Muhteşem Ressam. James Arthur Anderson

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Muhteşem Ressam - James Arthur Anderson страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Muhteşem Ressam - James Arthur  Anderson

Скачать книгу

burada eğlenin,

      Çiçek serdiğimiz bu yolda

      Geleneklerinizle yürüyün!”

      Müjdeci Tanrı’nın son mesajı da duyulduktan sonra Pan şehrin kapılarının içinde dikildi. Satirler, su perileri ve orman perileri etrafını sardı ve koronun sesi göğe yükseldi:

      “Biz su perileri, satirler ve mevsim tanrıçaları,

      Çağırıyoruz sizi

      Gelin, burada eğlenin,

      Çiçek serdiğimiz bu yolda

      Geleneklerinizle yürüyün!”

      Şarkı bittiğinde Milano alayının trampetleri göğü delen bir sesle çalmaya başladı, tanrılar ve gösteri yapan su perileri dağıldı ve Milano saray halkı, tüm gözler onları izlerken Porta San Gallo’ya zafer dolu bir şekilde giriş yaptı.

IV

      “Tanrım!” dedi tatlı Francesca da Vinci, Leonardo diğerlerinin yanından ayrılarak yola bakan pencereye gelince. “Hiç böyle bir şey gördün mü?”

      Böyle şaşkınlığa kapılıp hayran kalması çok doğaldı elbette. Medici ailesinin hazırladığı en masraflı gösteri veya Floransa’nın düzenlediği en muhteşem tören alayı, bu Milano tören alayına ancak kırmızı yaseminin boğucu kokusu gülün tatlı kokusuna ne kadar yakınsa ya da bir inci kırmızı bir yakuta ne kadar benzeyebilirse işte o kadar benzeyebilirdi. Gerçek bir Toskana tören alayı, gerçek Toskana sanatı gibi, her zaman muhteşem bir sadelikle belirgindi. Hesapsız miktarda para harcanabilir, Arno’nun akıntısı kadar güçlü bir yetenek ve zanaatkâr akımı olabilir fakat yine de Antik Yunan çağının zevklerini öne çıkaran, en önemli Floransalıların hayatlarını süsleyen ve günümüzde Toskana Quattrocento çağının heykel ve resimlerinde kalan o sadelik her zaman yerini korurdu.

      Milano trampetlerinin sesi yükseldi, su perileri ve gösteri yapan tanrılar etrafa dağıldı ve Galeazzo Maria’nın saray halkı Porta San Gallo’ya girdi. Fakat Dük ve heyeti kapılara ulaşmadan önce küçük bir atlı grubu, tören alayından ayrılan ziyaretçileri karşılamaya gitmişti. Lorenzo de’ Medici, Giuliano, Cosimo Malatesta ve Casa Medici’nin dostları gelen misafirlerini karşılamak için Palazzo de’ Priori’ye doğru hızla at sürdüler. Tanrım! Alayı izleyenler nasıl da heyecan ve coşkuyla bağırıyordu! Böylece Floransa’nın gözleri Milano’nun ihtişamıyla parıldadı.

      Önce kırk kişilik trampet grubu geldi. Cüppeleri Sforza ve Visconti’nin armalarıyla süslüydü ve keten kadar sert görünüyordu.

      Sonra iki yüz kişilik piyade ekibi geldi. Mızrakları ve başlıkları göz kamaştırıcı şekilde parlatılmıştı. Giydikleri tunik ve uzun çorapları soylulara yakışır kalitedeydi. Bu grup başlarını ne sağa ne de sola çevirdi, yalnızca, pencerelerden ve avlulardan onları izleyen genç kızlara arzuyla bakıyorlardı.

      Piyadelerin girişini elli kişilik bir seyis grubu takip etti. Seyisler gümüş renkli kıyafetlerle kuşanmış, çizmeleri Sforza-Visconti armasıyla işlenmişti. Dük ve beraberindekiler için elli muhteşem savaş atı yürütüyorlardı. Savaş atları ise altın sırmalı ipek eğerler, altın kaplı üzengi ve nakışlı dizginlerle donatılmıştı.

      Bunların ardından yüz kişilik görkemli bir şövalye grubu, tamamen silahlı ve savaşa hazır halde, atlarını ihtişamla sürerek cesur bir edayla şehre giriş yaptı.

      Sonra, Dük’ün meclis üyeleri altın ve gümüş sırmalı ipeklere kuşanmış bir halde geldi. Onları ise Dük’ün kırk kişilik, kalın altından hükümet zincirleri takan saray nazırları takip etti.

      Ardından Della Torre, Tuttavilla, Rossi ve Milano’nun diğer soyluları, Napoli’den San Severini, Correggio, Manfredi, Gonzaga ve Bentivolgio gibi tüm İtalya’nın tanıdığı soylu isimler şehre giriş yaptı. Bu kişiler birbirleriyle sohbet edip gülüşüyor ve etrafa attıkları kurnaz ve oyunbaz bakışları gizlemek için hiçbir çaba göstermiyordu.

      Nihayet Dük de gözlerini kendisini memnun edecek bir genç kız arayışıyla dört bir yana çevirerek şehre giriş yaptı. Haberci Merkür’ü görüp gülümsedi. Ardından Madonna Francesca’yı gördü; bakışları arzulu ve kötücül bir hal aldı çünkü Madonna henüz yirmi bir yaşındaydı ve çok güzeldi. Bu bakışların altında Madonna hafifçe titredi, Leonardo ise pelerinini çıkarıp kızın omuzlarına sardı.

      “Beni eve götür!” diye fısıldadı kız.

      Fakat Leonardo, Düşes Bona geçmeden hiçbir yere gidemezdi.

      Son süslü ve parıltılı seyahat vagonu da sokaktan tıkırdayarak geçti. Avcılar, doğancı başları ve kavalcıların geçişi de tam bitmek üzereydi. Bu sırada Leonardo, Madonna Francesca’yı kapı girişinden geçirdi.

      Tam o sırada bir soytarı, Leonardo’nun kafasına elindeki keseyle vurdu ve “Ah! Kaçak ayak!” diye bağırdı. “Ah! Seni baştankara!”

V

      Dük’ün bakışından dolayı bir şey olduğunu pek sanmıyorum çünkü burası Milano değil, Floransa’ydı. Üstelik bence Dük böyle çevresinde görüp kolayca ulaşabildiği kadınları taze tomurcuk gibi koparmakla o kadar meşguldu ki Francesca da Vinci’ye attığı bakışı ikinci kez düşünmedi bile. Ne yazık ki mart rüzgârlarından mı yoksa o doğu rüzgârından zaten titreyen vücudun sahip olduğu ruhu üşütecek kadar kötücül olan Dük’ün bakışlarından mı bilinmez, Madonna hastalandı, zayıfladı ve nihayetinde de hayata gözlerini yumdu.

      Francesca’yı kendi iyi meleği olarak görüp çokça seven Leonardo, bu ölüme büyük bir isyanla tepki gösterdi. Babasının eski dininden rahatsız oldu; Galeazzo Maria’nın o şehvet dolu bakışının ardından doğruca Annunziata Kilisesi’ne doğru atını sürmeye devam edip orada, güvenli yolculuğu için Tanrı’ya şükranlarını sunması Leonardo’yu tiksindirmişti ve ayrıca kösnül Sforza’nın dini törenlerle ağırlanması midesini bulandırmıştı. Çalıştığı atölyede sıklıkla karşılaştığı dini öğütlere dudak büküp alaycı bir tavır sergilemeye başladı ve inancı gittikçe zayıfladı.

      Dinin soyut kavramlarına dudak büktüğünü düşünmüyorum, çünkü inancını kaybedenler tanımlanamaz bir tanrıya veya yanlış çizilmiş ahlak kurallarına karşı alaycı bir tavır almazlar; fakat Leonardo gerçekten de dini gelenekleri, ayinleri ve uygulamaları alaya almaya başlamıştı.

      Sandalet giyen bir papaz gördüğünde, “Ah! Kaçak ayak!” diye kendi kendine mırıldanır, kukuletalı bir rahip gördüğünde “Ah! Seni baştankara!” diye sessizce alay ederdi.

      Elbette dini resimler çizerken dinin âdetlerini alaya almak haysiyetli bir davranış değil. Böyle bir düşünce yapısı kişiyi dini sanatta inanca da ulaştırmaz.

      Altıncı Bölüm

      Etki ve Tepki

      Bana dünyadaki en büyük mutluluğun ne olduğunu sorsalardı, “Dünyadaki en büyük mutluluk ideallere ulaşmaktan geçer,” derdim. Eğer bunların nasıl idealler olduğunu sorsalardı, “Bir idealin yapısı

Скачать книгу