Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler. Mikâil Bayram
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler - Mikâil Bayram страница 13
Ahi Evren’in bu sözlerinden şehirlerde sanayi çarşılarının kurulması fikrinin ortaya atıldığını görüyoruz. Ahilik ve Ahi Teşkilatı işte bu düşüncelerin uygulamaya koyulmasının tabii sonucu olarak doğmuş ve gelişmiştir. Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud’un bu düşüncelerinin devrin sultanları ve yöneticileri tarafından benimsenmiş olduğu ve uygulandığı anlaşılmaktadır. Zira Ahi Evren’in ilk yerleştiği yer olan Kayseri’de böyle bir sanayi sitesinin kurulmuş olduğunu bazı kaynaklardan öğrenmekteyiz. Ahi Evren’in kayınpederi olan Şeyh Evhadüddin Hâmid el-Kirmani (635/1237) adına kaleme alınan Menâkıb-ı Şeyh Evhâdü’d-dîn-i Kirmânî adlı eserde bildirildiğine göre Kayseri’de bir Dericiler Çarşısı, bunun bitişiğinde de Külâh-Dûzlar Çarşısı bulunuyordu.78 Aynı eserin bir başka yerinde de Kayseri’deki Bakırcılar Çarşısı’ndan söz edilmektedir. Bu eserde Kayseri’de Dokumacılar ve Örgücüler Çarşısı’ndan da bahsedilmekte. Evhadüddin-i Kirmani’nin müritlerinin buradan İstanbul’a ve diğer Rum beldelerine halı ve kilim ihraç ettikleri bildirilmektedir.79 İlginç olan bir husus da Kayseri’deki Ahilere ait olan bu sanayi sitesinde hanımlara mahsus çalışma yerlerinin de bulunmasıdır. Ahilerin kız ve hanımları da “Anadolu Bacıları” (Bâcıyân-ı Rum) adıyla aralan bir teşkilat kurmuşlardı. Bu örgüte mensup genç kızlar ve hatunlar da bu sanayi sitesinde kadın el sanatlarını icra ediyorlardı.
Mevlana Celâleddin-i Rumî yalnız Doğu’da değil Batı’da da en fazla ilgi uyandıran, dünyaca meşhur bir şair, mutasavvıf ve mütefekkirdir. Bu yüzden gerek Doğu’da gerek Batı’da üzerinde yoğun çalışmalar sürdürülmektedir. Eskiler Mevlana’ya çok dar bir pencereden bakmışlardır. Onu sadece Mesnevi’nin yazarı olarak telakki etmiş, asırlarca Mevlevi dergâhlarında ve diğer çevrelerde bu eser okunmuş ve şerhler yapılmış olduğu hâlde, diğer eserleri ile çok az ilgilenmişlerdir. Fikrî yönü büyük ölçüde ihmal edilmiş, fikir tarihi içindeki yeri tespit ve takdir edilmemiştir. İçinde bulunduğumuz asrın başından itibaren hem Doğu’da hem Batı’da Mevlana üzerinde çok yönlü olarak durulmaya başlandı. Mesnevi’si ile birlikte diğer eserleri de neşredildi ve muhtelif dillere tercüme edildi. Şüphesiz bu çalışmalar Mevlana’nın daha iyi tanınmasına vesile olmuştur. İran’da Bedîüzzaman Fürûzanfer, Türkiye’de Abdülbaki Gölpınarlı, ömürlerini Mevlana Celâleddin-i Rumî’yi tanıtmaya hasretmişlerdir. Hocam Rahmetli Tahsin Yazıcı da Mevlana ve etrafındakiler hakkında pek çok anekdotları ihtiva eden Ahmet Eflâkî’nin (760/1359) Menâkıbü’l-Ârifîn adlı eserinin tenkitli neşrini ve tercümesini yaparak bu alanda önemli bir hizmeti gerçekleştirmiştir. Batı’da da Mevlana’yı tanıtanların başında R. Nicholson ve A. M. Schimmel gelmektedir. Ancak bir süreden beridir Mevlana üzerindeki çalışmalar Bedîüzzaman Fürûzanfer ve A. Gölpınarlı’nın çalışmaları ile sınırlanmakta ve hiçbir yeni gelişme ve yeni çalışmalar görülmemektedir. Ancak pek çok amatör kalemler bu araştırıcıların eserlerine bağlı kalarak Mevlana ve çevresi hakkında eserler ve makaleler yazmaktalar. Oysa Mevlana üzerindeki çalışmalara yeni boyutlar kazandırılmalı, yeni değerlendirmeler yapılmalı; ortaya çıkarılan yeni belge ve eserler tanıtılarak bu yeni belge ve eserler ışığında Mevlana’nın yaşadığı devirdeki siyasi, fikrî, kültürel, sosyal ve ticari ortam daha detaylı aydınlatılmalı ve Mevlana’nın bu siyasi, kültürel, sosyal ve ilmî ortamdaki yeri belirlenmeye çalışılmalıdır. İşte her yıl Mevlana’yı anma seminer ve kongreleri bunu gerçekleştirmeye yönlendirilmelidir. Bu çalışmaların sürdürülmesiyle Mevlana’nın tarihî gerçeklere uygun, daha sağlıklı biçimde bütün dünyaya tanıtılması mümkün olacağı gibi onun fikir pınarını, yeni nesillerin istifadesine sunmak da o ölçüde sağlıklı ve verimli olacaktır.
Şüphesiz Mevlana İslam dünyasının yetiştirdiği dehalardan biridir. Kendiliğinden yetişmiş de değildir. O dönemde İslam dünyasında mevcut olan belli bir fikir hareketinin yarattığı ilmî ve fikrî potansiyel, Mevlana’nın yetişmesini sağlamıştır. Özellikle Mevlana zamanında Anadolu kültürel ve fikrî hareketler bakımından çok hareketli idi. Mâverâünnehir, Horasan, İran, Irak, Suriye ve Mısır’dan çok sayıda ilim, fikir adamı, tarikat öncüleri Anadolu’ya gelmişler, fikirlerini ve tarikatlarını yaymışlardı. Mevlana ailesi bunlardan biridir. O, Anadolu’daki fikir hareketlerinden birinin öncülerinden ve hatta en güçlülerinden biridir. Sonraki asırlarda bu fikir hareketine, Celâleddin-i Rumî’ye nispeten “Celâliyye” denmiştir. Burada onun bu fikir hareketi içindeki yeri belirlenmeye çalışılacaktır.
İslam dünyasında çok eskiden beri akliyeciler (rasyonalist) ile sezgiciler (içe doğuşçu) birbirleriyle mücadele hâlindeydiler. Akılcılar, gerçek bilgiyi elde etmek için aklın ve mantığın ölçü olduğunu hatta aklı, imana varmanın ve Allah’ı bulmanın vasıtası olarak görürler. Kelamcılar, filozoflar bu zihniyetin temsilcileridir. Sezgiciler ise gerçek bilginin içe doğuş ile elde edilebileceğini; imana varmak, Allah’ı bilmekte aklın hiçbir fonksiyonu olamayacağını, içe doğuş ile hidayet-i İlahi ile Allah’a varılabilir, iman edilebilir tezini savunurlar. İşte Mevlana bu ikinci düşünce tarzının öncülerindendir.
Vaktiyle Horasan bölgesinde akliyecilerle, sezgiciler arasında şiddetli bir mücadele olmuştur. Tuğrul Bey’in veziri Ebû Nasr el-Kundurî de Mutezile mezhebinden bir akliyeci olarak sezgicileri siyasi baskı altına almaya çalışıyordu.80 İmam Kuşeyri, İmâmü’l-Haremeyn Ebû’l-Maâli el-Cüveynî gibi ilim ve fikir adamları akliyecilere karşı şiddetli mücadeleye giriştiler. Tuğrul Bey de bu ilim adamlarının yanında yer alarak önce veziri Ebû Nasr el-Kundurî’yi tutuklattı, daha sonra da bu vezir idam edildi. İmam Kuşeyri ve İmam Cüveynî’nin talebesi olan İmam Gazali de (505/1111) felsefeci ve akliyecilere karşı savaş açarak onlar aleyhinde felsefenin yıkımı demek olan Tehâfütü’l-Felâsife adlı eserini yazmıştı. Orta Çağ’da tıp, matematik, astronomi, fizik, kimya gibi ilimler felsefenin içinde ve felsefenin konuları olduğunu unutmamalı.
İmam Gazali’nin bu çıkışına karşı Mağripli ünlü Filozof İbn Rüşd de (590/1193) İmam Gazali’nin Tehâfütü’l-Felâsife adlı eserini kastederek Tehâfüt’üt-Tehâfüt (Tehafütün Yıkımı: Yıkımın Yıkımı) adlı eserini yazarak onun görüşlerini şiddetli bir tenkide tabi tutmuştu. Mevlana’nın babası Bahâüddin Veled de sezgici bir fikir adamı olarak İslam dünyasının en tanınmış akliyecilerinden olan Fahreddin-i Râzî ile aralarında fikrî münakaşalar olmuş, Harezmşahlı Muhammed Şah Fahreddin-i Râzî’yi destekleyip onun fikirlerini devletinin resmî görüşü hâline getirince Bahâüddin Veled orada tutunamayarak göçmek zorunda kalmış ve Anadolu’ya gelmişti. İşte Mevlana da babasının yolunda ve onun mensup olduğu fikrî hareketi takip eden bir fikir adamıdır.
Fahreddin-i Râzî’nin talebelerinden de Anadolu’ya gelenler olmuştur. Bunların en ünlülerinden biri Ahi Evren diye bilinen Şeyh Nasîrüddin Mahmud’dur. (Bk. Burada Levha V ve Levha XV.) Bir diğeri Konya’ya yerleşmiş olan Şerefuddin Herevî’dir. Böylece Mevlana’nın babası Bahâ Veled ile Fahr-i Râzî arasındaki fikrî mücadele Anadolu’da da Mevlana ile Fahreddin Râzî’nin talebeleri arasında devam etmiştir. Bu yüzden Mevlana’nın Mesnevi’sinde akılcılığı yeren birçok hikâyeler bulunmaktadır. Mesnevi’deki Kel
78
Menâkıb-ı Şeyh Evhadü’d-dîn-i Kirmânî, Neşr. B, Furûzanfer, (Tahran, 1347), s. 68-158.
79
Age., s. 108-118.
80
Şerefeddin Yaltkaya,