Raffaello. Стефани Стори

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Raffaello - Стефани Стори страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
Raffaello - Стефани Стори

Скачать книгу

gizli yanlarındandır, öyleyse bunu nereden bileceksiniz? On dördüncü yüzyılda Floransalılar ve Pisalılar arasında gerçekleşen bir muharebeydi – evet, iki şehir ezelden beri savaş halindeydi. Floransalılar kazandı ama Michelangelo zafer ânını tasvir etmemişti. Hayır. Pisalıların Arno’da yıkanan Floransa ordusuna sürpriz bir şekilde saldırdığı o ânı, yani hikâyenin belirsiz bir bölümünü seçmişti. Michelangelo’nun çizimi, saldırı kadar şoke ediciydi; nehirden çıplak adamlar fırlarken tamamen zırhlı askerler arkadan hücum ediyordu. Bugün bu tür tabloları görmeye alışkınız ama on beş yıl önce hiç kimse böyle çarpıcı, düzensiz bir şey görmemişti. Her biri bir öncekinden daha şaşırtıcı olan bir düzineden fazla figür vardı. Kaburgaları derisine baskı yapan çıplak sırtlı bir adam; gözlerinde dehşetle yerde uzanan sakallı bir asker; sudan fırlayan rahatsız edici bir çift el, herkes panik içinde birbirine dolanmış… Böyle çizebilen herkes kesinlikle resim de yapabilir. O askerler gibi nefesimin kesildiğini hissetmiştim.

      Eskiz defterimi açtım ve kopyalamaya başladım. (Ah, keşke o çizimlerden bazılarını size gösterebilseydim. Hayır, hayır, eskizlerimi asla yakmam ama hayat işte… Bazıları sel, yangın ya da aşırı hevesli bir hizmetçi nedeniyle kaybolur. Kiminin sonu da taşınırken gelir – yolda yitip giderler ya da arkamda bırakırım. Asistanlar da bir çizimi oradan oraya götürürler; incelediklerini düşünmek hoşuma gidiyor ama bazen onları satmalarından korkuyorum. Ne zaman bir tanesinin eksik olduğunu fark etsem, kendimi bir kavanoz bozuk lacivert boya kadar kötü hissederim. Muhtemelen hatırladığımdan daha fazlasını kaybetmişimdir; önemsiz çizimlerin anıları, diğer çöplerle birlikte pencereden dışarı atılıp gitmiştir. Ya da belki önemsiz olanları unuttuğum falan yoktur; hatırlamak, özlemek ve pişmanlık duymak onları önemli kılıyordur.) Michelangelo’nun taslağını kopyalamaya o kadar odaklanmıştım ki Leonardo’nun boya fırçalarından birinin iskelenin kenarına doğru yuvarlandığını fark etmemiştim. Ufacık bir fırçanın çok yüksekten düşüp mermer bir zemine çarptığında bu kadar gürültü çıkarabilmesi inanılmaz, değil mi?

      İki adam etraflarında döndüler. Sofia haykırdı ve kısmen bağladığı giysilerini kaldırarak odanın diğer tarafına koştu, kapıdan dışarı fırladı. Soderini kıkırdadı. Michelangelo ise durumu bu kadar komik bulmadı. “Cosa fai?”29

      Ayağa kalktım. “Buongiorno,30 maestro.” Pantolonumu toparlamadığıma anında pişman oldum.

      “Cosa fai?” Bu kadar tuhaf birine göre Michelangelo şaşırtıcı derecede hızlıydı. Ben tepki veremeden iskeleye tırmanmaya başlamıştı bile.

      “Michelangelo,” diye seslendi Soderini. “Bu, Urbinolu genç Raffaello. Sadece bir öğrenci, buraya da çalışmaya gelmiştir, canını sıkmaya değecek bir şey olmadığına eminim.”

      Üstümü başımı beceriksizce düzeltirken “Evet maestro. Büyük bir hayranınızım,” dedim.

      İskelenin tepesine çıkarken “Hırsız!” dedi Michelangelo. Benden sekiz yaş büyüktü ama önemli ölçüde daha varlıklıydı, değil mi? O gün, kirli gri bir tunik (bir zamanlar mavi olabilirdi ama artık gri görünüyordu) ve baldırına kadar gelen lağım sularında yürüyen sokak temizlikçilerine uygun hantal kahverengi iş botları giyiyordu. Dağınık siyah saçları ve kaba bir sakalı vardı – berbere hakaret mi etmişti? – ama pis kokusu bir yana, onunla ilgili en çarpıcı şey etrafa yaydığı güçlü dalgalardı. Tam olarak ne dalgasıydı bunlar? Tutku, öfke, korku? Peder Ficino, bunu uygun şekilde nasıl adlandıracağını bilirdi, değil mi? (Adını muhakkak duymuşsunuzdur. Hani şu Medici bahçelerindeki hümanist bilgin? Evet, işte o Ficino.) Yaşlı rahip ona ne derdi? Terribilità31 mı? O şey her neyse, daima orada ve her zaman dizginsiz. Michelangelo’nun öfkesine dair söylentiler duymuştum ama yakından bu kadar korkunç olmasını beklemiyordum. Alnındaki damarın zonklaması mı yoksa deforme olmuş burnunun (kıskanç bir çırakla tartışırken kırıldığını duymuştum) öfkeden kızarması mı yahut da kaslarının seğirmesi ya da bakışları mı; onu bu kadar korkutucu kılan şey neydi? O gün, muhtemelen kafama indirilecek ve tek darbesiyle burnumu uçurabilecek o ağır mermer çekiciydi.

      “Şey, Sanzio.” Soderini yerden seslendi. “Şimdi kaçmanın tam zamanı olabilir.”

      O mermer çekicinin ilk darbesi eskiz defterimi elimden aldı. Sayfalar uçtu. Düşen birkaç sayfayı alırken kulağımın yanından geçen çekicin havada çıkardığı sesi duydum. Bir daha eğildim ve iskeleden aşağı koştum. Çizime bir an için baktım ama o sırada Michelangelo da çoktan aşağı inmişti. Çekici kaldırdı, yeniden savurdu. Kafamı zar zor kurtardım ama kalbim tamamen başka bir konuydu.

      Ne zaman Leonardo’nun bir işinin kopyasını çıkarsam, ustanın nereden başlayıp nereye doğru ilerlediğini hissederim. Örneğin ipek tüccarının karısının portresini kopyaladıktan sonra, çizgilerinin inceliği, gölgelerin ustalığı ve fırça darbelerine yeni bir soluk getirmesi hakkında bir his geliştirdim. O zamanlar bunu asla söylemezdim ama Vinci’nin ustalığı ulaşabileceğim mesafedeydi. Öte yandan Michelangelo’nun çizimi şimdiye kadar gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu. Figürleri heykelsiydi; geriye, yanlara ve öne doğru öyle bir güçle patlıyordu ki sanki resim düzleminden fırlıyormuş gibi hissettiriyordu. Leonardo her zaman güzelliği hedef aldı – içgüdüsel olarak anladığım bir şey – ama Michelangelo’nun hedefi başkaydı ve ne olduğunu bilmiyordum.

      Oldukça farklı bir şey.

      Ve bunu nasıl alt edeceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu.

      VI. Bölüm

      Michelangelo’nun mermer çekicinden kurtulduktan sonra – bu arada Sofia ortalıkta görünmüyordu – şehrin öbür ucunda, güzel cephesi Leon Battista Alberti tarafından tamamlanmış Dominik kilisesi Santa Maria Novella’ya koştum. Genellikle o kilisenin cephesini çizmek için orada otururum – beyaz, yeşil ve siyah mermerin dengeli ve uyumlu geometrik şekilleri beni rahatlatır – ama o gün ön tarafta durmadım bile. Ayrıca yüksek nefi, ince sütunları veya zarif siyah-beyaz çizgili kemerlerine bakmak için içeride de durmadım. Hayır. Doğrudan Masaccio’nun freski Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’a gittim. Tüm Floransa’da en sevdiğim resim: Meryem, Yuhanna ve iki koruyucu yanındayken çarmıhta asılı duran İsa, arkasında duran Baba Tanrı, aralarında uçuşan Kutsal Ruh’un beyaz güvercini; hepsi de bir şapelde tasvir edilmiş. O kadar gerçek görünüyor ki, Masaccio’nun o kilisenin duvarına gerçek bir oda oymuş olduğunu düşünebilirsiniz. Perspektif inanılmaz, her öğe – İsa’nın ellerindeki çivilere kadar – tek bir ufuk noktasına doğru geriliyor. Masaccio’dan önce – “Pasaklı Tom” lakabını seviyorum, ya siz? – resimler düz, cansız şeylerdi ama o, bize düz bir resim yüzeyine gerçek derinliği nasıl katabileceğimizi gösterdi.

      Bu fresk mükemmel değil. Tam aksine! Ama ne olduğunu biliyorsunuz, değil mi? Bu bizim mükemmellik haritamız. Bize hedefleyeceğimiz şeyi gösteriyor: mükemmel kompozisyon, mükemmel perspektif, mükemmel renk, mükemmel gölge, mükemmel ışık, mükemmel figürler, mükemmel perdeler, mükemmel denge, mükemmel uyum. Masaccio’nun o freski yapıp bize mükemmelliğe giden yolu göstermesinin üzerinden o zamanlar seksen yıl geçmişti ama tek bir ressam bile bunu başaramamıştı. Henüz. Masaccio fresklerin altına, bir lahdin

Скачать книгу


<p>29</p>

İt. Ne yapıyorsun? (ç.n.)

<p>30</p>

İt. Günaydın; iyi günler. (ç.n.)

<p>31</p>

İt. Korkunçluk. (ç.n.)