Savaş ve Barış II. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Savaş ve Barış II. Cilt - Лев Толстой страница 26
Kont İlya Andreyiç, tatlı tatlı gülümseyerek başını salladı.
“Milislerimizin ülkeye bir yararı oldu mu? Hayır. Çiftliklerimizi mahvettiler, o kadar! Asker toplamak daha iyi… Yoksa savaştan geri dönen, ne bir asker ne de bir köylü niteliği taşıyacak; yalnızca bir sefih olacak. Hepsi bu! Soylular kanlarını dökmeye hazırdır. Kura askeri de getiririz. İmparator’un bize çağrıda bulunması yeter, hepimiz ölürüz onun yoluna…” diye ekledi subay heyecanlanarak.
İlya Andreyiç hoşnutlukla yutkundu, dirseğiyle Piyer’i dürttü. Ama Piyer de bir şeyler söylemek istiyordu. Nedenini bilmediği bir heyecan duyarak ve ne söyleyeceğini de bilmeden ilerledi. Tam ağzını açacağı sırada, deniz subayının yanında duran zeki, sert yüzlü ve tamamen dişsiz bir senatör engelledi onu. Tartışmada büyük ustalığı ve tecrübesi olduğu belliydi. Alçak ama iyice duyulan bir sesle “Sanıyorum ki beyefendi…” dedi dişsiz ağzını oynatarak. “Buraya, ülke için en yararlı şeyin kura askeri mi milis mi olduğunu tartışmak için çağrılmadık. İmparator’un bizi onurlandıran bildirisine cevap vermek için çağrıldık. Kura askeri mi milis mi elverişlidir tartışmasını yüksek kata bırakalım…”
Heyecanını boşaltacağı bir yer bulmuştu Piyer. Soylularla görüşme konusunu çok dar ve kalıplaşmış bir şekilde ele almaya kalkan senatör öfkelenmişti. İlerleyip senatörün sözünü kesti. Ne söyleyeceğini bilmiyordu ama heyecanla, araya Fransızca sözler de karıştırarak kitabi bir Rusçayla konuşmaya başladı:
“Özür dilerim Ekselans…” dedi. (Bu senatörü iyi tanırdı ama burada kendisine resmî bir şekilde davranmayı daha uygun görmüştü.) “Her ne kadar bu beyle aynı görüşte değilsem de…” Ne söyleyeceğini şaşırdı. “Mon tres honorable preopinant.”57 demek istedi. “Bu beyle -que jc n’ai pas l’honneur de connaîire-58 öyle sanıyorum ki soylular sınıfı buraya, yalnızca coşkusunu ve bağlılığını dile getirmek için değil ama aynı zamanda, ülkeye yararlı olacak önlemleri tartışmak için de çağırıldı. Öyle sanıyorum ki…” Daha da heyecanlanarak devam etti: “İmparator, bizleri, fikir danışılacak kimseler olarak değil de yalnızca hizmetine vereceğimiz köylülerin sahibi ve… Chair â canon59 olarak karşısında bulsaydı, bundan memnun kalmazdı.”
Senatörün küçümseyen gülüşünü ve Piyer’in lafını esirgemeden konuştuğunu gören birtakım kimseler, topluluktan hemen uzaklaşmışlardı. Piyer’in sözlerinden yalnız İlya Andreyiç hoşnut kalmıştı. Deniz subayının, senatörün genellikle son dinlediği her sözden hoşnut olduğu gibi…
“Öyle sanıyorum ki…” dedi Piyer. “Bu sorunu tartışmadan önce İmparator’a sormalı. Ordumuzun asker sayısını ve ne durumda bulunduğunu bize bildirmesini Majestelerinden rica etmeliyiz. O zaman…”
Ama Piyer, sözünü bitirmeden her yandan saldırılarla karşılaştı. Eskiden tanıdığı Boston oyunu meraklısı Stepan Adraksin, herkesten daha sert bir şekilde saldırıyordu. Stepan Stepanoviç üniformalıydı. Bu ya da bir başka nedenden ötürü Piyer, karşısında tanıdığından bambaşka bir adam görüyordu. Yüzünde birden beliren bir ihtiyarlara has öfkeyle haykırdı Stepan Stepanoviç: “Önce şunu söyleyeyim: Bunu İmparator’a sormaya hakkımız yok. Sonra Rus soylularının buna hakkı olsa bile İmparator cevap vermez. Ordunun asker sayısını düşmanın harekatı belirliyor, bu yüzden azalmalar ve çoğalmalar var.”
Piyer’in eskiden beri Çingenelerin çaldığı yerlerde rastladığı ve kötü bir kumarbaz olarak tanınan, orta boylu, kırk yaşlarında ve üniformanın bambaşka bir kimse hâline getirdiği bir adamın sesi Adraksin’inkini bastırdı:
“Tartışmayla kaybedilecek zaman yok…” dedi. “İş görmek gerek. Savaş Rusya’da oluyor; ülkemizi harap etmek, babalarımızın mezarlarını çiğnemek, karılarımızı, çocuklarımızı alıp götürmek için geliyor düşman!” Soylu bağrını yumruklamaya başladı. “Çar babamız, hepimiz ayaklanırız, hepimiz birden gideriz!” Kan çanağına dönmüş gözleri fıldır fıldır dönüyordu. Onaylayan birkaç ses duyuldu kalabalıktan. “Rus’uz biz; dinimizi, başkentimizi, yurdumuzu savunmak için kanımızı akıtmaktan kaçınmayız. Bu yurdun evlatlarıysak abuk sabuk sözleri bırakmak gerek. Rusların Rusya için nasıl ayaklanacağını Avrupa’ya göstereceğiz…” diye haykırdı.
Piyer, karşı çıkmak istiyordu ama tek söz söyleyemedi. Sözlerinin anlamı ne olursa olsun, heyecana kapılmış olan bu soylunun söylediklerinden daha az duyulacağından şüphesi yoktu.
İlya Andreyiç, arkalarda başını sallayıp duruyordu. Bazı kimseler, konuşmasını bitiren kişiye dönerek “Evet böyledir bu, doğru, çok doğru!” diyorlardı.
Piyer; para, mülk ve kendi kişiliği söz konusu olduğunda hiçbir fedakârlıktan çekinmeyeceğini ama çare bulmak için durumu bilmek gerektiğini söylemek istiyor, başaramıyordu. Her kafadan bir ses çıkıyor, bağırılarak konuşuluyordu ve İlya Andreyiç, herkese baş sallamaya yetişemiyordu. Topluluk büyüdü, dağıldı, yeniden birleşti, uğultulu konuşmalarla büyük salondaki masaya yöneldi. Piyer bir şey söylemeye kalkışsa sözünü kaba bir şekilde kesiyorlar, onu tersliyorlar, ona ortak düşmanlarıymış gibi davranıyorlardı. Söylediklerinden hoşnut olmamalarından ileri gelmiyordu bu; daha sonraki sözlerin ardından, onunkileri unutmuşlardı bile. Bu; kalabalığın, aşırı heyecanı içinde, sevgi ya da nefretinin yöneldiği elle tutulur bir nesnenin bulunması gereğinden ileri geliyordu. Piyer işte böyle bir nesneydi. Heyecanlı soyludan sonra, birçok kimse de aynı tonda konuşmuştu. Çoğu çok güzel ve özgün bir şekilde dile getirmişti söylediklerini.
Rus habercisini çıkaran ve orada tanınan Glinka (“Yazar! Yazar!” diye bağıran sesler duyuluyordu kalabalıkta.), cehennemin cehennemi kovması gerektiğini ve şimşeklerin ışığında, gök gürültülerinde, bir çocuğun güleç yüzünü gördüğünü ama bizim bu çocuk gibi olmayacağımızı söylemişti.
Arka sıralardan “Evet, evet, gök gürültülerinde!” diye onayladılar.
Piyer’in evlerinde, yanlarında soytarılarıyla ya da kulüpte Boston oynarken gördüğü üniformalı, kordonlu, yoz ve dazlak yetmişlik ihtiyar kodamanların oturduğu büyük masaya yaklaştı kalabalık. Uğultu kesilmemişti. Kalabalığın baskısıyla sandalyelerin yüksek arkalıklarına yaslanmak zorunda kalan hatipler, birbirlerinin peşi sıra konuşuyorlardı ve kimi zaman da iki hatip aynı anda konuşuyordu. Arkalarında duran hatibin atladığı noktalar üzerinde duruyor ve bunları hemen söylemek için sabırsızlanıyorlardı. Daha başkaları ise bu sıkışıklıkta ve bu sıcakta açıklayacak bir düşünce bulmak için kafalarını arayıp tarıyorlar ve bunu hemen belirtmek istiyorlardı. Piyer’in tanıdığı ihtiyar kodamanlar yerlerinde oturuyor, kimi zaman şuna kimi zaman buna bakıyorlardı; çoğunun, sıcaktan patladığı anlaşılıyordu hâlinden. Ama Piyer çok heyecanlı hissediyordu kendisini; söylenenlerin anlamından çok seslerde
57
“Çok sayın muhatabım.”
58
“Ki tanışmak şerefinden yoksun bulunuyorum.”
59
“Kurbanlık.”