Ejderhanın Saati / Kahraman Conan. Robert E. Howard

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ejderhanın Saati / Kahraman Conan - Robert E. Howard страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Ejderhanın Saati / Kahraman Conan - Robert E. Howard

Скачать книгу

kadar deliği kapatırlardı. Bu bir çeşit işkence şekli de olabilirdi, içerideki tutsağa küçücük bir ay ışığı veya güneş ışığı bahşetmek.

      Loş ışığın altında bakışları köşede duran iskelete çevrildi. Kafasını o kişinin kim olduğunu veya neden orada olduğunu düşünmek gibi gereksiz bir şey için yormadı ancak kemiklerin nasıl öyle paramparça bir hâle geldiğini merak ediyordu. Kemiklere baktıkça tatsız bir detay fark etti. Kemikler uzunlamasına ayrılmışlardı ve bunun tek bir açıklaması olabilirdi. Birisi kemikleri, içindeki iliği çıkarmak amacıyla kırmıştı. Nasıl bir yaratık ilik çıkarmak için birinin kemiklerini kırardı? Belki de bu artıklar açlıktan ölmek üzere olan birinin korkunç yamyam ziyafetinden kalan artıklardı. Conan ileride kendi kemiklerinin de bu paslı zincirlerde bulunup bulunmayacağını merak ediyordu. İçinde tuzağa düşürülmüş bir kurdun paniği vardı.

      Kimmeryalı, herhangi bir şehirlinin yapacağı şekilde ne bağırdı ne küfür etti ne ağladı ne de sinirden delirdi. Ancak göğsünün üzerine çöken ağrı dayanılacak gibi değildi. Batı yakasında bir yerlerde Nemedya ordusu, ortalığı yakıp yıkarak Conan’ın krallığını ele geçirmek üzere ilerliyordu. Poitanyalıların küçük birliği onların karşısında duramazdı. Prospero, Tarantia’yı belki birkaç hafta elinde tutabilirdi; belki de birkaç ay. Ancak bir çare bulunmadığı sürece eninde sonunda teslim olmak zorunda kalacaklardı. Baronlar istilacılara karşı elbette Conan’ı destekleyeceklerdi ancak herkes krallık için savaşıp mücadele ederken Conan’ın tek yapabildiği karanlık hücrede âciz bir şekilde yatmaktı. Kral bunları düşündükçe güçlü dişlerini intikam hırsıyla gıcırdatıyordu.

      İlerideki kapının dışından gelen sinsi bir adım sesiyle irkildi. Gözlerini dikerek eğildi ve parmaklıkların dışındaki belli belirsiz silüete bakmaya çalıştı. İki metalin birbirine sürtünmesiyle çıkan sinir bozucu bir ses çıkıyordu, sanki bir anahtar bir kilidi açmaya çalışıyordu.

      Daha sonra silüet Conan’ın görüş açısının dışına çıktı. Nöbetçilerden birinin kapıyı kilitlediğini düşündü. Bir süre sonra aynı sesin tekrar biraz daha uzaktan geldiğini duydu. Yavaşça kapı açılma sesi geldi, arkasından da telaşlı ve sessiz adımlar. Sonrası yine sessizlikti.

      Conan bir süre daha dinledi. Bu süre ona çok uzun gelmişti ancak belli ki o kadar uzun değildi çünkü minik ışık hüzmesinden anladığı kadarıyla hâlâ geceydi. Başka bir şey duymamıştı. Sonunda pozisyonunu değiştirmek için kıpırdandı, bağlı olduğu zincirler şıngırdadı. Bir ses daha duydu; hücreye sokulduğu yakındaki kapının dışından gelen yavaş ayak sesleri. Hemen ardından gri ışığın loşluğunda uzun ince bir silüet gördü.

      “Kral Conan!’’ dedi yumuşak bir ses telaşla. “Ah, efendim. Orada mısınız?’’

      “Başka nerede olabilirim?’’ diye cevap verdi Conan kabaca ve yabancıyı görmek için kafasını çevirdi.

      İncecik parmaklarıyla sıkıca demir parmaklıkları tutan bir kadındı. Arkasından yansıyan loş ışık zarif silüetini belli ediyordu; ipek gibi saçları beline doğru iniyor, güzel boynundaki kolye parıldıyordu. Karanlığın arasında gözüken kömür gibi gözleri ışıl ışıldı, beyaz teni âdeta bir mermer gibi parlaktı. Saçları, loş ışığın yansıttığı beyaz teninin üzerindeki siyah bir şelale gibiydi.

      “Kelepçelerinizin ve uzaktaki kapının anahtarları!” diye fısıldadı ve zarif elini parmaklıkların arasından uzatıp yere üç tane şey attı, yere attığı şeyler şıngırdadı.

      “Ne çeşit bir oyun bu böyle?” diye sordu Conan. “Nemedya aksanı ile konuşuyorsun ve benim hiç Nemedyalı bir arkadaşım yok. Efendiniz şimdi nasıl bir kötülük peşinde? Seni buraya beni kandırman için mi gönderdi?”

      “Kandırma falan yok!” Kız tir tir titriyordu. Parmaklıkları kavramasıyla kolyesi ve bileziklerinden ses çıkıyordu. “Mitra üzerine yemin ederim! Anahtarları siyahi gardiyanlardan çaldım. Zindanın bekçisi onlar ve her birinin anahtarı bir kapıyı açıyor. Onları içirip sarhoş ettim. Senin kafasını kırdığın bekçiyi doktora göndermişler, bu yüzden ondaki anahtarları alamadım. Ben de diğer kapının anahtarlarını çaldım. Ah, lütfen oyalanma artık! Bu zindanların arkasında cehennemin kapısı olan mağaralar var.”

      Biraz etkilenmiş ve şüpheci bir şekilde Conan anahtarları denemeye başladı, anahtarların açmayacağını ve kadının alay ederek kahkaha atacağını bekliyordu. Anahtarın gerçekten, önce zinciri halkaya bağlayan kilidi sonra bileklerindeki kelepçelerin kilidini açmasıyla heyecanlandı. Kısmen özgür olmanın sevinciyle ayağa kalktı. Hemen parmaklıklı kapının kilidini açmak üzere fırladı, onu kurtaran cesur kız da heyecanla izliyordu.

      “Kimsin sen? Neden bunu yapıyorsun?” diye sordu Conan.

      “Ben Zenobia.” diye mırıldandı korkudan nefes nefese. “Kralın haremindeki sıradan kızlardan biriyim.”

      “Tabii bu lanet bir tuzak değilse.” diye homurdanmaya devam ediyordu Conan. “Bu anahtarları bana getirmen için bir sebep göremiyorum.”

      Kız boynunu eğdi, daha sonra kaldırdı ve Conan’ın şüpheli gözlerinin içine derin derin baktı. Siyah uzun kirpiklerinde küçük bir mücevher gibi gözyaşları parıldıyordu.

      “Kralın haremindeki sıradan bir kızım ben sadece.” dedi mahcup ve alçak gönüllü bir tavırla. “Bana hiçbir zaman bakmadı bile ve muhtemelen bakmayacak. Onun masasındaki kemikleri sıyıran köpeklerden biriyim sadece onun için.”

      “Ama ben süslü bir oyuncak değilim; etten kemikten bir insanım. Nefes alan, nefret eden, korkan, eğlenen, gülen ve âşık olan normal bir insanım. Ve size âşık oldum. Ah Kral Conan, sizi yıllar önce Kral Nimed’i ziyaretinizde Belverus sokaklarından şövalyelerinizle geçerken gördüm. Kalbim sizi görünce yerinden çıkacak gibi atmaya başladı ve sanki o gün, o sokakta, sizin atlarınızın ayakları altında ezildi.”

      Konuştukça gözyaşları sular seller gibi akıyordu ancak kömür gözlerinde herhangi bir duraksama veya tereddüt yoktu. Conan hemen bir cevap vermedi; vahşi, hırslı ve asiydi. Ancak bir kadının saf ruhunu açması karşısında en yabani adam bile duygulanırdı.

      Tekrar kafasını eğdi, hıçkırırken incecik bileklerini kırmızı dudaklarına bastırdı. Ancak birden kafasını kaldırdı ve içinde bulundukları durumu hatırladı, kara gözlerinde endişe vardı.

      “Acele edin!” diye fısıldadı telaşla. “Saat gece yarısını geçti, gitmeniz lazım.”

      “Ama anahtarları çaldığını öğrenirlerse senin derini yüzerler.”

      “Kimse bilmeyecek. Sabah olduğunda siyahi bekçiler onlara kimin şarap verdiğini hatırlasalar bile sarhoşken anahtarları çaldırdıklarını kimseye itiraf edemezler. Bu kapıyı açan kilidi alamadım o yüzden diğer kapıdaki mağaradan geçmelisin. O kapının ardında seni nasıl bir tehlike bekliyor bilmiyorum ama bu hücrede durduğun sürece daha büyük bir tehlike altında olacağın kesin. Kral Taraküs döndü.”

      “Ne? Taraküs mü?”

      “Evet. Döndüğünü gizliyorlar

Скачать книгу