Şehir Mektupları. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Şehir Mektupları - Неизвестный автор страница 9
Ben bu düşünce, bu tereddüt içinde iken cingöz bir garson:
“Efendim, ne buyuracaksınız?” dedi. Artık, “düşüneyim” olmaz. “Şiş kebabı.” dedim. Dedi ki:
“Yanına biraz fasulye koysun mu?”
“Peki, fakat önceden bir barbunya ver. Şarap getir. Yemiş de getir.” dedik. Emirlerim sırasıyla yerine getirildi.
Yemek yerken sordum:
“Buraya ne derler?”
“Pamuk Yani!”
Pamuk Yani mi? Dikkat ettim: Topuz gibi biri. Beyaz bıyıklı, karnı çenesinden ziyade ileriye fırlamış. Pekâlâ! Ağzımızı sildik. Borcumuzu sorduk. Herif pamuk değil, çelik imiş. otuz beş demesin mi… Zengin ahbaplarımdan biri ile bazen böyle yerlere gelip de ben garsonun hesabını incelemeye kalkıştığımda:
“Dokunma. Buralarda hesap sormak ayıptır.” derdi. Keşke demez olaydı! Her sözü tutmam da bu zararlı öğüdü tutarım. Kuzu gibi iki mecidiyeyi verdim. Silik bir çeyreği cebe atarken, düşünüp de hazım kabiliyetim bozulmasın diye birdenbire dışarıya fırladım.
Daha kapıdan çıkar çıkmaz bir araba durdu. Benim “zengin ahbaplardan” dediğim zat içinde. İçimden “Biraz önce gelseydin ne olurdu?” diye söylendim. İki taraftan, bir “Vaay!”dır gitti. Sordum:
“Nereye?”
“Bendler’e!91 Haydi, beraber gideceğiz.”
“Olur.”
Arabaya atladık. Daha ömrümde Bendler’e gitmemiştim. Bu ilk ziyaretten doğacak sevincin pek çok olacağını tahmin ediyordum. Her ne ise! Araba zıplar, biz zıplarız. Maltız Mahallesi’nden geçtik. Karakol’un önünden Büyükdere Çayırı’na girdik. İnce, pürüzlü bir zurna sesi, gürültülü bir davul bizi karşıladı. Eski tunç renginde iki Kıbti, birden temenna ederek arabaya yaklaştılar. Arkadaşım biraz şık, âdeta hoppaca olduğundan:
“Biraz dinleyelim.” dedi. Durduk. Zurnacı boğazının yan damarlarını şişirerek bir ‘medet!’ kopardı, yahey! Davul da basso tutuyor. Uşşak92 üstünden biraz gezinir gezinmez:
“Allının allısıyım ben.
Kara kızın ablasıyım ben!”
diye bir feryattır koptu. Meğer üç dört nazenin yüzlü, etrafımızı sarmışlar. Başlarında tabii çiçeklerle süslü örtüler, rengi atmış, önü yırtık mavi yeldirmeler, kırmızı renkte şalvarlı entariler, o kınalı parmaklar, rastıklı kaşlar, kar gibi dişler, sicim gibi örgülü perçemler. Arada bir göbek hoplaması -nasıl tarif edeyim?– bir nağme, bir cümbüş ki hakikaten çingenece. Hava değişti, yine hep bir ağızdan:
“Sevdiğim Bursalı, Bursalı
Bana gel her salı, her salı!”
türküsüne girdiler. Arada bir mâni:
“Adam aman ne derde,
Ne belaya uğradı garip başım, ne derde
Ben onun kurbanıyım
Beni sevmez ne eder de?”
Ooh! Yahey! Yaşa! Yarım saat böylece dinlendikten sonra, yine yolumuza revan olduk. Sultan Suyu denilen yere geldik. Bir alay da orada koptu. Zurna, klarnet, davul, çifte nağra,93 laterna.94 Bir çalgı topluluğu ki alaturkası da var, alafrangası da. Orada da birkaç hava dinledikten sonra, yine yollandık. “Kambur” deniyor, bir yere geldik. Burası sakin, gürültü yok. Karşımızda koca bir su terazisi; yapılır şey değil. Tam bir alçak gönüllülükle altından geçerek yürüdük.
Bendler, hakikaten Osmanlı medeniyeti eserlerinden örnek verecek heybetli tesislerden imiş. Hayret içinde kaldım. Çevrenin latifliği, o ormanların güzelliği, şairce düşünenler için epeyce sermaye verir. Ne çare ki zurna bizi orada da yakaladı.
Büyükdere piyasası pek güzel oluyor. Akşamın saat on ikisinde95 başlayan bu gezinti, gecenin üçüne, hatta dördüne kadar sürerek gündüzün cayır cayır yanan ateşzedeler, gecenin kararsız tazeliğinden şöylece istifade ediyorlar. Çevrenin gözlere ve düşünceye bahşettiği tatlılık dolayısıyla, bu piyasaların parlaklığı çoğalıyor.
Fakat, gazinoda oturmak için epeyce yürek ister. Kendine güvenmeyen içeriye girmesin. Ne diyorlar, biliyor musunuz?
İnsan, Büyükdere’ye para yemeye gelirmiş. Doğru. Fakat vapur parasına kadar soyulursa burası biraz endişe vermez mi?
Meşhur kemancımız Tatyos,96 bu sene yine Çırçır’da97 kemanını öttürüyor. Fasıllar yapıyor. Karakaş,98 Kanuni Şemsi,99 Tamburi Yuvakim100 birleşmişler. Fakat geçen pazar günü gibi yağmur yağacak olursa tente altında oturmak hoş kaçmıyor. Ne var ki dinlenecek bir saz takımı varsa o da ancak bu takımdır. Çırçır sahibinin yüksek zevkini zaten işitmişiz: Derme çatma şeylere iltifat etmez.
Ne dersiniz? Tuzlu şeyler yiyip de sulara gitmek âdeti henüz kaybolmamış. Ben bile bir içgüdü ile, sardalya yiyip gitmeyeyim mi? İç bire, iç! İnsan kırbaya101 dönüyor. Bereket versin su durmuyor, akıyor. Yoksa ben de İstanbul’a davul gibi bir karınla dönecektim.
15
– Facialı ve gayet yanık komedya —
Perde: 1
Fasıl: 2
Tablo:
90
Fileto: Hayvanların sırt kemiklerinden alınma et.
91
Bendler: Büyükdere’den gidilen ve Belgrad Ormanı yakınlarına düşen barajlar.
92
Uşşak: Türk musikisinde bir makam.
93
Çifte-nağra: Birbirine bağlı iki küçük dümbelekten meydana gelen çalgı.
94
Laterna: Kolu çevrilmek suretiyle çalınan müzik sandığı.
95
On iki, burada ezan saatidir. Bu saat ölçümüne göre, güneşin batışında saat 12’yi, yani akşam ezan vaktini gösterir.
96
Tatyos (1855-1913): Ermeni asıllı Türk bestecilerinin en büyüğü.
97
Çırçır: Büyükdere yakınında bir kaynak suyu. Bu kaynak yakınındaki gazino, yazlık bahçe.
98
Karakaş Avram: 1920’de ölen, Yahudi asıllı, meşhur fasıl hanendesi.
99
Kanuni Şemsi (Tahminen: 1850 – 1922): Zamanının en tanınmış kanun çalıcısı.
100
Tamburi Yuvakim: XIX. asır sonlarında iyi bir tambur çalıcı olarak tanınmıştır. Rum asıllıdır.
101
Kırba: Sakaların su taşıdıkları dar ağızlı, geniş karınlı, deriden kap, tulum.