Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt. Ahmet Cevdet Paşa
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa страница 38
Daha sonra İmâdu’d-Devle elbise kestirmek üzere terzi istedi. Yakut’un terzisini getirdiler. Terzi titreyerek içeri girdi. İmâdu’d-Devle, “Korkma. Biz seni elbise kestirmek için istedik.” dedi. Terzi ise sağır olduğundan, onun ne dediğini anlamadı. Sorguya çekilip tehdit ediliyor zannıyla talak ve imanına yemin ederek Yakut’un kendisinde olan sandıklarını açmamış olduğunu ifade edince İmâdu’d-Devle, bu tesadüfe hayret ederek terzide emanet olan sekiz sandığı getirttirip açtırdığında üç yüz bin altınlık mal meydana çıktı. Sonra da Yakut’un ve selefleri olan Ya’kûb ve Amr İbni El-Leys’in gizli malları meydana çıkarak İmâdu’d-Devle’nin hazineleri doldu ve hükûmeti sağlamlaştı.
İmâdu’d-Devle bu şekilde Fars Eyaleti’nde yerleşmiş iken o esnada Râzî, hilafet tahtına oturduğundan, İmâdu’d-Devle, ona ve veziri İbni Makılle’ye mektup yazarak elindeki memleketler, vergi toplamak üzere kendisine verilirse bir milyon dirhem vereceğini arz etmekle halife tarafından kendisine özel bir memur ile hilat ve sancak gönderildi. İmâdu’d-Devle hilati giyip sancağı açmışsa da vadettiği parayı vermeyip gelen haberciyi de tutuklattı.
Merdavîc, bu durumlardan haberdar olunca İmâdu’d-Devle’nin çaresine bakmak üzere İsfahan’a gidip orada bulunan kardeşi Veşmgîr’i Rey’e geri göndermiş ve Ehvaz tarafına da bir askerî birlik yollamıştır. Merdavîc’in askerlerinin çoğu Deylemli olup, hizmetinde bir miktar da Türk askeri vardı. Onların reislerinden biri meşhur Beckem idi.
Merdavîc, Türklere ve reislerine kötü muamele ettiğinden onlar da kızarak, üç yüz yirmi üç yılında fırsat düşürüp hamamda iken Merdavîc’i katlettikten sonra onun ordusundan ayrılıp iki fırka oldular. Bir fırkası İmâdu’d-Devle’nin yanına gitmiş, kalanı da Beckem ile Bağdat’a gelerek halifeye intisap etmişlerdi. Lakin Bağdat’ta bulunan halifenin askerleri, onları kıskanınca Vâsıt ve Basra valisi bulunan İbni Râik’in talebi üzerine Beckem onları alıp Vâsıt’a gittiğinde İbni Râik onlara itibar etmiş ve onların vasıtasıyla Merdavîc’in askeri olan Türkler ve Deylemîlerden birçoğunu yanına çekerek kuvvet kazanmıştır. Bu suretle Fars’ta İmâdu’d-Devle’nin ve Basra tarafında İbni Râik’in askerî kuvvetleri artmaktaydı.
Aslında Horasan ve Maveraünnehir Emiri Nasır İbni Ahmed Samani’nin kumandanlarından olan Muhammed İbni İlyas o kargaşada Kirman’ı tutmuş, orada yerleşip kalmıştır. Yakut da kâtibi Ebu Abdullah El-Beridî’yi Ehvaz’da bırakıp kendisi Fars’ı fethetmek üzere ordusuyla Errican tarafına gittiğinde, İbni Büveyh ona karşı gelince Yakut’un askeri yenildi. İbni Büveyh, onu takip ederek Ramhürmüz’e kadar geldi. Yakut da Ehvaz civarında bir yere çekildi, orada çadır kurup istirahat etti. Kâtibi İbnu’l-Beridî, Yakut adına hayli mal toplayıp biriktirmişse de Yakut’a göndermeyip askere dağıtarak hayli kuvvet bulmuştu. Yakut’un başında ise çok asker bulunduğundan, sıkıntıya düşüp para istedikçe İbni Beridî, onu türlü hilelerle aldatıp avutmakta ve askeri kendi tarafına çekmekteydi. Bu suretle Yakut’un yanındaki askerin güzideleri seçilip İbni Beridî’nin yanına gitti. İbni Beridî, üç yüz yirmi dört yılında Yakut’u idam ettirerek kendisi Ehvaz’da müstakil kaldı.
Bu yıl Râzîbillah, Mısır Valisi Ahmed İbni Kiğlıg’ı azil ile Mısır Eyaleti’ni İhşid diye bilinen Şam Valisi Muhammed İbni Togaç’a ilave olarak verdi.
Yukarıda zikri geçen senenin ortalarında, Bağdat askerinin bir sınıfı ayaklanarak, halifenin veziri olan İbni Makılle’yi tutup hapse attılar. Fakat mali sıkıntı çok şiddetli olduğundan, atanan vezirler çaresiz ve sıkıntı içinde kaldılar. Çünkü Musul, Diyarbakır ve Rebia diyarı, Beni Hâmdân’ın; Mısır ve Şam, İhşid’in; Bahreyn ve Yemame, Karâmita’nın; Basra tarafı İbni Râik ile Ehvaz İbni Beridî’nin; Kirman Eyaleti Muhammed İbni İlyas’ın; Fars Eyaleti İmâdu’d-Devle İbni Büveyh’in elindeydi. Rey ve Bilâd-ı Cebel, onun kardeşi Rüknü’d-Devle ile öldürülen Merdavîc’in kardeşi Veşmgîr arasında davalı bir hâlde bulunup, oralardan halife hazinesine katkı yapılmıyordu. Halifenin elinde yalnız Bağdat ile ona bağlı yerler kaldı. Bu küçük bölgenin gelirleri ise halifenin masraflarına kâfi gelmediğinden Abbasi Devleti, işlerin idaresinde âciz kaldı ve işlemler durdu. Bunun üzerine Halife Râzî, İbni Râik ile haberleşerek onu başkomutan atadı. Zikredilen senenin zilhiccesinde İbni Râik, Bağdat’a geldiğinde, isminin minberlerde zikrolunması halife tarafından emrolundu. İbni Râik, bütün divan ve dairelere bakan olunca artık vezirlerin hükmü kalmadı. Fakat İbni Râik, Mısır geliri üzerine memur olan Fadl İbni Cafer’i hem kendisine hem de halifeye vezir yapmıştır. Bu suretle beytü’l-mal idaresi ve divanların muamelesi ortadan kaldırılıp, devlet gelirleri hep başkomutanın hazinelerine aktarılır oldu. Ondan sonra da bu kaide geçerli oldu. Başkomutan kim olursa geliri o topladı ve istediği gibi harcayarak halifeye istediği kadar pay tahsis etti. Kısacası halifenin elinde yalnız Bağdat sancağı kalmış oldu. Onda da İbni Râik’in emirleri geçerli olduğundan, hilafetin hükmü kalmayıp, Râzî’de hilafetin yalnız adı ve şanı kaldı.
Hele, üç yüz yirmi beş yılında devlet işleri tamamen bozularak, Abbasi memleketlerinin bazılarında zorbalar ve bazılarında geliri göndermeyen valiler başlarına buyruk oldular. Endülüs’te müstakil olarak hüküm süren Emevi emirlerine, Endülüs emiri denilip, halife unvanını kullanmazlardı. Bu şekilde Abbasi hilafetinin düşmüş olduğu bu zayıf hâle bakarak ve halifenin iktidar sahibi olması lazım geldiğine binaen Endülüs emiri olan Abdurrahman İbni Muhammed Emevi kendisini halifeliğe daha layık görmüştür. Gerçi Endülüs’ün karşı tarafında Ubeydiyye halifeleri var ise de onlar gulât-ı Şia’dan olmakla ehlisünnet ve’l-cemaat onların hilafetlerini tanımadıklarından bu sırada Abdurrahman-ı Emevi, Emirü’l-Müminin Nasır Di-nullah unvanını almıştır. Bunun üzerine o asırda emirü’l-müminin unvanını alan üç zat oldu ki Bağdat’taki Abbasi halifesi, Endülüs’te Abdurrahman-ı Emevi ve yaşayan İbni Mehdi-i Alevi’dir.
Fakat Abbasi halifesinin maddi kuvveti olmayıp hilafeti manevi ve ruhani bir kuvvetten ibaretti.