Mozart: Bir Yaşam Serüveni. Heribert Rau
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mozart: Bir Yaşam Serüveni - Heribert Rau страница 20
Bu şekilde saatler geçti. Şakalaşıp aralarında sır kalacak şeyler konuştular. Kız ile oğlan eskisinden de güzel ve kutsanmıştı çünkü çocuksu masumiyetin koruyucu meleği onların sevincini günahlardan arındırmıştı. Aşkın sabah güneşi tarifi imkânsız güzellikteki gül pembesi ve altın sarısı ışığını üzerlerinde parlatıyordu. Bu ışığın ince sisine bakıp loş önsezilerle ışığın ötesindeki cennetin coşkusunu kavrıyorlardı.
Nihayet ayrılık vakti geldi. Giuditta bunu ilk hatırlayan olmuştu çünkü gece yarısı olmadan teyzesinin Novelli’deki evinde olmalıydı. Şöyle dedi:
“Haydi Amadeo, vedamızı ettik. Ama bir şey daha söylemem gerek. Tekrar geleceksin ve beni asla unutmayacaksın, biliyorum.”
Sonra göğsünden küçük bir altın haç çıkarıp şunları söyleyerek Wolfgang’a verdi:
“Bu tılsımı al, bizzat Papa tarafından kutsanmıştır. Altı yaşımdan beri kalbimin üzerinde taşıdım onu, şimdi de senin kalbinin üzerinde dursun. Ona baktığında beni düşün!”
Sonra vahşi bir hıçkırıkla kollarını savurup Wolfgang’ı tutkuyla öptü ve gitti.
Yedinci Bölüm
Sihirli Yüzük
“Napoli’yi gör de öyle öl!” demiştir bir İngiliz yazar, sanki bu şehir dünyaya ait tüm güzelliklerin baş tacı ve zirvesiymiş gibi. Mozart’lar için hakikaten öyleydi. Napoli’nin muhteşem konumu, şehrin ve çevresinin güzelliği, olağanüstü atmosferi ve herkes tarafından sıcak bir şekilde karşılanmış olmaları bu şehrin tıpkı Madam Uslinghi’nin dediği gibi âdeta bir cennet olarak görünmesini sağlamıştı.
Şehre vardıktan birkaç gün sonra evde oturmuş, iki yeni dostun gelmesini bekliyorlardı. Bu iki arkadaş onları ünlü Della Pieta Konservatuvarı’na götüreceklerine söz vermişti. Burada bir grup seçkin Napoli sakiniyle tanışıp orada toplanmış olan sanatçıların ve konservatuvar öğrencilerinin müzikal performanslarını dinleyeceklerdi. Bekledikleri arkadaşlar Doll ve Jomelli idi. Bunlardan ilki seçkin bir besteci, diğeri ise çağının en meşhur müzisyenlerinden biriydi ve Cajo Mario adlı operası tam da o dönemde Napoli’de kalabalık salonlarda sahnelenmekteydi.
Akşam saat yediydi. Günün aşırı sıcağı geçmişti ve açık pencerelerden içeri serin denizin taze ve uyandırıcı nefesi giriyordu. Baba Mozart balkona oturmuş, kokulu Alman piposunun ve bütün o muhteşem Napoli Körfezi’ni sararak gözlerinin önünde uzanan mest edici manzaranın tadını çıkarıyordu. Amadeus ise piyanonun başında oturmuş, Haydn’ın yeni bir menuetini çalmaktaydı. Bu parçayı kısa süre önce Nannerl’den almıştı. Haydn onun ideali, neşesi ve bir Alman olarak gururuydu. Önündeki parça ise kalbini sevinçle doldurmuştu. O sırada iki müzisyen odaya girdi. Amadeus çalmayı bırakmadan o anda bilhassa neşeli ve coşkulu bir sesle haykırdı:
“Şunu bir dinleyin! Benim müthiş Haydn’dan yeni bir şey! Nasıl da sevinç dolu bir sesi var! İşitiyor musunuz? Sanki mutluluktan uçan insanların arasındaymışız gibi. Şimdi de kahkahalar atarak hoplayıp zıplayan ve bizi çiçek yağmuruna tutan bir grup çocuk var!”
Sonra ayağa kalktı. Güney güneşinin biraz esmerleştirdiği parlak yüzünde âdeta bir ilham ifadesiyle şöyle dedi:
“Sanatçının gök kubbesi ne kadar da asildir! Bunu yüce Haydn’ın bu eserinde bir kez daha görebiliyorum. Sadece binlerce ve binlerce ruhu harmonisinin tatlı gizemleriyle mest etmekle kalmıyor; aynı zamanda da onları yüceltiyor, arındırıyor ve rahatlatıyor. Öyle ki Haydn hayatı sona erdiğinde ölmüş olmayacak. Eserleri, daha binlerce insanı kutsayarak yaşamaya devam edecek.”
“Evet, bu tüm halkların ve ülkelerin ortak dilidir,” diye cevap verdi Jomelli ciddi bir tavırla. “Eğer ikinci bir Babil olsaydı ve tüm dünya dilleri tekrar allak bullak edilseydi, müzik her kulağın anlayacağı dil olmaya devam ederdi.”
“Yalnız, müzik eşyadan değil hislerden bahsetmelidir,” dedi Amadeus, “Çünkü müzik duygular diyarına öyle mutlak bir hâkimiyetle hükmeder ki kalbin ta derinlerine kadar ulaşır. Oysa zihin için doğrudan bir mesajı yoktur. Bu yüzden, betimleyici müzik hepten iğrenç bir şeydir. Ah! Eminim… Eminim ki müzik kalbin sesidir ve yalnızca kalbin işitmesi için vardır!”
Mavi gözlerindeki ciddi bakış ve coşkudan ışıl ışıl parlayan yüzüyle oracıkta durmuş, yeni bir sanat misyoneri gibi konuşan genç maestroyu dinlemek ihtiyar İtalyan bestekâr28 için büyük bir zevkti. Delikanlının bilgeliğini test etmek için sordu:
“Öyleyse, müziğe hangi anlamı verirdin?”
Amadeus bir an düşündü. Sonra sanki kendi yeni İncil’inden okuyormuşçasına cevap verdi:
“Müzik, dünyayı kelimelerden arındırmış melodidir.”
“Bunu biraz açıklar mısın?” diye sordu Jomelli şaşkın bir ifadeyle.
“Açıklamak mı?” diye karşılık verdi Amadeus, omuzlarını hafifçe silkerek. “Keşke açıklama diye bir şey olmasaydı! Hepsini hissediyorum ama bunu açıklamak çok zor bir iş. İşte aklımdaki şu: Tonalitenin belli ifadeleriyle yani marşlar, danslar, şarkılar, operalar vesaireyle ilişkisi, tamamen estetik olan mimarinin pratik uygulamalarıyla ilişkisine benzemektedir: Bunu yalnızca insanların kullandığı şekliyle biliriz. Bir tapınak, opera binası, atölye veya saray yapılacağı zaman bunların planlarında ilk olarak yapının amacı ve güzellik ilkeleri düşünülmelidir. İşte müzik de yaşam ve dünya karşısında bu konumdadır. İdeal müziği tasavvur edebilirim fakat o doğaüstü ve ulaşılamaz bir şeydir. Bizim gibi bu dünyaya ait varlıklar için yaşam ve dünyanın sağladığı kelimelere uyarlanmış bir melodi olarak gözükmektedir. Bir anne ninni söyleyerek bebeğini uyutur, bir tabur savaş şarkıları haykırır, genç kızlar dans etmek ister, dindar ruhlar dua eder. İşte böylece ninni, marş, mazurka29 ve mezmur gibi kelimeleri elde ederiz.
Bu yüzden, müzik böylesi kesin bir meşguliyetten ne kadar uzaksa, kelimelerden ne kadar arınmışsa, o kadar ilahidir. Böylece sonat ve hatta ondan üstün olan senfoni, müziğimizin başında durmaktadır!”
Bu arada konservatuvarda yapılacak toplantı için vakit gelip çatmıştı. Hemen yola koyuldular. Kasvetli, eski bir yapıydı burası. Bir sanat enstitüsünden ziyade bir manastır görünümüne sahipti. Devasa büyüklükteki siyah kapı bir aslanın çenesi gibi esniyordu. Kabul salonu ise duvarlar boyunca sıralanmış azizlerin resimlerine rağmen bir binicilik okulunu andırıyordu. Dolayısıyla binanın Wolfgang üzerindeki tesiri hiç de hoş olmamıştı. Konservatuvar öğrencilerinin yanı sıra burada ortaya çıkan kalabalık lortlar ve damlar grubu ise mekânın Wolfgang’ı içine soktuğu haletiruhiyeyi iyileştirmiş değildi.
Resmi selamlaşma faslı sona erdikten sonra “İşte başımın belası yine burada,”
28
Jomelli İtalyan müzik ekolünde reform çabaları nedeniyle işkence çekmiştir. Bu konuşmadan dört yıl sonra yani 1774’te düşmanlarının eziyetleri nedeniyle yüreği kederle dolu olarak vefat etmiştir.
29
Mazurka: Polonya’ya has bir halk dansı. (ç.n.)