Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler. Mikâil Bayram
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler - Mikâil Bayram страница 14
İşte bu yüzden Mevlana sezgici fikir hareketinin son büyük temsilcisidir. Ondan sonra onun zihniyetini takip edenler sadece eserlerini, özellikle Mesnevi’sini şerh etmek, fikirlerini yorumlamakla meşgul olmuşlardır. Ancak Mevlana’dan sonra kurulan Mevlevîlik tarikatı Mevlana’nın temsil ettiği fikir akımının mektebi olmuş, günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Şunu da hatırlatmakta yarar vardır: Mevlevîliğin Selçuklular zamanından beri Anadolu’da fikir üstünlüğün sağlanması, akılcılığın büyük ölçüde zayıflamasına ve hatta silinmesine sebep olmuştur. Bu durum, Mevlana’nın Anadolu’nun fikir tarihindeki yerinin ve etkisinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Mevlana mutasavvıf olarak da İslam dünyasında önemli bir mevkiye ve haklı bir şöhrete sahiptir. O bu alanda da kendisinden önce mevcut olan tasavvufi eğitim ve terbiye metodunun uygulayıcısı ve bu yönde oluşan belli bir anlayışın takipçisidir. Mevlana, hemşehrileri olan Belhli İbrahim Edhem ve Belhli Şakîk’ten babası Bahâüddin Veled’e intikal eden tasavvufi meşrebin mensuplarındandır. Belh çok eskiden beri Hint kültürü ile İran kültürünün tanıştığı, kaynaştığı önemli bir merkez idi. Hint mistisizmi ile İran gnostisizmi (irfancılık), İslam’dan önceki dönemlerde Belh şehrinde gayet canlıydı. İslamiyet’in bu bölgeye gelişinden sonra da İslam tasavvufunun ilk nemalandığı, doğduğu yöre de Belh şehridir. İşte Mevlana ve babası Bahâ Veled böyle bir merkezdeki irfan pınarından beslenmişlerdir. Mevlana’nın Hindistan yarımadasında büyük bir hüsnükabul görmesi ve bu ülkede son derece etkili olması onun Hint irfanına yatkın oluşundandır. Mevlana’nın tasavvufi görüş ve uygulamaları hakkında ileride detaylı bilgi verileceği için burada bu konuyu kısa kesiyoruz. Ancak şunu ifade edeyim ki Mevlana bir tarikat kurucusu değildir. Ölümünden sonra ilk halifesi Hüsâmeddin Çelebi ve oğlu Sultan Veled onun meydana getirdiği fikir hareketini “Mevleviyye” veya “Celâliyye” adı verilen bir tarikat hâline getirmişlerdir.
Mevlana şair olarak da İran edebiyatının üç büyük mesnevi üstadından biridir: Firdevsî, Nizamî ve Mevlana. Mevlana şiiri, özellikle Mesnevi’sini trans hâlinde yazdığı için şiirleri onun ruh hâletinin aynasıdır. Fikirlerini şiir diliyle gayet rahat ifade eden otantik bir şairdir. Şiiri zahmet çekerek kelimeleri seçerek evirip çevirerek değil, insiyak-ı tabii ile döktüren bir şairdir. O bir yazdığını bir daha tekrar etmez ve daha önce ne yazdığının peşine düşmez. Sürekli olarak yeni şeyler söylemiş ve yenilik peşinde olmuştur. Vâkıâ Mevlana söylediklerini kendisi yazmamış, yakınları onun söylediklerine sahip çıkmışlar ve sözlerini kaydetmişlerdir. 1264 yılında Mesnevi’yi tamamladı. Bu tarihten sonra oğlu Sultan Veled ve dostu Hüsâmeddin Çelebi ile birlikte kürrâseler ve sahifeler hâlinde olan Mesnevi’yi altı defter hâlinde yayımladı. Bu dönemde her deftere bir Arapça ön söz yazdılar. Ölümünden sonra oğlu Sultan Veled ve Hüsâmeddin Çelebi Mesnevi üzerinde bir nebze rötuş yaparak onun otantikliğini belli bir ölçüde haleldar etmişlerdir. Diğer şiirlerinde onun bu şairlik özelliği daha açık bir biçimde göze çarpmaktadır. Şairlik mesleğinde en büyük meziyeti yüksek hayal gücü ile yüksek kavramları yakalayıp onları şiir diliyle ifade etmesidir. Bu meziyet şairlerin kuvve-i şiriyyelerinin ölçüsüdür. Mevlana’daki hayal gücünü hiçbir şair ve yazarda görmek mümkün değildir.
Mevlana ve etrafındakiler arasında hoş bir edebî gelenek oluşturulmuştur. O da şudur: Mevlana’nın babası Bahâ Veled’den itibaren tarikat pirlerinin sohbetleri, müritler tarafından veya kendilerince kaleme alınmıştır. Bahâ Veled’in Maarif’i Şems-i Tebrizî ile Seyyid Burhâneddin’in Makalat’ı, Mevlana’nın Fîhi Mâ Fîh ve Mecâlis-i Seb’a’sı, Sultan Veled’in Maarif adlı eserleri böyle meydana gelmiştir. Bütün bu eserler, hem Mevlana hem etrafındakilerin kültürel ve sosyal durumlarını, halkla ilişkilerini, çevrelerini öğrenmemize, tetkik etmemize vesile olmakta hem de o devirde toplumda mevcut olan sosyal ve kültürel problemleri, bu şeyhlerin mevcut problemler için önerdikleri çözüm şekilleri, halkın durumu, siyasi, fikrî ve ilmî hareketler hakkında bilgileri ihtiva etmektedir. Bu itibarla Mevlana ve etrafındakilerin bıraktıkları bu tür eserler Anadolu Selçukluları tarihi için önemli kaynaklar olmaktadır. Maalesef bu devrin sosyal ve kültürel tarihini aydınlatmaya yönelik çalışmalarda bu eserlerden yeterince yararlanılmamıştır.
Mevlana’nın resmî makamlara ve devlet adamlarına yazdığı mektuplar ise Anadolu Selçukluları devrinin en buhranlı günlerindeki siyasi durumu, devrin siyasilerinin zihniyet ve icraatlarına ışık tutması açısından son derece önemi haiz bulunmaktadır. Devrin siyasi vesikaları niteliğindedir. Mevlana bu mektupları resmî makamlara ve devlet büyüklerine yazmıştır. Mevlana’nın ölümünden 60-70 sene kadar sonra bu mektuplar bir araya toplanarak müstakil bir eser hâline getirilmiştir.
Bilindiği gibi Mevlana, Anadolu’nun ve İslam dünyasının Moğol istilasına maruz kaldığı bir dönemde yaşamıştır. Moğollar, özellikle Anadolu’da çok büyük katliamlar gerçekleştirdiler. Moğol iktidarının Anadolu’daki zulmüne ve emperyalizmine karşı birçok ayaklanmalar oldu. Bütün bu ayaklanmalar Moğollar ve Moğol yanlısı yöneticiler tarafından çok şiddetli ve acımasız bir şekilde bastırıldı. Anadolu halkı meyus ve perişan bir hâlde idi. Böyle bir ortamda tekkeler ve zaviyeler halkın sığındığı, teselli bulduğu, teessürünü unuttuğu yerler, müesseseler durumunda idi. Moğol istilası yalnız Anadolu’da değil, İslam dünyasında tasavvufa meyli ve rağbeti arttırmıştır. Fakat bu rağbetin Anadolu’da fazla olduğu hatta aşırı boyutlara ulaştığı görülmektedir. İşte bu durum insanların Mevlana ve etrafında halkalanmasına vesile olmuştur. Mevlana da böyle bir ortamda etrafındakilere umut ışığı sunmaya çalışmaktaydı. Şairlik gücünü bu yönde tesirli bir şekilde kullanmaktaydı.
Mevlana’nın Şems-i Tebrizî ile tanışması, onun fikir hayatında, gönlünde ve ruhunda büyük bir inkılap yarattığı genel olarak kabul edilmektedir. Fakat bu inkılabın mahiyeti tam olarak açıklanabilmiş değildir. Şems-i Tebrizî’den önce babası Bahâ Veled ve Seyyid Burhâneddin-i Muhakkik de ona bir süre hocalık yapmışlardı. Fakat onlar Mevlana’nın gönlünde ve ruhunda böyle bir inkılap yaratmamışlardı. Şems, ona neler verdi ki onun hayatında, yaşayışında ve fikir dünyasında büyük bir değişme meydana gelmesine sebep oldu ve onu şiir dünyasına soktu.
Mevlana bir Kalenderî şeyhi olan Şems-i Tebrizî ile beraberliğini üç sene sürdürdü. Fakat Şems’in Konya’da öldürülmesinden (645/1247) sonra 25 sene daha yaşadı. Bu 25 sene boyunca Şems’i hiç unutmadı ve Şems’in etkisi ömrünün sonuna kadar devam etti. İşte bunun sebebi Şems’in sahip olduğu Hulûliyye felsefesinin Mevlana üzerinde yarattığı etkidir. Öyle anlaşılıyor ki Mevlana, Şems ile tanıştıktan sonra Hulûl felsefesiyle de tanışmış ve bu felsefeye meclup olmuştur. Bu felsefi düşünce ve inanç onun mizacında ve ruh hâlinde büyük değişmeye sebep olmuş ve onu şiir dünyasına, aşk ve şevk dünyasına götürmüştür.
Buraya kadar Mevlana’nın fikir dünyasını ve insanlığa bıraktığı fikir ve sanat mirasını özet hâlinde sunmaya çalıştık. Amacımız bu yüksek fikirlerin, bu yaşama biçiminin toplumumuzda modern anlayışlarla, çağdaş
82