Savaş ve Barış II. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Savaş ve Barış II. Cilt - Лев Толстой страница 29
Smolensk, İmparator’un ve bütün halkın isteğine aykırı olarak terk ediliyordu. Ama kenti, valileri tarafından aldatılan halkın kendisi yakıyordu. Ve Rusya’nın geri kalan bölümüne bir örnek olan bu yersiz yurtsuz insanlar, kaybettiklerini düşünerek ve yürekleri düşmana duydukları kinle kabarmış hâlde Moskova’ya gidiyorlardı. Napolyon ilerliyor, biz çekiliyorduk ve böylece Napolyon’u yenilgiye uğratacak durum ortaya çıkıyordu.
II
Oğlu evden ayrıldıktan sonra, ertesi gün, Prens Nikolay Andreyiç; Prenses Mariya’yı yanına çağırdı.
“Memnun musun şimdi?” dedi. “Oğlumla aramı bozdun işte, bundan başka şey de istemiyordun zaten. Oldu mu?.. Benim için, ihtiyar ve güçsüz bir insan için ne acı şey! Demek, gönlün buna razı oldu. Artık sevin, sevin!”
Bundan sonra bir hafta boyunca babasını görmedi Prenses Mari-ya. İhtiyar Prens hastaydı ve çalışma odasından çıkmıyordu.
Babasının, bu hastalığı sırasında Matmazel Bourienne’i de yanına kabul etmediğini ve kendisine yalnızca Tihon’un bakmasına izin verdiğini şaşırarak fark etmişti Prenses Mariya.
Prens bir hafta sonra odasından çıktı, eski hayatına başladı yeniden; özel bir çaba harcayarak yapı ve bahçe işleriyle uğraşıyordu. Matmazel Bourienne’le arasındaki bütün eski ilişkileri de kesmişti. Mariya’ya karşı takındığı soğuk tavırla, “Görüyor musun işte; günahıma girdin, Fransız kızıyla ilişkim konusunda Prens Andrey’e yanlış bilgi verdin, oğlumla aramı bozdun; bana sen de gerekli değilsin, bu Fransız kızı da!” demek istiyor gibiydi.
Prenses Mariya; günün yarısını Nikoluşka ile geçiriyor, derslerini kontrol ediyor, Rusça öğretiyor ve müzik dersi veriyordu ona. Arada Desalles’le konuşuyor; günün geri kalan bölümünü de yaşlı dadıyla, kitaplarla ve kimi zaman arka kapıdan ziyaretine gelen din adamlarıyla geçiriyordu.
Prenses Mariya da savaş konusunda bütün öteki kadınlardan farklı düşünmüyordu. Cephede bulunan kardeşi için korkuyor ve hiçbir anlam veremediği insanların birbirlerini öldürmeye varan gaddarlıklarından dehşete düşüyordu. Ama kendisine daha eski savaşlardan farksız görünen bu savaşın önemi hakkında hiçbir fikri yoktu. Savaşın gelişmeleri ile yakından ilgilenen ve bu konudaki düşüncelerini kendisine açan Desalles; din adamlarının, Deccal’in gelişine ilişkin halk arasında yaygınlaşan söylentileri dehşet duyarak açıklamalarına ve artık Prenses Drubetskaya olan ve kendisiyle yeniden yazışmaya başlayan Jüli’nin Moskova’dan yurtseverlik dolu mektuplar göndermesine rağmen böyle bir fikir edinemiyordu.
Bir mektubunda şöyle diyordu Jüli:
Sevgili Dostum,
Size Rusça yazıyorum. Çünkü Fransız olan her şeyden nefret ettiğim gibi dillerinden de nefret ediyorum. Moskova’da hepimiz, İmparator’umuzun getirdiği coşkuyla doluyuz.
Zavallı kocam, Musevi lokantalarında eziyet ve açlık çekiyor. Ama ondan aldığım haberler, daha da yüreklendiriyor beni.
İki oğlunu kucaklayarak “Onlarla öleceğim ama yılmayacağız biz!” diyen Rayevski’nin kahramanlığını duymuşsunuzdur şüphesiz. Gerçekten de bizden iki kat fazla düşman karşısında sarsılmadık. Vaktimizi her zamanki gibi geçiriyoruz ama savaşta olması gerektiği gibi. Alina ve Sophie bütün gün benimle birlikte. Biz, yaşayan kocaların bahtsız dulları, sargı bezleri hazırlarken tadına doyum olmaz konuşmalar yapıyoruz. Bir de siz burada olsanız…
Prens Mariya’nın bu savaşın önemini kavrayamamasının başlıca nedeni, İhtiyar Prens’in savaştan söz etmemesi ve savaştan söz açtığı zaman Desalles’le sofrada alay etmesiydi. Prens o kadar kendinden emin ve sakindi ki Prenses Mariya hiçbir şey düşünmeden inanıyordu ona.
Temmuz ayı içinde durup dinlenmeden çalıştı İhtiyar Prens, yeni bir bahçe düzenledi ve hizmetçiler için yeni bir bina yaptırttı. Prenses Mariya; babasının az uyumasından, çalışma odasında her gün uyuma âdetinden vazgeçmesinden ve yattığı yeri her gün değiştirmesinden kaygılanıyordu sadece. Kimi zaman portatif karyolasını holde kurdurtuyor, kimi zaman misafir odasında divanın üzerinde ya da Voltaire koltuğunda elbiselerini değiştirmeden uyukluyor ve bu sırada Matmazel Bourienne’in yerini alan Petruşa ona kitap okuyor, kimi zaman da geceyi yemek salonunda geçiriyordu.
Ağustosun ilk günü, Prens Andrey’in ikinci mektubu da geldi. Ayrılışından az sonra yazdığı ilk mektubunda, babasına söylediklerinden ötürü bağışlanmasını rica etmiş; kendisine yine sevgiyle davranılmasını dilemişti ondan. İhtiyar prens, bu mektuba, sevgi dolu bir cevap yazdı ve bundan sonra Fransız kızını yanından uzaklaştırdı. Prens Andrey’in Vitebsk yakınlarında, Fransızların kenti işgalinden sonra yazdığı ikinci mektup ise bir planı; savaşın gelişmesine ilişkin kısa açıklamaları ve daha sonraki gelişmeler hakkındaki düşüncelerini kapsıyordu. Savaş alanına yakın ve düşmanın yolunun üzerinde bulunmalarının bir tehlike olduğunu belirten Prens, Moskova’ya gitmelerini tavsiye ediyordu.
O gün yemekte, Desalles’in, Fransızların Viteosk’a o girdikleri konusunda söylentiler olduğunu söylemesi üzerine İhtiyar Prens; oğlunun mektubunu hatırladı ve Prenses Mariya’ya “Prens Andrey’den bugün mektup aldım…” dedi. “Okumadın mı?”
“Hayır, mon pere.”61 diye cevap verdi Prenses.
Geldiğini bile duymamış olduğu mektubu okuması imkânsızdı.
Prens içinde bulunulan savaştan söz ederken her zamanki alaycı gülümsemesiyle “Savaştan söz ediyor canım, hani şu savaştan.” dedi.
Desalles, “Çok ilginç olmalı…” dedi. “Prens işin içinde.”
Matmazel Bourienne de “Ah, ne kadar ilginç!” dedi.
İhtiyar Prens, Matmazel’e dönerek “Gidin getirin…” dedi. “Biliyorsunuz, küçük masanın üzerinde, tamponun altındadır.”
Matmazel Bourienne, sevinçle hopladı yerinden. Ama İhtiyar Prens kaşlarını çatarak bağırdı:
“Hayır, olmaz! Sen git Mihail İvaniç.”
Mihail İvaniç çalışma odasına gitti. Ama henüz çıkmıştı ki “Bir şey beceremez bunlar!” dedi Prens. “Her şeyi karmakarışık ederler.”
Kaygılı gözlerle, peçetesini atıp kendisi odaya yöneldi.
O çıkarken Mariya, Desalles, Matmazel Bourienne ve hatta Nikoluşka; hiçbir şey demeden bakışıp durdular. İhtiyar Prens, elinde mektup ve bir plan olduğu hâlde Mihail İvanoviç’le birlikte hızlı adımlarla geri döndü. Hepsini yanına koydu ve yemekte kimseye okutmadı.
Misafir salonuna geçilince mektubu Prenses Mariya’ya verdi. Yeni binalarının planını önüne serdi, gözlerini bunlara dikti ve Prenses Mariya’ya yüksek sesle okumasını söyledi. Mektubu okuyup bitiren Prenses Mariya, sorar gibi babasına baktı. Ama İhtiyar Prens plandan ayırmıyordu gözlerini, düşüncelerine dalmış gitmiş
61
“Babacığım.”