğer Menelaos Paris’i öldürürse, Truvalılar Helen’i ve bütün varlığını geri versin, bir de Akhalara üzerinde anlaşılacak bir karşılık ödesinler ki bundan sonra doğacaklara ibret olsun. Eğer ki Paris öldüğünde Priamos ve oğulları bu karşılığı vermeyi reddederlerse ben de o zaman burada kalıp işi bitirinceye kadar dövüşeceğim.”

      Konuşurken bıçağı ile kurbanların boğazlarını kesti ve soluklarını kesip ölmeye bıraktı toprağa, bıçak alıp götürürken güçlerini. Sonra karma kabından kâselere döktüler şarabı ve ebedî tanrılara dua ettiler, Truvalı ve Akhalılar birbirlerine şöyle diyerek, “En yüce ve ihtişamlı Zeus ve siz diğer ölümsüz tanrılar, yeminlerini ilk başta bozanların beyinleri -kendileri ve çocuklarının- bu şarap gibi yere aksın ve karıları da ele köle olsunlar.”

      Böyle yakardılar, ancak Zeus onların dualarını şimdilik yerine getirmeyecekti. Sonra Dardanos’un torunu Priamos şöyle konuştu: “Dinleyin beni Truvalılar ve Akhalılar, şimdi ben rüzgârlı İlyon’a geri döneceğim. Oğlum ve Menelaos arasındaki dövüşü kendi gözlerimle görmeye dayanamam zira yalnızca Zeus ve diğer ölümsüzler bilir kimin öleceğini.”

      Bunu söyledikten sonra, iki koyunu arabasına atarak koltuğuna yerleşti. Dizginleri eline aldı ve Antenor da yanına oturdu, sonra ikisi İlyon’a geri döndüler. Hektor ve Odysseus alanı ölçtüler ve kimin önce nişan alacağını bulmak için tunç miğferden kura çektiler. Bu arada, iki ordu ellerini havaya kaldırıp şöyle dua ettiler, “Zeus Baba, İda’yı yöneten en şanlı hükümdar, birbirimiz arasındaki bu kavgayı ilk getiren ölsün ve Hades’in evine girsin, diğerleri barış içinde olsun ve yeminlerimize sadık kalsın.”

      Yüce Hektor başını yana çevirdi miğferi sallarken ve ilk Paris’in kurası dışarı fırladı. Sonra, güzel Helen’in kocası Paris güzel silahlarını kuşanırken diğerleri tek tek yerlerini aldılar, herkes kendi atının ve silahlarının durduğu yerin yanında. Önce iyi yapılmış baldır zırhlarını bacaklarına geçirdi ve gümüş kopçalarını bileklerine oturttu. Sonra kardeşi Lykaon’un zırhını giyindi ve kendi vücuduna tam oturdu. Gümüş kakmalı tunç kılıcını omuzlarına attı ve sonra da sağlam kalkanını. Güzel başına miğferini geçirdi, o iyi işlenmiş ve tepesinde tehditkâr bir şekilde sallanan at yelesinden tuğu bulunan miğferi. Eliyle de avucuna oturan heybetli mızrağını kavradı. Benzer şekilde Menelaos da kendi silahlarını kuşandı.

      Silahları kuşandıktan sonra, her biri kendi adamları ile kuşatılmış olarak, korkunç görünümleriyle açık alana uzun adımlarla yürüdüler ve hem Truvalılar hem de Akhalar onları görünce dehşete düştüler. Ölçülen alanda birbirleri yanında durdular mızraklarını savurarak ve birbirlerine kızgın hâlde. Paris önce hedef alıp Atreusoğlu’nun yuvarlak kalkanına vurdu, ancak mızrak kalkana işlemedi ve ucunu büktü. Sonra Menelaos nişan aldı, Zeus Baba’ya dua ederek. “Kral Zeus!” dedi, “Hiç yoktan bana bela getiren bu adamdan intikamımı almamı sağla. Elimin altında ezmemi nasip et ki asırlar boyunca insanlar misafir olduğu evin sahibine fena işler yapmaktan çekinsin.”

      Konuşurken mızrağını hazır etti ve Paris’in kalkanına doğru fırlattı. Kalkanı ve zırhı geçti mızrak ve gömleğini yan tarafından deldi, ancak Paris öbür tarafa dönüp hayatını kurtardı. Sonra Atreusoğlu kılıcını çekti ve miğferinin çıkık kısmına indirdi, fakat kılıç üç dört parçaya ayrılarak düştü ve göğe bakarak inledi Menelaos, “Zeus Baba, tüm tanrılar içinde sen en fenasısın, ben intikamımı alacağıma emindim, fakat kılıç elimde kırıldı, mızrağım boşa fırladı ve onu öldüremedim.”

      Böyle diyerek Paris’in üzerine atladı, onu tolgasından yakaladı ve Akhalara doğru sürüklemeye başladı. Çenesinin altına giren miğferin kayışı nefesini tıkıyordu Paris’in, Menelaos onu büyük zaferine doğru sürüklemek üzereydi, eğer ki Zeus’un kızı Afrodit çabucak fark edip sığır derisinden kayışı kesmeseydi… Bu yüzden boş miğfer elinde kaldı. Miğferi Akhalar arasına, yoldaşlarına fırlattı ve tekrar mızrağıyla delip geçmek üzere Paris’e doğru atıldı, ancak Afrodit bir anda onu kaptı (bir tanrı bunu yapabilir), koyu bir bulutun arkasına sakladı ve yatak odasına getirip bıraktı.

      Sonra Helen’i çağırmaya gitti ve onu Truvalı kadınlar etrafını sarmış olarak yüksek kulede buldu. O Lakedaimon’da iken ona yün kıyafetler hazırlayan, o zamanlar çok sevdiği yaşlı kadının kılığına girdi. Böylece gizlenerek, güzel kokulu elbisesinden çekip dedi ki: “Buraya gel, Paris yanına gitmeni istiyor, o kendi yatağında, güzelliği ile göz alıcı ve harikulade giyinmiş. Hiç kimse biraz önce dövüşten geldiğini düşünmez, bir oyuna gideceğini veya oyundan gelip oturduğunu düşünür.”

      Bu sözlerle Helen’in yüreğini öfkeyle oynattı. Tanrıçanın güzelim gerdanını tanıdığında, hoş göğsünü ve ışıl ışıl parlak gözlerini, ona şaşkınlıkla baktı ve dedi ki: “Tanrıça, beni niye ayartmaya çalışırsın? Beni daha da uzakta Phrygia veya güzel Meionia’da bulduğun bir adama mı göndereceksin? Menelaos daha şimdi Paris’i yendi ve beni geri götürecek. Beni aldatmak için geldin buraya. Git kendin Paris’le otur, böylece de artık tanrıçalıktan çıkarsın, ayaklarının seni geri

Скачать книгу