Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt. Ahmet Cevdet Paşa

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa страница 35

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa

Скачать книгу

geçiren kimse o hükümdar elinde ölmüş ve perişan olagelmiştir. Sünnetullahi filalemîn… Üç yüz bir yılında Mehdi-i Alevi tarafından sevk olunan askerler, İskenderiye ve Feyyûm’u istila etmişlerse de Muktedir de Mağrip diyarı ile beraber Mısır Eyaleti’ni, kendisinin dört yaşındaki oğlu Emirü’l-Abbas İbni Muktedir’e verip, kaymakamlığını Munis Hâdim’e teslim etmiştir. Munis de muktedir bir komutan olduğundan, Mağribîlerle defalarca muharebe ederek onları Mısır diyarından çıkarmıştır.

      Üç yüz üç yılında Mehdi, Mehdiyye beldesini inşa ederek onu kendisine başkent yaptı. Her ne kadar Mısır’ı alamadıysa da garp taraflarında hükûmeti genişlemekte ve kuvvetlenmekte idi.

      Uzun zamandan beri başkenti Fas beldesi olarak Afrika’nın batı kısımlarına hükmeden İdrisîler Devleti de üç yüz yedi yılında yıkıldı. Daha sonra İdrisîlerden Hasan İbni Muhammed ortaya çıkıp İdrisîler Devleti’ni tekrar kurmaya çalıştıysa da İdrisîler Devleti bozulmaya ve yok olmaya yüz tuttu. Fas şehri elden gidip Mehdi’nin devleti yükselmekte olduğundan, Hasan İbni Hasan İbni Muhammed iki sene uğraşıp istediğini elde etmeye muvaffak olmadığından İdrisîlerin bütün Kuzeybatı Afrika’da hükûmetleri yok olmuş ve İdrisîlerin çoğunluğu Mehdi’nin yanına gitmiştir. Fakat içlerinden birisi dağlarda gizlenerek, otuz sene sonra çıkıp imameti geri almış ise de o da isteğine nail olamamıştır.

      Mağrip’te Mehdi’nin kuvvet ve hâkimiyeti yukarıda anlatıldığı gibi yükselmekte iken Abbasi Halifesi Muktedir, Bağdat’ta zevk ve sefaya dalıp kadınların ve hizmetçilerin fikir ve arzularıyla hareket etmekte olduğundan devletin nizamı bozulmuş, valiler ve emirler yer yer istiklal davasına ve istibdada düşmüş idi. O esnada Necid diyarı ve Bahreyn, Karâmita’nın zorbalığı altında olup Irak ve Şam’a hasar ve zarar vermekte idi.

      Şark tarafları ise Âl-i Saman elinde olup, Taberistan’da da bir İmamet-i Aleviyye vardı. Gerçi iki yüz seksen dokuz yılında Taberistan emiri olan Muhammed İbni Zeyd’in vefatında Taberistan Bölgesi de Âl-i Saman eline geçtiyse de Muhammed İbni Zeyd’in amca çocukları, Etrûş diye bilinen Hasan İbni Ali, Deylem dağlarında ikamet etmekteydi. Deyalime’yi İslam dinine davet ile meşgul olarak çoğunu Müslüman edip Deylem diyarında nice mescitler inşa ettirmişti. Deyalime’yi kendisine biat ettirmiş ve tabi kılmıştı. Kendisi zeydiyyü’l-mezhep idi, Müslüman Deylemîlerin civarındaki Âmul beldesi halkı zaten Şiiyyü’l-mezhep olduklarından Etrûş, o yönde de nüfuz ve kuvvet kazanarak, üç yüz bir yılında Taberistan’ı zapt etmiş, Taberistan imametini ihya ve iade etmiştir. Üç yıl sonra vefat etmiş, damadı olan Hasan El-Kasım El-Alevi, Dâ’î unvanıyla onun yerine geçmiştir.

      O esnada Tarsus murabıtları, ara sıra Rum şehirlerine gaza ettilerse de Rumlar da İslam sınırlarına taaruz ve tecavüzden geri durmazlardı.

      Üç yüz beş yılında kayserin sulh talebi ile Bağdat’a elçileri geldiğinde fevkalade gösterişli bir karşılama yapıldı. Bâb-ı Şemmasiye’den saraya kadar süvari ve piyadeler, yüz altmış bin asker ve onlardan sonra sırmalı elbiseler giyinmiş, dört bini ak ve üç bini siyah olarak yedi bin hadım ağası ile daha sonra yedi yüz perdedar saf saf dizilmiş ve Dicle Nehri’nde pek çok kayık ve sandal güzelce donatılmıştı. Saray duvarları üzerine yalnız sırmalı ipekten on iki bin beş yüz örtü örtülüp yirmi iki bin de döşeme serilerek tarif olunmaz surette tezyin edilmiş olduğu hâlde tamamı tezyinattan olmak üzere altından ve gümüşten sekiz dallı bir ağacın dalları üzerinde yapraklar ve kuşlar yapılıp, dallar kendiliğinden sallanırlardı. Kuşlar da sırayla öterdi. İşte böyle görenlere hayret verecek, çok acayip hünerler gösterilerek elçiler halifenin huzuruna kabul olundu. O zaman Bağdat’ın serveti ve halifenin şan ve büyüklüğü yüksek idi. Fakat devlette maddeten kuvvet kalmayıp, hilafet makamı sadece şan, itibar ve kuru bir gösterişten ibaretti. İş hep Türk emirlerin ellerindeydi.

      Üç yüz altı yılında Mehdi tarafından karadan ve denizden Mısır üzerine sevk olunan çok sayıda asker, İskenderiye’den Cizre’ye kadar olan yerleri istila ettilerse de Tarsus donanması Afrika donanmasına galip olduğu gibi Munis Hâdim, Mısır’a giderek karada da zafer kazanınca Mağribîler yine geri dönmeye mecbur olmuşlardır.

      Karâmita’nın durumuna gelince, bunlar, Necid diyarından çıkıp etrafa tecavüz ve taarruz ediyorlardı. Üç yüz on bir yılında Karâmita başkanı olan Ebu Tahir-i Cennâbî bir gece Basra’yı bastı. Basra emirini katledip şehri yağmalayarak birçok mal ve ganimetle hükûmet merkezi olan Hecr beldesine geri döndü. Ve on iki yılında hacılara saldırıp mallarını yağma ettikten sonra Kûfe’yi istila etti. Basra da yaptığını orada da yaptı. Üç yüz on dört yılında Halife Muktedir, Yusuf İbni Ebu’s-Sac adlı Karâmita emiri ile muharebe etmek ve Hecr’e kadar gitmek üzere memur ettiği İbni Ebu’s-Sac hemen çok sayıda asker ile Vâsıt’a gitti.

      Hâlbuki üç yüz on beş yılında Rumlar, İslam memleketlerinin hudutlarına ve hudut boylarındaki memleketlere hücum ile Şemşat’ı vurup çok mal aldılar ve mescidinde çan çaldılar. Muktedir o tarafa da asker sevk etmek mecburiyetinde kaldı. Yine bu sene Ebu Tahir Karmatî, Kûfe üzerine yürüdü. İbni Ebu’s-Sac da kırk bin askerle onlara karşı gitti. Karâmita, yedi yüzü süvari ve sekiz yüzü piyade olarak hepsi bin beş yüz kişiden ibaretti ve bir rivayette iki bin yedi yüze ulaşıyordu. İbni Ebu’s-Sac, Karâmita’nın azlığını görünce, “Bunlar benim elimdedir. Hemen harbe girişmeden halifeye müjde mektubu yazınız.” diyerek düşmanı hakir görmek gibi büyük bir hatada bulundu. Karâmita ise gayet şiddetli hücum ve hamleler edince halife askeri bozuldu. İbni Ebu’s-Sac esir oldu. Ebu Tahir, Kûfe’ye girip pek çok ganimet aldı. Daha sonra İbni Ebu’s-Sac’ı diğer esirler ile beraber katletti. Bu dehşetli haber, Bağdat’a ulaşınca yöneticilerin ve halkın içine korku düştü ve bozgun asker, çırılçıplak Bağdat’a gelince Bağdatlıların telaşı arttı. Onun üzerine Muktedir, çok sayıda asker ile Munis Hâdim’i karşı güç olarak gönderdi. Bu arada Karâmita, Enbar beldesini istila etti. Halife askerinin birçoğu ise düşmana karşı çıkmadan savuşup firar etti. Kalanları karşılaşınca yenilgiye uğradılar. Bağdat ahalisinin içine korku düştü, kimi Hulvan’a kimi Hamedan’a firar etmek üzere hazırlandılar. Orduda bulunan Ebu’l-Hica İbni Hâmdân’ın uyarısı üzerine Fırat üzerindeki köprüler yıkıldığından, Karâmita beri yakaya geçemeyip Enbar’dan döndülerse de onlar da Fırat Vadisi’ndeki şehirleri yağma ettiler ve üç yüz on altı senesinde gelip Rahbe, Rakka ve Sancar beldelerini istila ettiler.

      Bu esnada halifenin veziri Ali İbni İsa’ya, Bağdat’ta Karâmita mezhebinden bir şahsın Ebu Tahir ile haberleşmekte olduğu haberi verilince vezir hemen o şahsı çağırıp sorguya çekti. Şahıs itiraf edip dedi ki: “Benim Ebu Tahir ile görüşmem ancak şunun içindir ki onun Hak üzere olduğu, senin ve efendinin kâfir olduğunuz benim nazarımda sabit olmuştur. Bizim imamımız, İsmail İbni Cafer-i Sadık’ın evladından olup Mağrip’te bulunan Muhammed Mehdi’dir. Biz Râfiza ve İsnâ Aşeriyye gibi değiliz ki cehilleri sebebiyle bir imama müntazır olurlar.” Bunun üzerine Ali İbni İsa, “Sen bizim askerimizin içine fesat bırakmışsın. Şimdi onların içinde senin mezhebin üzere olanlar kimlerdir?” dediğinde, “Sen vezirlik işlerini bu akılla mı yürütüyorsun? Benden nasıl bir şeyler istiyorsun ki mümin bir kavmi kâfirlere teslim edeyim de onları katletsinler!” deyince o Karmatî, şiddetli şekilde dövüldü. Üç gün aç ve susuz kalarak helak oldu, ama mezheptaşlarını ele vermedi.

      Deylem komutanlarından Esfâr İbni Şîrveyh adlı kişi o esnada çıkarak Merdavîc adlı

Скачать книгу