Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler. Mikâil Bayram
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Selçuklu Anadolusu’nda Devlet-Toplum-Ekonomi / Makaleler - Mikâil Bayram страница 12
“Önce bir iblis benim üstadım idi. Daha sonra iblis önümde bir hiç oldu.”71 Şüphesiz Ahi Evren’in İbn-i Sina’ya duyduğu hayranlık, yukarıda adı geçen eseri Farsçaya tercüme etmekten ibaret değildir. Muhtelif eserlerinde İbn-i Sina’yı “Şeyhu’r-Reis”, “Şeyh”, “Hatemu’l-Hukemâ”, “Hulâsatu’l-Ukalâ” gibi unvanlarla anmakta ve onun görüşlerine pek çok atıflarda bulunmakta, şiir ve sözlerini şahit olarak göstermektedir. Ahi Evren, insanların kurtuluşa ermeleri ve ebedî saadete kavuşmaları için iki yol bulunduğunu dile getirir, bunlardan biri peygamberlerin yolu (iman yolu), diğeri akıl yolu yani filozofların belirttiği yoldur. Akıl gücü ile kurtuluşa eren, istikameti bulanların başında İbn-i Sina’yı görmekte ve onu bu yolun en büyük ve en üstün insanı saymaktadır. Ancak bu yolun tehlikeleri bulunduğunu, akli delilleri yanlış kullanma ve akıl gücünün yeterli olmaması gibi sebeplerden ötürü herkesin bu yolda başarılı olamayacağını ve sapıtabileceğini, bu yüzden peygamberlere uymanın zaruri olduğunu iddia etmektedir. Mevlana ile aralarındaki ihtilaf konularından biri de bu husustur. Ahi Evren peygamberlerin yolunun filozofların yoluna kıyasla çok emin ve kestirme olduğundan bahisle şöyle demektedir:72
“Tur-i Sina’ya uçmak (Hz. Musa’ya gitmek) istiyorsan, İbn-i Sina karşısında eğilme.” “Gönlünü Muhammed’in sözüne bağla. Ey Ali’nin oğlu, Ebû Ali’ye uyman daha ne kadar sürecek?”
“Yolunu gösterecek bir göze (akıl gücüne) sahip değilsen, Kureyşli Önder (Hz. Muhammed) Buharalı önderden (İbn-i Sina) daha iyidir.”
Vaktiyle Konevî’nin hocası İbnü’l-Arabî ile Ahi Evren’in hocası Fahreddin-i Râzî birbirlerine mektupla tenkitler yöneltmişlerdi. Sadreddin Konevî ile Ahi Evren birbirlerine yazdıkları mektupların bazıları güncel konulara ait olmakla beraber büyük çoğunluğu bu iki bilginin bazı ilmî ve felsefi konulardaki münakaşalarını ihtiva etmektedir. Kastamonulu Lâtîfî de bu mektupların Tûsî ile Konevî arasında teati edildiğini sanarak mektupların konularını şöyle ifade etmektedir: “Nasîrüddin-i Tûsî ile rumuz-i emr-i künden ve künûz-i ilm-i ledünden miyanlarında akli ve naklî çok sual ve cevap ve bahs u hitap geçmiştir.”73
Münakaşaları çoğunlukla İbn-i Sina’nın fikir ve görüşleri etrafında dönmektedir. Sadreddin Konevî daha çok soru sorma durumundadır. Ahi Evren’e yönelttiği sorularda bazen İbn-i Sina’nın belli bir görüşünü reddetmekte ve bu itirazlarında el-Milel ve’n-Nihal sahibi Şehrîstânî’nin İbn-i Sina’ya yönelttiği tenkitlere dayanmaktadır. Bazen de İbn-i Sina’nın belli bir görüşünün açıklanmasını istemektedir. Ahi Evren de onun bu soru ve itirazlarını cevaplandırırken genel olarak İbn-i Sina’yı müdafaa etmekte, bazen “Şeyhu’r Reis’in maksadı şudur veya bunu demek istemiştir.” diyerek onun görüşlerine açıklık getirmeye çalışmaktadır. İki bilgin zaman zaman birbirlerine eserlerini göndererek kritik etmektedirler. Bu fikir alışverişi sonunda Ahi Evren ile Konevî’nin birbirlerini etkiledikleri de söz konusudur.
Ahi Evren’in bu felsefi kişiliğinin sanatkâr kişiliği ile birleşmesi Ahi Teşkilatı’nın kurulmasında önemli bir etken olmuş görünüyor. Felsefi anlayışı içinde, toplumların refah seviyesini yükseltmek için sanatı yaygınlaştırmak gerektiğine ve sanatın kutsal bir meslek olduğuna olan inancı onun, sanatkârları organize etmeye ve topluma hizmet sunmaya sevk eden amillerden biridir. Ahi Evren’in felsefi düşüncelerinin Anadolu’da devlet tarafından himaye görmesi ise ona düşüncelerini uygulama fırsatı vermiştir. Anadolu Selçukluları zamanında Anadolu’da felsefi akımların mahiyeti ve bu akımların Ahilik ve benzeri sosyal ve kültürel kurumların ortaya çıkmasına müspet etkileri araştırılması gereken en önemli konulardan biri olarak karşımızda durmaktadır. Ahi Evren’in Anadolu’nun Müslümanlaşmasında da önemli bir hizmeti üstlendiği görülür. Letâif-i Hikmet adlı eserini sunduğu II. İzzeddin Keykâvus’a İslam’ı yaymak hususunda yapması gereken işlerden biri olarak Müellefetü’l-kulüb (kalpleri ısındırılanlar) müessesesini çalıştırması gerektiğini savunmakta ve Müellefetü’l-kulüb’ü üç gruba ayırmakta ve şöyle demektedir:
“Müellefe üç taifedir. Birincisi Müslümanlıkları zayıf olanlardır. Bunların İslam’dan çıkmalarından korkulur. Eğer para bakımından bunlara bir şeyler verilirse İslam’a gönül vermeleri sağlanmış olur. İkincisi Müslüman olmayıp İslam’a ilgi duyanlardır. Bunlar da himaye edilirse İslam’a girmeleri temin edilmiş olur. Üçüncüsü de Müslümanlara zarar vermeleri mümkün olanlardır. Bunlara da bir şeyler verip zararları önlenmelidir.” Bu zümrelere para verilmesini ısrarla önermektedir.74 Ahi Evren’in bu ifadeleri gerek Ahilerin (teşkilat olarak) gerek devletin Anadolu’da Müslümanlaştırma faaliyetinin sürdürüldüğünün ifadesi olmalıdır. Müellefenin iki taifesi ile Bogomil denilen Hristiyan (Rum) zümreyi kastetmiş olabilir. Bilindiği gibi Bogomiller İslami anlayışa yakın bir Hristiyan zümre olup Anadolu’da Müslümanlarla Hristiyan halk arasındaki kültür münasebetleri sonucu ortaya çıkmıştır. Ahi Evren’in bu eğitimci vasfı da Ahi Teşkilatı’nın kurulmasında önemli rol oynamıştır. Eserleri ders kitabı olarak asırlarca Ahi Ocakları’nda okunmuş ve okutulmuştur. Eserlerinin yazma nüshalarının istinsah ve kıraat kayıtlarında bu konularla ilgili önemli bilgiler bulunmaktadır. Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud, Letâifü’l-hikme adlı eserinde şöyle demektedir: “Allah insanı medeni tabiatlı yaratmıştır. Bunun anlamı şudur: Allah insanı; yemek, içmek, giyinmek, evlenmek, mesken edinmek gibi çok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk gibi çeşitli meslekleri yürütmek için çok insan gerekli olduğu gibi demircilik ve marangozluk da birtakım alet ve edevatla yapılabildiği için bu alet ve edevatı tedarik için de çok sayıda insana ihtiyaç vardır. Böylece insanın (toplumun) ihtiyaç duyacağı bütün sanat kollarının yaşatılması gerekir. O hâlde toplumun bir kesiminin sanatlara yönelmesi ve her birinin belli bir sanatla meşgul olması gerekir ki toplumun ihtiyaçları görülebilsin.75
Ahi Evren, sanatkârların iş ortamındaki çalışma düzenleri hakkında da şöyle demektedir: “Birçok insanların bir arada çalışması sanatkârlar arasında rekabet ve münazaaya sebep olabilir. Çünkü bunların her biri kendi ihtiyacına yönelince menfaatler çatışması ortaya çıkar. Karşılıklı hoşgörü ve affetme olmadığı zaman münazaa ve ihtilaf zuhur eder. O hâlde bu insanlar arasında ihtilafı halledecek kanunlar koymak gereklidir. Bu kanun şeriata uygun olmalı ki ona uyulsun ve insanlar arasındaki ihtilafın halline vesile olsun. İhtilafsız bir ortam yaratılınca herkes rahatça umduğunu elde eder. İhtilaf zuhur edincede bu kanuna müracaat ederek ihtilaflar ortadan kaldırılabilir. Peygamberlerin şeriat koymaları bundandır.”76 Öyle görünüyor ki Ahi Evren Hace Nasîrüddin Mahmud’un bu fikirleri doğrultusunda tarih boyunca Anadolu’da Ahi iş yerlerininin yönetmelikleri olan “Ahi Şecerenâmeleri” ve “Ahi Fütüvvetnâmeleri” meydana getirilmiş ve Ahilerin çalışma ortamındaki düzenleri, bu eserlerde tespit edilen kurallar çerçevesinde sağlanmıştır.
İbn
71
72
Metali ül-İmân, Tere. M. Bayram, Konya, 1996, s. 71-72.
73
Age. İstanbul, 1914, s. 43.
74
75
Age., s. 145.
76
Age., s. 145-146.