Ejderhanın Saati / Kahraman Conan. Robert E. Howard
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ejderhanın Saati / Kahraman Conan - Robert E. Howard страница 7
“Yer sallanıyor ve üzerindeki askerler ve atlar düşmeye başladı! Aman tanrım kayalıklar! Kayalıklar düşüyor!”
Yaverin anlattıklarının üstüne korkunç gürültüler gelmeye devam etti, şiddetli bir sarsıntı başladı. Zemin âdeta beşik gibi sallanıyordu. Dehşetin sesi, savaşın gürültüsünü bastırıyordu.
“Kayalıklar paramparça oldu!” bağırdı öfkeden deliye dönen yaver. “Geçidin üstüne yıkıldı ve içindeki herkes ezildi! Bir ara tozun toprağın içinde aslanlı bayrağı gördüm ama sonra o da kayıplara karıştı! Ah! Nemedyalılar zafer çığlıkları atıyorlar. Bağırırlar tabii, beş bin şanlı şövalyemiz kayalıkların altında can verdi! Duyuyor musunuz?”
Conan, büyük bir bağırış sesi duyuyordu; sesler çılgınca yükseliyordu: “Kral öldü! Kral öldü! Kaçın kaçın! Kral öldü!”
“Sahtekârlar!” dedi Conan soluk soluğa. “Nankör köpekler! Alçaklar! Korkaklar! Ah Crom, keşke yürüyebilecek hatta emekleyebilecek kadar gücüm olsaydı. Gerekirse kılıcı dişlerimle taşıyarak giderdim nehre! Nasıl olur, gerçekten kaçıyorlar mı?”
“Evet.” dedi yaver, ağlamak üzere bir ses tonuyla. “Nehre doğru yöneldiler, çökmüş durumdalar; arkalarına bile bakmadan kaçıyorlar. Pallantides’ı görüyorum, akıntının içinde debeleniyor; düştü ve atlar üzerinden geçiyorlar! Şövalyeler, mızraklılar, okçular hepsi nehre doğru güruh hâlinde kaçışıyorlar. Nemedyalılar herkesi tek tek öldürüyor.”
“Nehrin bu yakasına geçince direnecekler!” diye bağırdı kral. Alnından damlayan terlerle yatağın üzerinde zar zor doğrularak dirseklerinin üzerinde durdu.
“Sanmam!” dedi yaver. “Yapamazlar! Çökmüş vaziyetteler, bozguna uğradılar! Tanrım, keşke bu günleri görmeseydim.”
Daha sonra görevinin gerektirdiğini hatırladı ve orada öylece dikilen silahlı askerlere seslendi: “Hemen bir at alın ve bana yardım edin, kralı taşıyalım. Burada böylece olup biteni izleyemeyiz.”
Ancak onlar daha emri yerine getiremeden hücum başlamıştı. Şövalyeler, mızraklılar ve okçu askerler ordu kampındaki çadırların arasında eşyaların üstünden atlaya atlaya kaçışıyorlardı; hemen arkalarından da Nemedyalı askerler kampa sızmışlardı. Çadırların iplerini kesmeye, yüzlerce yeri ateşe vermeye başladılar. Çoktan yağmacılığa başlamışlardı. Conan’ın çadırında nöbet tutan azılı askerler de acılı bir şekilde can verdiler; ölü bedenlerinin üzerinde düşmanların ayakları tepiniyordu.
Çadırdaki yaver kapıyı sıkı sıkıya kapatmıştı. Katliamın karmaşası içinde düşman askerleri çadırda birileri olduğunun farkında değillerdi. O yüzden çadırın çevresinde çok fazla durmadan vadinin diğer tarafına doğru aynı hücumla ilerliyorlardı. Ancak yaver dışarıya baktığında birkaç kişinin içeride biri olup olmadığına bakmak üzere kraliyet çadırına yaklaştıklarını gördü.
“Dört askeri ve yaveriyle Nemedya kralı bu tarafa doğru geliyor efendim.” dedi yaver Conan’a. “Sizin teslimiyetinizi ilan edecekler.”
“Şeytan teslim etsin sizi!” dedi kral, büyük bir kızgınlıkla diş bileyerek.
Kendisini zorlayarak oturur duruma geldi. Bacaklarını acıyla yataktan aşağı doğru indirdi, doğruldu; sersemlemiş bir şekilde sallanıyordu. Yaver yardımcı olmak için koştu ancak Conan izin vermeyip itekledi.
“Ver şu oku bana!” dedi sertçe, çadırda asılı duran bir ok ve sadağını işaret ederek.
“Ancak, efendim!” dedi yaver, büyük bir kaygı ve endişe içinde. “Savaş kaybedildi! Yenilgiyi ağırbaşlılıkla kabul etmek kraliyet soyunun onurunun bir parçasıdır.”
“Ben kraliyet soyundan falan değilim!” dedi Conan. “Ben bir barbarım ve bir demircinin oğluyum.”
Oku ve yayı zorla aldı, çadırın girişine doğrulttu. Hem korkutucu hem de oldukça heybetli gözüküyordu. Yırtık bir gömlek ve deri, kısa bir pantolon dışında çıplak sayılırdı. Yırtık gömleğinden kaslı ve kıllı koca göğsü gözüküyordu. Dolaşık siyah saçlarının altında mavi gözleri keskin ve öfkeli bakışlarla parlıyordu. Kralın bu cesur görüntüsü yaverini bile en az bir Nemedya askeri kadar korkutmuştu.
Conan, heybetli bacaklarının üstünde sersemce sallana sallana çadırın bez kapısını birden açtı, çadırdan çıktı. Nemedya Kralı ve yaverleri attan inmişlerdi, Conan’ı görünce bir süre durdular. Gördükleri karşısında şok olmuş bir vaziyette bakakaldılar.
“İşte buradayım, sizi pislikler!” diye kükredi Kimmeryalı. “Ben kralım! Sonunuz olacağım sizi, it sürüsü!”
Okunu meydan okurcasına çekti ve fırlattı. Tam da Taraküs’ün yanındaki yaverin göğsüne saplandı. Conan’ın hedefi Nemedya Kralı’nın kendisiydi.
“Lanet titrek elim! Gelin beni alın cesaret edebiliyorsanız!”
Güçsüz kalmış bacaklarının üstünde geriye doğru sallandı. Bir çadır direğinden destek alarak doğruldu ve iki eliyle tutarak kılıcını aldı.
“Tanrı Mitra aşkına! O gerçekten kral!” dedi Taraküs şaşkınlıkla. Ona doğru şöyle bir baktı ve sinirden kahkaha attı. “Atın üzerindeki pislik başkasıydı! Çabuk alın kellesini!”
Kraliyet armalı üç silahlı asker, krala saldırmak üzere davrandılar, bir tanesi de kralın yaverine gürzle vurdu. Diğer ikisi o kadar hızlı değildi. Yaklaştıkları anda Conan arka arkaya kılıcını savurarak Nemedyalının kolunu kesip omuzundan ayırdı. Nemedyalı askerin vücudu sallandı ve silah arkadaşının ayağının dibine düştü. Adamın ayağı ölü bedene takıldı, kendisini toparlayamadan Conan’ın kılıcından nasibini aldı.
Conan, kılıcını soluk soluğa bir şekilde çıkardı, tekrar sendeleyerek çadırın direğinden destek aldı. Bütün vücudu titriyordu, göğsü soluk soluğa olmuş şekilde şişip iniyordu, boynundan ve yüzünden su gibi ter akıyordu. Ancak gözlerinden hâlâ vahşi bir öfke püskürüyordu, soluk soluğa: “Neden o kadar uzak duruyorsun Belverus iti! Ben oraya gelemiyorum, sen gel de gör gününü!’’ dedi. Taraküs tereddüt etti, kalan askerlerine ve siyah zırh içindeki cılız, suratsız yaverine baktı. Bir adım ileri çıktı. Ebat ve güç olarak Kimmeryalıdan daha zayıftı ancak bütün zırhı yerindeydi ve batı medeniyetleri arasında çok iyi kılıç kullanmasıyla bilinirdi. Ancak yaveri kolundan tuttu.
“Hayır, efendim. Hayatınızı tehlikeye atmayın. Bu barbarı öldürmeleri için okçuları çağıracağım, diğerlerini öldürdükleri gibi bunu da öldürürler.”
Savaş devam ederken yaklaşan at arabalarını hiç kimse fark etmemişti, şimdi gelmiş önlerinde duruyorlardı. Ancak Conan gördü, sırtından garip bir ürperti indi. Arabayı çeken siyah atların görünüşünde bir gariplik