Avonleali Anne. Люси Мод Монтгомери

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Avonleali Anne - Люси Мод Монтгомери страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Avonleali Anne - Люси Мод Монтгомери

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      “Sizin okula gittiğiniz zamandan beri yöntemler değişti Bay Harrison.”

      “Ama insan doğası değişmedi. Bu dediğimi bir yere yaz, eğer onlar için cezayı hazırda bekletmezsen senin çocukları asla idare edemezsin. Bu imkânsız.”

      “Neyse, ilk önce kendi yöntemimi deneyeceğim.” dedi iradesi kuvvetli Anne. Kendi teorilerine ısrarla tutunma alışkanlığı vardı.

      “Oldukça inatçısın galiba.” diyerek ifade etti Bay Harrison bu durumu. “Neyse, göreceğiz. Bir gün feci sinirleneceksin. Senin gibi saçı olan tiplerin feci sinirlenme eğilimi oluyor. Bu güzel görüşlerini unutacak ve sağlam bir dayak atacaksın onlara. Zaten öğretmenlik yapmak için pek gençsin. Çok genç ve çocuksusun.

      Nihayetinde Anne o gece yatağa karamsar bir vaziyette gitti. Kötü bir uyku çekti ve ertesi günü kahvaltıda öylesine solgun ve üzgündü ki endişelenen Marilla ona bir bardak sıcak zencefil çayı yapmak için ısrar etti. Anne, zencefil çayının ne fayda edeceğini anlayamasa da sabırla yudumladı. Acaba, kendisine yaş ve tecrübe verecek sihirli bir dem miydi bu? Eğer öyle olsaydı Anne, bir litresini tek hamlede yutuverirdi.

      “Peki ya başaramazsam Marilla?”

      “İlk günde başarısız olman mümkün değil, önünde daha çok gün var.” dedi Marilla. “Senin sorunun bu çocuklara her şeyi öğretip bütün kusurlarını ıslah etme beklentin Anne. Eğer ki bunu yapamazsan başarısız olacağını düşüneceksin.”

      BÖLÜM 5

      TAM TEŞEKKÜLLÜ BİR HOCANIM

      Anne o sabah okula ulaştığında hayatında ilk kez Huş Patikası’nı güzelliklerine kör ve sağır vaziyette geçmişti. Her şey sessiz ve hareketsizdi. Bir önceki öğretmen çocuklara kendisi gelmeden önce yerlerine geçmeyi öğrettiğinden Anne sınıfa girdiğinde karşısında sıra sıra parlak ve meraklı “ışıldayan sabah yüzleri” gördü. Şapkasını asarak öğrencilerine döndü. Hissettiği kadar korkmuş ve şapşal görünmediğini ümit etti ve titrediğini fark etmemelerini diledi.

      Önceki gece neredeyse on ikiye kadar uyanık kalmış ve okulun açılışında öğrencilerine yapacağı konuşmayı hazırlamıştı. Titizlikle gözden geçirip geliştirdiği bu konuşmayı daha sonra ezberlemişti. Güzel bir konuşmaydı. Özellikle de karşılıklı yardımlaşma ve öğrenme için samimiyetle çabalama üzerine değerli fikirler ihtiva ediyordu. Tek sorun bu konuşmadan tek kelime hatırlamıyor olmasıydı.

      Kendisine bir yıl gibi gelen on saniyelik bir süre sonrasında cılız bir şekilde:

      “Lütfen İncillerinizi çıkarın.” dedikten sonra nefessiz bir vaziyette sandalyeye çöktü. Bunu etraftan gelen hışırtı ve sıra kapaklarının gürültüsü izledi. Çocuklar ayetleri okurken Anne kendini toparladı ve sıra sıra dizilmiş Büyükler Diyarı’nın minik seyyahlarına baktı.

      Tabii ki çoğunu iyi tanıyordu. Kendi sınıfı geçen sene mezun olmuştu ama birinci sınıflar ve Avonlea’ye yeni taşınan on çocuk dışında çoğu ile birlikte okumuştu. Anne, hakkında iyi kötü bilgi sahibi olduklarına değil de bu yeni gelen on çocuğa gizliden gizliye daha fazla ilgi duyuyordu. Aslına bakılırsa onların da diğerleri kadar sıradan olmaları ihtimal dâhilindeydi. Fakat diğer taraftan içlerinde bir dahi olması da söz konusuydu. Bu da insanı ürperten bir fikirdi.

      Anthony Pye, bir köşe sırasında tek başına oturuyordu. Karanlık, somurtkan ve ufak bir suratı vardı. Siyah gözlerindeki düşmanca ifade ile Anne’e dikkat kesilmişti. Anne derhâl bir karar aldı: O çocuğun sevgisini kazanacak ve Pyeları ağır bir bozguna uğratacaktı.

      Diğer köşede ise Arty Sloane ile birlikte oturan tuhaf bir çocuk vardı. Neşeli bir görünümü olan ufak bir delikanlıydı. Kalkık bir burnu, çilli yüzü, beyazımsı kirpiklerle çevrelenmiş açık mavi gözleri vardı. Muhtemelen Donnelların oğluydu. Eğer görüntü bir anlam ifade ediyorsa kız kardeşi de karşı sırada Mary Bell ile birlikte oturuyordu. Anne kızcağızı okula böyle bir elbise ile yollayan anneyi merak etti. Bol miktarda pamuk dantelle süslenmiş rengi solmuş pembe bir ipek elbise giyiyordu. Ayağında kirlenmiş beyaz çocuk ayakkabıları ve ipek çoraplar vardı. Saman sarısı saçlarına çok sayıda acayip ve yapay buklelerle işkence edilmişti. Bu saçlara kafasından büyük pembe renkli şaşaalı bir kurdele iliştirilmişti. Yüzündeki ifadeden, hâlinden memnun olduğu anlaşılıyordu.

      Ceylan rengi, ipeksi, ince ve düz dalgalı saçları omuzlarından dökülen açık tenli ufaklığın Annetta Bell olduğunu düşündü. Çocuğun annesi ve babası önceleri Newbridge Okulu bölgesinde yaşıyorlardı. Fakat daha sonra evlerini 45 metre kadar kuzeye taşıdıklarından artık Avonlea bölgesindelerdi. Bir sıraya sıkışmış soluk tenli üç ufak kızın Cottonlar olduğuna şüphe yoktu. İncil’inin kenarından Jack Gills’e ilgili bakışlar atan, kahverengi uzun bukleli ela gözlü ufak güzelliğin de Prillie Rogerson olduğuna şüphe yoktu. Prillie’nin babası kısa süre önce ikinci kez evlenmiş ve büyükannesi ile Grafton’da yaşayan kızını eve getirmişti. Arka sırada oturan uzun boylu, utangaç, eli ayağına karışan kızın kim olduğunu çıkaramamıştı. Fakat daha sonra öğrendiği üzere bu kız Barbara Shaw’du ve Avonlea’ye teyzesi ile yaşamaya gelmişti. Olur da Barbara sıraların arasından takılmadan ya da başka birinin ayağına basmadan geçmeyi başarırsa Avonlea talebeleri bu fevkalade olayı anmak için veranda duvarına not yazarlardı.

      Fakat Anne, öğretmen masasının karşısındaki ön sırada oturan çocukla göz göze geldiğinde içinden ufak bir ürperti geçti. Sanki dahi öğrencisini bulmuştu. Bu çocuk, Bayan Lynde’in, Avonlea çocuklarına benzeyemeyeceği kehanetinde bulunduğu Paul Irving olmalıydı. Dahası, Anne onun herhangi bir yerdeki diğer çocuklara da benzemediğini anladı. Öğretmenini koyu mavi gözleriyle dikkatle izleyen bu çocukta, Anne’in ruhuna benzeyen bir ruh var gibiydi.

      Sekizden büyük göstermese de Paul’un on yaşında olduğunu biliyordu. Bir çocukta daha önce görmediği kadar güzel, minik bir yüzü vardı. Yüz hatlarında seçkin bir zarafet ve incelik vardı. Bu güzel yüzü, kestane rengi buklelerden oluşan saçlar hale misali çevreliyordu. Ağzı çok güzeldi. Büzülmeden de dolgun olan al rengi dudakları ağzının küçük köşelerinde incelikle son buluyordu. Bu köşelerde neredeyse bir gamze oluşacak gibiydi. Aklı başında, ciddi, düşünceli bir yüzü vardı. Ruhu bedeninden çok daha yaşlıydı sanki. Ne var ki Anne’in yumuşak gülümsemesine karşılık veren ani bir tebessüm ile bütün bu ciddiyet yüzünden kayboldu. Bütün varlığı ışıl ışıl parlıyordu âdeta. İçinde bir ışık doğmuş gibiydi ve bu ışık çocuğu tepeden tırnağa aydınlatıyordu. En güzeli de gizli saklı kişiliğindeki eşsizlik, incelik ve tatlılık ani bir parlama ile hiçbir dışsal çaba ya da amaç olmadan istemsizce ortaya çıkmıştı. Ani bir gülümseme değiş tokuşu sonrasında Anne ile Paul, daha birbirleriyle tek kelime bile konuşmadan derhâl hem de sonsuza kadar arkadaş olmuşlardı.

      O gün âdeta rüya gibi gelip geçti. Anne sonrasında bugünü kesinlikle hatırlayamadı. Öğretmenlik yapan kendisi değil de başkasıydı sanki. Çocukları dinlerken, matematik anlatırken ya da kitapları dağıtırken makine gibi hareket ediyordu. Çocuklar oldukça uslu duruyorlardı. Sadece iki kez disiplin etme gereği ortaya çıktı. Birinde Morley Andrews eğitilmiş iki çekirgeyi sıraların arasında gezdirirken yakalandı. Anne,

Скачать книгу