Valeria Bunu Anlayamaz. Dilek Yılmaz
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Valeria Bunu Anlayamaz - Dilek Yılmaz страница 7
Evde birinin ya da Arife’nin varlığı sürekli unuttuğum bir şey var hissini veriyor. Her zaman. Giderayak parmak ucunda tekrar turluyorum salonu. Gözüm gene ona takılıyor. Pencere pervazına sadece ayağıyla nasıl tutunabilir insan, aklım almıyor. Bir de ayakkabıyla içeri girmeme söylenmeden kurtulmak istiyorum ondan.
Apartmanın kapısından çıktığım anda derin bir nefes alıp bıraktım. Mahalledeki bitmek bilmeyen o balkonsuz evlerin inşaat tozuna rağmen sokak oksijen tüpü gibi. Arabaya binene kadar. Anacaddeye bağlanan yolların üçünde de iki kış dayanmayacak geleneksel haziran asfaltlaması var. Üstüne diktikleri tipsiz inşaatlar yetmiyormuş gibi bir de yerin ziftini çekiyoruz. Yamalı Fikirtepe’den çıkılabilecek tek sokağa güçlükle ulaşıyorum. Köşede girilmez tabelası. Gözün gördüğü mesafede girilebilir sokak yok. Gözümü karartıp daldım. Karşı yönden gelenlerin fırsatçı küstahlığıyla bir anda sirene dönüyor korna sesleri. Sürekli hareket halindeki kepçenin yolun sonunda bıraktığı anlık boşluğu yakalamam mucize gibi. Sonrasında neredeyse bütün trafik lambalarında durup İstanbul’u uzun uzun selamlıyorum. Ofisin otoparkından içeri girdiğimde başım zonkluyor. Yolda geçen süre mesaiye sayılmalı.
Daha yerime oturamadan telefonum çaldı. Öyle kolay değil kurtulmak.
“Hayırdır Arife?”
“Para bırakmadın gene.”
“Gece döndüm seyahatten, kafam bir dünya, yol yorgunu unutmuşum.”
Hata yapmamı fırsat bilip parke cilasından çamaşır suyuna kadar bir dolu eksik gedik sayıyor.
“İdare et bugün,” diyorum, eksik dediği de bütün deterjanların yedeği. “Gündeliği dert etme, sen çıkmadan yetişirim.”
Ofiste işler birikmiş. Bekleyen onlarca laf olsun mesajına kopyala-yapıştır cevapları yazıyorum teker teker. Bütün gün yaptığım tek somut iş, fuara gidecek malların nakliye organizasyonu. Yorulmama yetiyor. Haberlere bakıyorum arada. Gençlik yaş sınırı altmış altıya gelmiş. Bok! Yüz yaşında bir İsveçli sallamıştır kesin. Değil çekirdek ailede, sülalede altmış beşi gören yok bizde. Kendimi 2056 yılında hayal edemiyorum.
Haberler sabah boğuntusundan hallice değil. Durdukça fenalık geliyor. Tedarikçiden araç plakasını bildiren e-posta ekranıma düştüğünde haber vermek için müdürü aradım. Patronun yokluğunu fırsat bilip erken çıkmış gene. Günün tek iyi gelişmesi. Hızlıca toparlanıp mesainin bitmesini beklemeden kaçıyorum ben de.
Saat daha beşe on var ama yan yol şimdiden kilit. Dönüş yolu çözemediğim bir nedenle her zaman gidişten daha uzun sürüyor.
Eve vardığımda kapıyı çaldım. Açmıyor. Anahtarı çıkardım. Kilidi çevirip kapıyı araladığım anda ağır bir tütün kokusu geldi içeriden, midem ağzıma geldi. Salona girdiğimde kirli suyu içinde kova, koltuğa dayanıp bırakılmış fırça gözüme çarptı önce. Yıkanmış perdeler çamaşır sepetine öylece yığılmış. Akşam güneşi cama vuruyor. Koltuk minderlerinin kılıfları sökülünce pütürlü yumrularından fırlayan kaz tüyleri her yerde. Saksının kenarlığından süzülen çamurlu ıslaklıktan parkenin yüzeyine yayılan kararsız terlik izleri Arife’ye kadar uzanıyor.
Yerde. Ortadaki koca sehpayı göbeğine kadar çekmiş, sırtı üçlü koltuğa yaslı. Karşısında televizyon açık, bir kayıp programının tekrarı veriliyor. Sehpanın üstüne serdiği gazete sayfasında Fatih Terim’in yenilgi sonrası suratı ekmek kırıntılarının arasında güçlükle seçiliyor. Kızartılmış birkaç dilim tost ekmeğinin yanında, yüz gramına on beş gün çalıştığım, patronun siparişi Beluga havyarını görünce beynimden vurulmuşa döndüm. Sehpanın öbür ucundan küçük ayakları görünüyor. Önünde dikildim.
“Ne yaptın sen?”
Neyi sorduğumu anlamıyor. Yorgun bakışları sabahtan akşama kadar daha da yaşlanmış.
“Benim ortanca aradı, hastalanmış, okuldan eve dönmüş öğlen.”
“Önemli bir şeyi yok inşallah,” dedim çekinerek, sanki kötü hastalık haberi almış gibi hali.
“Midesini bozmuş.”
“Ne var canım, buna mı üzüldün?”
“Yok, benim asalak herifi Zeliha’yla basmış.”
“Zeliha kim?”
“Bitişik apartmanın kapıcısının karısı.”
“Boş ver,” çıktı ağzımdan.
“Boş verdim,” dedi. “Zaten biliyordum, artık herkes biliyor.”
Bakıyorum yerde yarılanmış şişe. Patronun votka…
“Bunu mu içtin sen?”
Dili dolanarak, “Evet,” dedi, “başlangıçta acı geldi ama gazoz koydum sonra.”
“Afiyet olsun.”
“Ezme de iyiymiş, tuzlu tuzlu.”
Gerçekten boş vermiş gibi konuşuyor. Altıma bir minder çekip ben de çöktüm yere. “Sana da kızartayım,” diyerek doğruldu. Bir de o halde bana hizmet etsin istemedim. “Ben alırım.”
Salona döndüğümde yarı dolu bardağı kafasına dikerken buldum onu. Yutamayınca votkanın bir kısmını dışarıya püskürttü. Peçete uzattım. “Sağ ol,” dedi, mahcup.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.