Raffaello. Стефани Стори
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Raffaello - Стефани Стори страница 7
Saçımı iki kulağımın arkasına sıkıştırıp “Neler oluyor?” diye sordum.
Leonardo’nun içkisinden uzun, yavaş bir yudum almasını beklerken kimse konuşmadı – maestroyu beklerken kimse konuşmazdı. Dilini dişlerinin üzerinde gezdirdi ve sonunda cevap verdi, “Mahalli idare, Büyük Konsey Salonu’nda, benim karşımdaki duvarı boyaması için başka birini tuttu.” Leonardo hemen hemen bir yıldır, Milanolulara karşı bir Floransa askerî zaferinin tasviri olan büyük ölçekli Anghiari Savaşı freski üzerinde çalışıyordu. Tarihin en büyük sanat eserlerinin birçoğuna ev sahipliği yapan bir şehirde bile insanlar, böyle bir ustanın yaratacağı başyapıtın sunduğu vaatlerle fısıldaşıyordu: Buraya çekeceği gezginleri hesaplasanıza! Getireceği şöhreti hayal etsenize! Zaferi düşünsenize! İdarecilerin, aynı odanın karşı duvarında Leonardo’yla rekabet etmesi için farklı bir sanatçı tutacağını hiç düşünmemiştim. Ve Leonardo’nun bundan sonra söyleyeceği şey de aklımın ucundan geçmezdi: “Mahalli idare, o duvarı boyaması için Michelangelo’yu tutmuş.”
Sandalyeme sert bir hareketle yaslandım. Heykeltıraşın adını Floransa’ya yerleştikten kısa bir süre sonra öğrenmiştim; Davut heykelinden sonra herkes ondan bahsediyordu. Michelangelo Buonarroti, zor zamanlar geçiren gururlu bir Floransalı ailenin oğluydu ve artık yoksul babasının, üvey annesinin, büyükannesinin, amcasının, halasının ve dört haylaz erkek kardeşinin geçimini sağlamak Michelangelo’ya kalmıştı. Mahalli idare ona kazançlı bir resim işi teklif etmişse, hiç şüphesiz kabul ederdi. Ne de olsa heykeltıraş, ressam olacaktı. Babamın eski boya fırçasını çıkardım ve elimde döndürmeye başladım.
Andrea della Robbia şapkasını çıkardı ve “Freski Leonardo’nunkiyle aynı boyutta olacak. Aynı odada,” dedi.
“O aşağılık taş yontucusunu Leonardo’yla kıyaslıyorlar.” Ghirlandaio yumruğunu masaya vurarak bardakları tıngırdattı. Kolumu kaldırıp bardağın kulpunu yeniden masanın kenarına bakacak şekilde düzelttim. “Buna üzülmemenin tek nedeni, şehrin bunu yaşayan en büyük iki sanatçı arasındaki bir yarışma olarak lanse etmesi Leonardo.”
Teatral tavırlarıyla bilinen Sarto masaya sıçrayıp haykırdı: “Bir duvarda Leonardo! Diğerinde Michelangelo! Kim galip gelecek?”
Leonardo, şakayla karışık “Bu pazarlama kampanyası umurumda değil,” dedi.
Ghirlandaio başını salladı. “Çalışma alanını o kirli paslı adamla paylaşmaya razı olduğuna inanamıyorum…”
Hep bir ağızdan “Aşağılık taş yontucusu!” dedik ve kadehlerimizi bu hakarete kaldırdık.
Ama Ghirlandaio elini kaldırdı. “Pis taş yontucusu.”
Homurdandık ve bardaklarımızı indirdik.
Sarto tekrar yerine otururken “Michelangelo’nun başarısı sayesinde ağabeyin de övüldüğü için kıskanıyorsun,” dedi.
“Ağabeyi mi?” dedim. “Kim? Domenico mu?”
Ghirlandaio burun kemerini sıktı. “Bir süreliğine Michelangelo’nun ustasıydı.”
Hayretimi gizlemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Kendi kuşağında Davide’in ağabeyi Domenico Ghirlandaio’dan daha yetenekli bir freskçi var mıydı? Michelangelo sadece heykel değil aynı zamanda resim eğitimi de mi almıştı?
Ghirlandaio muzır bir hareketle parmaklarını çenesinin altında salladı. “Ağabeyimin alacağı tek övgü, meşhur öğrencisini insan düşmanı bir münzeviye dönüştürmekle ilgili olabilir.”
Sarto başını iki yana salladı. “Sen böyle deyince kulağa biraz görgüsüzmüş gibi geliyor.”
“O zaman müsaade et de söylemek istediğimi açıklayayım: O olağanüstü derecede görgüsüz,” diye yanıtladı Ghirlandaio. “Mahremiyet sağlamak için bir kulübe yaptı, böylece halka gösterilinceye kadar Davut heykelinde ne kadar ilerlediğini kimse bilmeyecekti. Bir keresinde işine göz atarken yakaladığında beni mermer çekiciyle atölyesinden kovaladı. Sonra kafayı sıyırmış bir münzevi gibi kendisini o kıymetli taşıyla birlikte tekrar içeri kilitledi. Agresif türden bir paranoyak.”
Sarto ciddi gözlerle bana bakarak “Hoşunuza gitse de gitmese de etkileyici biri,” dedi. “Michelangelo, Floransa’nın ışığı, şehrimizin gördüğü en büyük hami, yarımadanın en iyi gözü, en eğitimli, en zeki, en anlayışlı adam Lorenzo de’ Medici, yani Il Magnifico’nun24 bizzat davet etmesiyle Medici heykel bahçesinde eğitim gördü.”
“Devam et Sarto, hepimiz Il Magnifico’nun kim olduğunu zaten biliyoruz,” diye homurdandı Ghirlandaio.
“Mesele şu ki Il Magnifico, Michelangelo’nun yeteneğini fark etti ve onu oğullarından biri gibi yaşaması için Medici sarayına aldı.”
Ghirlandaio “Buonarroti’nin anlattıklarından öğrendiğimiz kadarıyla,” diye homurdandı.
Sarto, “Yalnızca Michelangelo’nun anlattıklarından değil,” diye itiraz etti. “Il Magnifico’nun oğullarından Kardinal Giovanni de’ Medici’nin bir keresinde Michelangelo’ya ‘birader’ dediğini duydum.”
Andrea “Peki sen Kardinal de’ Medici’yle ne zaman karşılaştın?” dedi.
“Medici umurumda değil.” Ghirlandaio hızlandı. “Taş yontanlar zanaatkârdan başka bir şey değildir. Ağır aletler kullanarak kayalara vururlar. Ressamlarla benzer bir tarafları yoktur. Tarihin tartışmasız en büyük heykeltıraşı olan Donatello, aynı zamanda usta bir ressam olduğunu da iddia etmiyordu. Nanni di Banco, della Quercia, Nicola Pisano, hiçbiri resim yapmadı.”
“Peki ya Verrocchio?” diyerek söze girdim. “Tobias, Melek ve Mesih’in Vaftizi resmi?”
“Bana Michelangelo’nun ikinci Verrocchio olduğunu ima etmediğini söyle,” dedi ve ben de tartışmadan kaçınmak için bakışlarımı yere çevirdim. “Vaftizhane kapılarını ustaca yapılmış tablolara dönüştürecek ölçüde bir zarafetle çalışan Ghiberti bile,” diye devam etti Ghirlandaio, “bahsetmeye değecek bir resim yapmadı. Bu iş asla aşağılık bir taş yontucusuna gitmemeli.”
Bu son sözler üzerine bardakları tokuşturup içtik ama hiçbirimiz gülmüyorduk. Michelangelo silahlarımızı alıp arenamıza doğru ilerliyordu ama yine de onun ne kadar iyi bir ressam olabileceği hakkında hiçbir fikrimiz yoktu, rahatsız edici olsa da gerçek buydu. Michelangelo’nun başka bir Davut’u sır gibi saklamayı başardığını hayal edin; bu seferki Davut’un bir resim olduğunu hayal edin. Bardağımı bıraktım ve “Peki, Michelangelo’nun arkadaşları kim?” diye
24
Lorenzo de’ Medici, Lorenzo Il Magnifico yani Muhteşem Lorenzo olarak anılırdı. (ç.n.)