Aşk Batağı (Bir Muadele-i Sevda). Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Aşk Batağı (Bir Muadele-i Sevda) - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 5
Aylarca aradılar. Nihayet bu istenen periyi buldular. Düğün dernek kıyametler koptu. Gerdek gecesinde üçüncü karımın beyaz bürümcükten duvağını kayıtsız bir elle açtım. Bu da güzeldi. Yüzünde etkili bir mahzunluk vardı. Fakat ne yalan söyleyeyim? İkinci karım bundan daha güzeldi. Kızın yüzüne baktıkça yavaş yavaş bir acıma hissettim.
Kendi kendime diyordum ki: Zavallı güzel kız. Gönlümdeki sevdanın ömrü kim bilir ne kadar kısa olacaktır? İsteklerim seninle de pek çabuk doymuş hâle gelecek, sonra kokusuna bıkılmış bir demet gibi bir tarafa atılacak, unutulacaksın. Fakat şimdi sen bana aldanmalısın ki şu dört günlük hazlarımız bir sonsuz mutluluk sanılacak kadar iç açıcı olsun. Senden önceki karılarıma da söylediğim kandırıcı sözlere işte başlıyorum. Bir şairin sevda döşeğine gireceğini anla da bu geçici mutluluk için sevin.
Gelinin karşısında gözlerimi süzüp tapınır gibi bir jestle dedim ki:
“Duvağınızı açtığım anda karşıma bütün gökleri, bütün denizleri, çiçekleri, baharları, bütün yüksekliğiyle uçsuz bucaksız, sonsuz bir şiir dünyası çıktı. Ömrümde ilk defa bir kadına karşı gerçek bir aşk hissettim. Yazdığım, yazacağım bütün şiirlerim, belirsiz fikirlerim, düşüne düşüne bulamadıklarım, akla, hatıra gelen şeylerin semalarında yetişemediklerim sanki güzel yüzünüzde yazılmış. Sevda denilen o büyük duygunun bir kadın şeklinde canlandığını işte görüyorum. Ey güzellik perisi, kımıldamayınız. Şu ipeklerin, tellerin, elmasların içinde sizi bir gerçek güzellik sembolü olarak doya doya seyredeyim.”
Tasalı gözlerini bana dikti. İsteğime uyarak bir süre kımıldamadı. Bir coşkun sevda ile kendimden geçmiş olarak yirmi dakika kadar bu şiir levhasını seyrettim. Sonra dedim ki:
“Bu kadar yetişir. Şimdi kımıldayınız. Söyleyiniz. Artık bu güzel putta ruhun varlığını hissedeyim, canlanış mucizesini göreyim. Bu şiir bahçesinin bülbüllerini dinleyeyim.”
Benim bu kandırıcı sözlerim üzerine gelinin güzel yüzünden yıldızlar dökülüyor yahut süslü başındaki pırlantalar tane tane yüzünden akıyor gibi gözlerinden yaşlar yuvarlanmaya başladı.
Evet ağlıyordu. Fakat niçin? Sözlerimden beni adi bir yalancı, kandırıcı mı saydı? Gerçeği anladı mı? Şaşırdım. Vicdansızlığıma biraz da pişman oldum. Ruhum bir manevi bağla ona bağlıymış gibi kendimi tutamadım. Ağlaya ağlaya o elmas damlacıklarının inişine bir süre hayretle baktım. Nihayet dedim ki:
“Fakat güzelim, böyle bir mutlu geceyi gözyaşlarıyla niçin ıslatıyorsunuz? Yoksa bu mutlulukta beraber değil miyiz?”
Cevap vermedi. Duvağının ucunu kaldırdı. Gözlerini sildi.
Üzüntü ile dedim ki:
“Niçin o kutsal örtüyü gözyaşlarıyla ıslatıyorsunuz? Muhabbetimin ateşi bu yaşları kurutmaya yetmez mi?”
Acı, alaylı bir gülümseme ile yüzüme baktı. Bu bakışıyla, “Hayır. Yetmez.” demek istediğini açıkça anladım. Bütün bütün şaşırıp kaldım. Bu şaşkınlığıma bir çeşit helecan, öfke titreyişine benzer bir şeyler de eklendi.
“Sözlerimle sizi sıkıyorsam susayım. Fakat sizi ağlatan sebebi iki kelime ile lütfen açıklayınız.” dedim.
Yay gibi ince kaşlarını yukarı kaldırdı. Havada dalgalanışı insanın en ince sinirlerine kadar işleyen titrek, nazik fakat gücenik bir sesle dedi ki:
“Beyefendi, hiç kukla lakırtı söyler mi?”
Hayretle:
“Nasıl kukla?”
“Nasıl olacak? İşte telli pullu karşınızda duruyor.”
“Haşa… Sizi kuklaya benzetmek için insan temiz hislerden yoksun bir hayvan olmalı. Böyle bir söz benim ağzımdan çıkmadı. Niçin iftira ediyorsunuz?”
“Bu benzetmeniz açıkça değil imalı bir biçimde oldu.”
“Rica ederim, nasıl?”
“İlk emriniz, kımıldama dur. İkinci, haydi kımılda, söyle hitaplarıyla olmadı mı? İşte bundan hissettim. Anladım ki…”
Sustu.
Ben sabırsızlıkla:
“Ey anladım ki… Sonra?”
“Anladım ki siz bu köşede benden önce telli pullu birkaç kukla daha oynatmışsınız.”
Şimdi buna cevap… Sözün burasında ben zınk dedim durdum. Ben onu şairliğime hayran edeyim derken kadın beni dilsiz etti. Eski karılarım üzerine olan bu üstü kapalı değiniş hem zarifçe hem de küçümser nitelikteydi. Bu sözde, “İlk karılarınızı kukla misali idare etmiş olduğunuzu biliyorum. Fakat benim öyle onlar gibi hareket ve davranışlarının iplerini elinize teslim edecek bir kadın olmadığımı siz de bu saatten itibaren biliniz.” anlamında dehşetli bir ima vardı.
Asıl kanıma dokunan şey bu cümleyi benimle eskiden beri konuşmaya alışmış gibi bir metanetle sıkılmadan, gözlerini kırpmadan söylemesi olmuştu.
O şimdi duvağı başında bir gelindi. Biraz utanacak, sıkılacaktı. Ben onun sıkılganlığından, utancından hazlanarak zevkle kendimden geçecek, emel bulutları içinde örtülü bir bakir sevda keşfine uğraşarak aşkı dile getiren en güzel sözlerle onu konuşmaya davet edecek, ağzından bir söz almak için saatlerle uğraşacaktım.
Bu dik, kaba sözler gerdek gecemin bütün o güzel hayallerini kalbimle beraber kırdı geçirdi. Ben o duvağın altından ne bekliyordum? Talihime ne çıktı?..
Cevap vermeden üzüntü ile ben de bir köşeye çekildim. Meydana gelen durumu düşünmek, yargılamak istiyor fakat ne düşüneceğimi bilemiyordum.
İçimi önce şiddetli bir öfke, sonra sebebini pek yorumlayamayacağım acıklı bir duygu sardı. İlk hamlede gelinin terbiyesizliğine hükmettim. Bilmem neden? Sonra bu hükmüm kuvvetini kaybetti. Kendi kendime, Evet evet… Ben hakareti, bu cezayı hak ettim. Zavallı kızcağız kendinden önce yine bu köşeye elmaslara gark olmuş iki gelinin gelip gittiğini biliyor. Üçüncü olarak o yeri alan biraz ileriyi gören bir kimse olursa üzüntüye kapılmakta, duygularına yenilmekte mazurdur, dedim.
İşte