Mister Pickwick'in Maceraları I. Cilt. Чарльз Диккенс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mister Pickwick'in Maceraları I. Cilt - Чарльз Диккенс страница 11
“Çok doğru, efendim.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass.
“Sahne ışıklarının ardında olmak.” diye devam etti kederli adam. “Büyük bir kraliyet oyununda olmak ve ipek kıyafetlere ve şatafatlı kalabalığa hayran kalmak, tüm bunların arkasında olmak o incelikleri yaratan, umursanmayan ya da tanınmayan ve ister batsın ister çıksın, ister açlıktan ölsün ister hayatta kalsın, kaderlerinde ne varsa öyle olsun denilen insanlardan olmak demektir.”
“Kesinlikle.” dedi Mr. Snodgrass. Çünkü kederli adamın çökük gözleri onun üstündeydi ve kendini bir şeyler söyleme zorunluluğunda hissetmişti.
“Devam et, Jemmy.” dedi İspanyol gezgini. “Güneş şapkası çiçeği gibi, tüm o tepelerdekiler gibi. Vak vaklamak yok, konuş. Canlı görün.”
“Başlamadan önce bir kadeh daha ister misiniz, efendim?” diye sordu Mr. Pickwick.
Kederli adam söylenenlerden bir anlam çıkarıp brendi ve suyu karıştırdığı bardağın yarısını yavaşça mideye indirdikten sonra kâğıt tomarını açıp kulüp kayıtlarında Avare’nin Hikâyesi olarak kaydedilen bir sonraki olayı kâh okuyup kâh anımsayarak anlatmaya başladı.
AVARE’NİN HİKÂYESİ
“Nakledeceğim şeyin harikulade hiçbir tarafı yok.” dedi kederli adam. “Hatta alışılmamış bir yönü bile yok. İstek ve hastalık, hayatın pek çok aşamasında insan doğasının en sıradan değişikliklerine bahşedilen ilgiden daha fazlasını hak etmeyecek kadar olağandır. Bu notları bir araya getirdim çünkü başkahramanını uzun yıllardır tanıyordum. Onun ilerleyişini gerisin geriye, adım adım, bir daha doğrulamadığı o aşırı yıkıma ulaşana kadar takip ettim.”
“Sözünü ettiğim kişi düşük bir pandomim oyuncusuydu ve kendi sınıfından olan pek çok kişi gibi bağımlı bir ayyaştı. İyi günlerinde, aşırılık yüzünden bitkin düşmeden ve hastalıktan bir deri bir kemik kalmadan önce iyi bir maaşı vardı ki eğer dikkatli ve sağduyulu olsaydı o maaşını birkaç sene daha almaya devam edebilirdi. Uzun yıllar boyu değil çünkü bu adamlar ya erken ölürler ya da geçim için ihtiyaç duydukları yegâne şey olan fiziksel dermanlarını, bedensel güçlerini gereksiz yere zorlayarak erken yaşta kaybederler. Peşindeki günahlar onu o kadar çabuk bertaraf etti ki onu tiyatroda gerçekten işe yarayabileceği alanlarda görevlendirmek imkânsız hâle geldi. Barların çekiciliğine karşı koyamıyordu. Eğer aynı yolda devam ederse ihmal edilen hastalık ve çaresiz yoksulluk kesinlikle onun ölümünün nedenleri olacaktı ve sonuç tahmin edilebilirdi. Hiçbir iş bağlayamıyordu ve ekmeğe ihtiyacı vardı.”
“Tiyatro meseleleriyle biraz bile ilgili olan herkes büyük kuruluşların sahnesinin dibinde ne tür kılıksız, yokluk çeken insanların olduğunu bilir. Sürekli iş bulan aktörler değil ama bale insanları, geçit insanları, cambazlar gibi bir pandomim ya da paskalya gösterisinde kullanılmış sonra da büyük izleyici kitlesine sahip bir yapımda yeniden hizmetlerine ihtiyaç olana kadar salınmış insanlardır bunlar. Adam böylesi bir hayata sığınmaya mecbur bırakılmıştı ve düşük bir tiyatroda her akşam bir rol almak ona haftalık birkaç şilin kazandırdı ve kendini eski eğilimlerine kaptırmasına neden oldu. Bu kaynak bile kısa süre sonra suyunu çekti; düzensizlikleri normal şartlarda kazanabileceği sempatiye meyil vermeyecek kadar büyüktü ve ara sıra dostlardan ödünç alarak ya da en düşük tiyatrolarda ufak tefek roller kaparak kazandığı üç beş kuruş dışında resmen açlık sınırına kadar düşmüştü ki zaten eline geçen her kuruşu eski alışkanlıklarına harcıyordu.”
“Bu aşamada bir senedir ayakta kalmayı başarmıştı ve kimse bunu nasıl başardığını bilmiyordu. Ben suyun Surrey’ye kıyısı olan kısmındaki bir tiyatroda kısa bir işe girmiştim ve bu adamı da orada gördükten sonra bir süre izini kaybettim. Ben taşrayı geziyordum, o da Londra’nın geçitlerine ve ara sokaklarına sığınıyordu. Bir gün ben eve gitmek için üstümü değiştirmiş çıkarken de sahneden geçerken omuzuma dokundu. Arkamı döndüğümde gözümün önündeki o iğrenç görüntüyü asla unutmam. Pandomim yapmak için giyinmişti ama bir palyaçonun tüm absürtlüğünü yansıtıyordu. Dance of Death oyunundaki hayaletimsi figüranlar, muktedir ressamların tuvale çizdikleri en korkutucu resimler bile bu kadar dehşet verici bir görüntüyü sunmamıştır. Şişkin vücudu ve küçülmüş bacakları, -bu kısımlardaki deformasyonlar saçma kostümle yüze katlanıyordu-cam gibi gözler, yüzünün resmen bulandığı kalın beyaz boyayla tezatlık oluşturuyor; anlamsızca süslenmiş, kontrolsüzce titreyen baş, beyaz tebeşirle ovalanmış uzun incecik eller… Bunların hepsi ona hiçbir tanımlamanın tam anlamıyla bir fikir veremeyeceği ve bugüne kadar her düşündüğümde içimi ürperten o gudubet ve doğaya aykırı görünümü veriyordu. Beni kenara çekip uzun bir liste hâlinde, yarım yamalak biçimde hastalıklarını, sıkıntılarını anlattığı sesi boş ve titrekti ve her zamanki gibi önemsiz bir miktarda borç isteğiyle sonlanıyordu. Eline birkaç şilin bıraktım ve arkamı döndüğümde kükrercesine bir kahkaha ve sahnedeki ilk taklasını duydum. Birkaç gece sonra, bir oğlan çocuğu elime adamın üzerinde kurşun kalemle çok kötü hasta olduğunu ve oyundan sonra onu tiyatroya hiç de uzak mesafede olmayan filanca caddedeki -adını şimdi unuttum- evinde ziyaret etmem için yalvardığını bildiren pis bir kâğıt parçası sıkıştırdı. Elimden gelen en kısa sürede gideceğime söz verdim ve perdeler indikten hemen sonra duygusal görevime koyuldum.”
“Saat geç olmuştu çünkü sahneye en son çıkan bendim ve bu yardım kuruluşu adına düzenlenen bir gece olduğu için performanslar normalden uzun sürmüştü. Karanlık, soğuk, ürpertici, yağmuru sertçe evlerin ön cephesindeki pencerelere çarpan, rutubet yüklü, rüzgârlı bir geceydi. Dar ve kalabalık olmayan caddelerde su birikintileri oluşmuştu ve sık biçimde dikilmiş yağ lambalarının çoğu rüzgârın şiddeti yüzünden söndüğünden yürüyüş yalnızca rahatsızlık verici değil aynı zamanda belirsizdi de. Neyse ki doğru yoldaydım ve nasıl olduysa biraz uğraştan sonra tarif edilen evi, arayışımın öznesinin arka odasında bulunduğu iki katlı bir kömür deposunu buldum.”
“Sefil görünümlü bir kadın olan adamın karısı beni merdivenlerde karşıladı ve adamın uyur gibi olduğunu söyledikten sonra beni usulca onun yanına götürdü ve yatağın yanındaki bir sandalyeye oturttu. Hasta adam yüzü duvara dönük yatıyordu. Ben de o, varlığımın farkında olmadığı için içinde bulduğum mekânı rahatlıkla incelemeye başladım.”
“Gün içinde kapatılan eski bir karyolada yatıyordu. Rüzgârı kesmek için yatağın başına sarılan ekoseli bir perdeden geriye kalan paçavralar sarkıyordu ama rüzgâr yine de bir yolunu bulup kapıdaki deliklerden mütemadiyen odanın içine girip çıkıyordu. Paslı, tamir edilmemiş ızgaradaki ateş kor hâlinde yanıyordu; onun önünde üzerinde birkaç ilaç şişesi, kırık bir bardak ve birkaç başka eşyanın da olduğu üç köşeli, eski ve lekeli bir masa vardı. Ufak bir çocuk yerde kendisi için yapılmış geçici yatakta uyuyordu. Kadın da yatağın yanındaki sandalyede oturuyordu. Üzerinde birkaç tabak, fincan ve fincan altlığının olduğu birkaç raf vardı ve altında da bir çift sahne ayakkabısıyla birkaç levha duruyordu. Odanın çeşitli yerlerine özensizce atılmış paçavra yığınları dışında evdeki eşyalar bunlardı.”