Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler. Mikâil Bayram
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler - Mikâil Bayram страница 15
Mecidüddin İshak ölünce Sadreddin-i Konevî’nin annesi olan dul kalan eşi, Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile evlenmiştir. Oğlu Sadreddin Muhammed el-Konevî de babasının arkadaşlarına ve özelikle de üvey babasına talebe olmuş ve İbnü’l-Arabî’nin en güzide talebesi olarak temayüz etmiştir. (Bk. Burada Levha, XIV.) Uzun süre Malatya’da, Şam’da, Mısır’da İbnü’l-Arabî’nin yanında bulunan Sadreddin-i Konevî 1246’dan itibaren Konya’ya yerleşmiş, bugün kendi adıyla anılan caminin bulunduğu yerde bulunan medresesinde eğitim ve öğretim ile meşgul olmuştur. Konevî, burada babası Mecidüddin İshak’tan ve üvey babası ve hocası İbnü’l-Arabî’den kendisine intikal eden kitaplardan oluşan bir kütüphane de kurmuştur. İleride bu kütüphaneden söz edilecektir.
Sadreddin el-Konevî, ölüm tarihi olan 22 Temmuz 1274 (16 Muharrem 673) yılına kadar Konya’da bulunmuş, talim, tedris ve telif ile meşgul olmuştur. İbnü’l-Arabî’nin eserlerini okutarak onlara şerhler yazarak hocasının “vahdet-i vücûd” felsefesini tanıtmaya ve yaymaya çalışmıştır. Çok sayıda talebe yetiştirerek Anadolu’da Ekberiyye hareketinin başmuallimliğini yapmıştır. Müeyyedüddin el-Cendî, Kutbuddin-i Şirazî, Saidüddin el-Fergânî, Fahruddin-i İrakî, onun Anadolu’daki en tanınmış talebeleridir. Bu talebeleri de pek çok eserler yazarak talebeler yetiştirerek bu fikir hareketini yaymışlardır. İşte bu fikir hareketinin merkezi de Konya idi. Birçok devlet adamı da Sadreddin Konevî’ye talebe olmuşlardır. Ayrıca birçok talebesi de muhtelif şehirlerde kadılık ve müderrislik yapmışlardır.
Sadreddin-i Konevî bilimsel çalışmalarında hocası Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin “Vahdet-i Vucûd” felsefesini aklileştirmeye (rasyonalize) çalışmıştır. Bu felsefi görüş, kâinatta, varlık âleminde, Yaradan ile yaratılan (Halik ile mahluk) ikiliğinin bulunmadığı esasına dayanmaktadır. Âlemde kesret (çokluk) görünüm, vehim ve hayalden ibarettir. Varlık, mutlak gerçeğin bize farklı görünüşleridir. Oysa bir tek varlık var, o da Allah’ın varlığıdır. Gerçek dinî vahdaniyet de budur derler. İbnü’l-Arabî bu felsefi görüşü sezgi ile belirlemeye ve nasları da (ayet ve hadisleri) bu yönde yorumlamaya çalışırken Sadreddin Konevî bu düşünce tarzını akli kurallarla ve nasların desteği ile izah ve ispat etmeye çalışmaktaydı. Onun bu yola yönelmesinde Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud’un önemli rolü olmuştur.
Sadreddin Konevî ile Ahi Evren Şeyh Nasîrüddin Mahmud arasında da bu manada bir fikir ayrılığı vardı. Ahi Evren’le sürekli olarak birbirlerine mektup yazmışlar ve bu mektuplardaki münakaşalar sonunda Sadreddin Konevî’nin rasyonalizme yaklaştığı, hocası Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin sezgici “Vahdetü-i Vücûd”culuğunu aklileştirmeye (rasyonalize) yöneldiği görülmektedir. Bunu yaparken Ahi Evren’den büyük ölçüde etkilendiği ve yararlandığı gözlenmektedir. Ahi Evren’e yazdığı mektuplarda devamlı ona sorular yöneltmekte ve metafizik konularla ilgili meselelerin açıklanmasını istirham etmektedir. Hatta bazen eserlerini ona göndererek onların tashih edilmesini, hata ve sevaplarını göstermesini istemektedir. Vâkıâ Konevî’nin hocası Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile Ahi Evren’in hocası Fahreddin-i Râzî’nin de mektuplaşarak tartıştıkları bilinmektedir. Bu mektuplardan, bu iki zat arasındaki ihtilaf konusunun gene akliyecilik ve sezgicilik olduğu görülmektedir.84 Şu hususu da hatırlatmakta yarar var. Gerek akılcıların gerek sezgicilerin vahiy ve nasları değerlendirişleri, kullanışları birbirinden farklı olduğu gibi aklın sınır ve yetkisini takdir konusunda da farklı görüş ve anlayışa sahiplerdir. Aslında sezgiciler aklı bütünüyle ret ve iptal etmezler. İhtilafın esasını aklın yetkisinin belirlenmesi konusu teşkil etmektedir.
XIII. asırdan sonra İslam dünyasında fikir durgunluğunun başlaması sonucu olarak gerek akliyeci gerek sezgici fikir hareketi çizgisinde güçlü fikir adamları yetişmemiştir. Burada, Moğol istilasının İslam dünyasında yarattığı ekonomik, kültürel tahribatın yanında, çok sayıda seçkin insanın Moğollar tarafından katledilmesi, bu fikrî durgunluğun amili olduğunu hatırlatmak gerekir. S. Konevî, sahip olduğu düşünce tarzı ile sezgici olan Mevlana’ya da ters düşmekteydi. Hatta Mevlana daha ileri giderek Fîhi Mâ Fîh adlı eserinde isim de vererek onu tadlil ve tahkir etmektedir. Fakat şurası da muhakkaktır ki S. Konevî, ömrünün sonlarında daha çok hadis ilmi ile meşgul olmuştur. Hadis ilmi ile meşguliyeti ve Moğol emperyalizminin yarattığı siyasi ortam onu çok etkilemiş ve fikir hayatında derin bir değişme meydana gelmiştir. Ölümünden kısa bir zaman önce kaleme aldığı Vasiyetnâme’sinden “Selefi” bir çizgiye geldiği açıkça görülmektedir. Mensup olduğu ailenin Mağripli olması itibarıyla Maliki mezhepli idi. Konya’ya yerleşmiş olan Mağriplilerle irtibat hâlindeydi. Bu Mağriplilerin mescidi hâlen Konya’da mevcuttur. S. Konevî’nin çevresinde çok sayıda Mağripliler görülmektedir.
Sadreddin Konevî, derin bir ilim ve fikir adamıydı. Yalnız Anadolu’da değil şöhreti Suriye ve Mısır’da da yaygındı. Mısır’dan, Suriye’den ve Anadolu’dan pek çok sevenleri, talebeleri ona mektuplar yazıp problemlerini ona arz ediyorlardı. Kendisi de bu dostlarına ve devlet adamlarına mektuplar yazmıştır. Bu mektupları özel defterlerinde muhafaza ediyordu. Maalesef bu defterlerden sadece bir tanesi günümüze gelebilmiştir.
Bu mektuplardan 20 kadarını Nafahatü’l-İlâhiyye adlı eserinin sonuna dercetmiştir. Muhtelif zamanlarda ünlü ilim ve fikir adamları onun Konya’daki türbe ve camisinin yanı başında kurduğu kütüphanesinde çalışmışlardır. Bu kimselerden bazıları Sadreddin Konevî’nin ahfadına intikal etmiş olan özel defterlerine ulaşma imkânı da bulmuşlar ve bu defterlerde bulunan, ilgilerini çeken mektuplardan bazılarını kopya etmişler veya özetleyerek almışlardır.85 Konevî çok sayıda eserler yazan ve çok talebe yetiştiren bir fikir adamıdır. 40’tan fazla eser yazmıştır. O da dostu Ahi Evren gibi ömrünün sonunda karamsar, çevresine ve dünyaya küsmüş bir hâletiruhiyeye kapılmıştır. Ahi Evren’in “Mehdi artık gelmelidir.” diye haykırdığı gibi Sadreddin Konevî’nin de “Mehdi risalesi” yazması bundandır. Tabii onun böyle bir ruh hâline girmesi Moğolların ve Moğol yanlısı yöneticilerin Anadolu’da katliamlar gerçekleştirmeleri, baskı ve zulüm ortamı yaratmalarındandır. Vasiyetinde Anadolu’ya daha kara günlerin geleceğini bildirmekte ve gençlerin bir an önce Anadolu’yu terk etmelerini öğütlemektedir. Nitekim çok sevdiği dostu Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud ve Seyyidü’l-akran diye andığı el-Hac Tacüddin-i Kâşi, Malatya’dan arkadaşı
83
İbnü’l-Arabî,
84
İbnü’l-Arabî, Resail,
85
Bk. Mesela Yâr Ali Şirazî (814/1411) bir müddet S. Konevî’nin kütüphanesinde çalışmış ve Konevî’nin defterlerinde bulunan pek çok mektup ve risaleleri kopya etmiştir. Yâr Ali’nin bu derlemesi Bursa Eski Eserler Ktp. (H. Çelebi Kısmı), no. 1183’tedir.