Şehir Mektupları. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Şehir Mektupları - Неизвестный автор страница 10
Sevgili:
“Siz beni seviyor musunuz?”
Âşık:
“Bütün kalbimle, madam.”
Sevgili:
“Ne vakitten beri seviyorsunuz?”
Âşık:
(Bir hayli düşündükten sonra) “İşte, o günden beri…”
“Oof! Hava da sıcak. Şu ceketimi çıkarır mısınız?”
“Başüstüne!” (Vişneçürüğü, üzeri siyah kaytan ile oymalı yakası sarımsı dantelalı, kısa ve dar kollu ceket çıkarılır. Ufak, düz bir gerdan ile bir karış yüz ölçümünde dekolte bir göğüs, yumuk iki omuz görünür.)
(Süzülerek) “Hâlâ seviyor musunuz?”
“Şüphe mi var, madam? Görmüyor musunuz? Neler çekiyorum…”
“Hava da pek ağır! Şu korsemin bağlarını çözer misiniz?”
“Başüstüne, madam!” (Çözer çözmez “puf” diye bir göğüs sedası, dümbelek bir karın şişkinliği.)
“Oh! Biraz genişledim.”
“Evet…”
“Benden evvel bir başkasını sevdiniz mi?”
“Kabil mi? İlk aşkım bu. Ben yalnız sizi sevdim, severim, seveceğim, seviyorum.”
“Teşekkür ederim. Fakat siz de sıkılıyorsunuz, ceketinizi çıkarın.”
“Başüstüne, madam!”
“Yanıma oturmaz mısınız? Fakat, bu hararet ne olacak! Jüpon bile sıkıntı veriyor. Çıkarmaz mısınız?”
(Beyaz dantelalı diğer bir şey daha çıkarır.)
“Ama siz de terliyorsunuz. Yeleğinizi çıkarın, boyun bağınızı çözün.”
“Peki, başüstüne madam!”
“Aşk hakkında fikriniz nedir?”
“Sizden başka fikrim yoktur. Yanıyorum.”
“Bari gömleğinizi de çıkarın. (İnce ten fanilası, aralığından bir iki göğüs kılı perçemi) Ah! Madam…”
“Söyleyin mösyö…”
…
“Fakat iskarpinlerim de…”
“Çıkarayım…”
“Zahmet ama çoraplarımı da çıkarmaz mısınız?”
“Başüstüne!”
“Ya siz pantolonunuzu neden çıkarmıyorsunuz?”
“Aman! Ne kadar esniyorum…”
“Karyolanıza yatsanız ya…”
(“Güm” diye bir ses. Madam yatakta, mösyö ayakta.)
“Sizin uykunuz gelmedi mi?”
“Uyuyalım mı, madam?”
“Elbette!”
(“Güm” diye ikinci bir ses daha. Ah! Ooh! Oof!)
Âşık, kendi kendine:
“Başımda bir ağırlık var. Evet, evet; uyumalıyım. Çaresiz uyumalıyım.”
(Derin, dik sesli bir esneme. Gözlere su hücumu. Çene ayrılmaları. Ufaktan nefes. Gözlerde alajapone104 bir uzanış. Bir esneme daha, bir daha. Kalın, haykırtılı bir esneme daha. Peşinden bir horultu, burun ıslıkları, bir iki ağız şapırtısı. Tek tük lafımsı sedalar… horultu)
“Bu mösyö mutlaka ahmaktır… Mutlaka, benimle eğleniyor. Benim gibi kadınla eğlenmek ha!”
(“Güm” diye üçüncü bir ses daha. Mösyö karyoladan aşağıya. “Aman” sesleri, çırpınma. Apartmanda telaş belirtileri. “Ne var?” sedaları. Anahtar şakırtıları. Mösyöde telaş. Yere düşmüş. Yerde, akşamdan kalma kadeh varmış. Ayağına çarparak kırılmış, kesmiş. Kan akıyor. Basamayıp sekiyor. Kapıdan “tık tık!” darbeleri. “Açın!” diye bağırtı. “Bu ne rezalettir…” sözleri. Meğer sürahi de devrilmiş, aşağı odaya akmış.)
16
Cenabıhak mübarek oruç ayını kadın ve erkek bütün inananlara uğurlu kılsın, âmin!
Tebriklerimi şu biçimde arz eyleyişimden maksadımın ne kadar samimi olduğunu elbette hissetmişsinizdir. Gerçi pek çok söylenmiştir. Fakat gönüller, içine doğanı doğru ifade etmek için başka bir deyiş bulmaya lüzum görmez değil mi? Esasa gelelim:
Elde işkembe fener, arkada zenbîl-i sahur
Gece faslında şikem – hârelerindir meydân 105
berceste106 beytinin unutulmaz şöhretli nâzımı olan merhum Sabit107 şimdiki İstanbul şehrinin aydınlatma şirketini ve zenbil modasının geçmiş bulunduğunu görmüş olsaydı, ilk mısrası ne türlü bir edebî kılığa sokardı? Bunu halledene, ben kulunuz tarafından büyücek bir aferin verilecektir. İşte biz, şair ve edipleri yine merhumun:
Yevm-i şek niyyetine şîre sıkarken yârân
Sıkboğaz etti gelip şahne-i şehr-i ramazan 108
seçkin matlasının109 anlattığı “sıkboğaz etmek” birleşik mastarı ile şöyle bir zamanda sıkboğaz ederiz. Er olan, meydana çıksın! İkinci mısraya gelince orasını Baba Yaver’imiz halletsin.
Oruç hâli bu ya! Vakit geçirmek lazım. Elde, yerlere sürünür kuka110 tespih; belde, açlığı gidermeye yarar düşüncesiyle, bir yün kuşak; dilde, harareti önlemek ümidiyle, şapırtı; belki öte beri görürüm, hevesiyle gözde gözlük; omuz ileri, sırt geri; bir seker, bir oyalanır; gözler süzük, surat uçuk, dudaklar asabi titreyişlerle titrek, “yılbaşı, yevm-i şek” diye akşamdan fazlaca kaçmış olduğu için vücudun bütün bölgeleri, kısımları, oyukları ve adaleleri uçar gibi gezinirken hatırıma yine bizim gazeteler geldi. Aman, efendim! Gül bre, gül! Ne latif şeyler! Bunlar da
104
Alajapone: Japon tarzı, biçimi.
105
Bu beyit ve aşağıdaki beyit Sabit’in “Kaside-i Ramazaniyye”sinden alınmıştır. Orta oyununda Kavuklu’nun ardı sıra gelen Aptal Oğlan’ı hatırlatan bu beytin anlamı şudur: “Gece faslında oyun meydanı, elinde işkembe biçimi fener ve sırtında sahur zen-biliyle dolaşan, midesine düşkün kimselerdir.”
106
Berceste: Bir gazel veya kasidenin en güzel, en seçkin mısra veya beyti.
107
Sabit: (1650-1712) 17. yüzyılın ünlü divan şairlerindendir.
108
Yevm-i Şek: Eskiden ayların, özellikle ramazan ayının başlangıcı hilale bakılarak tespit edilirdi. Hilalin görülemeyişi dolayısıyla ramazan başlangıcı ispat edilemeyen güne yevm-i şek (şüphe günü) denirdi. Buna göre beytin anlamı: “Dostlar, belki yevm-i şektir, diyerek üzüm suyu sıkarken (içki hazırlığı yaparken) ramazan ayı su – başısı (polisi) gelip onları sıkboğaz etti. (İçki keyfinden alıkoydu)
109
Matla: Bir gazel veya kasidenin ilk beyti.
110
Kuka: Tespih ve ağızlık yapımında kullanılan, açık kahverengi, sert bir ağaç.