Bir Kahramanlık Ocağı . Морган Райс

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bir Kahramanlık Ocağı - Морган Райс страница 8

Bir Kahramanlık Ocağı  - Морган Райс Krallar ve Büyücüler

Скачать книгу

uçuyor, kanatlarını çırpmak için büyük çaba harcıyor, havada kalabilmek için uğraşıyordu. Saatlerdir yaptığı gibi Escalon’un üzerinde uçuyor, içine doğmuş olduğu bu zalim dünyada kayıp ve yalnız hissediyordu. Gözlerinin önünde babasının ölüm anı, koca gözlerinin kapanışı, insan askerler tarafından ölümüne bıçaklanışının görüntüleri geçiyordu. Muhteşem bir savaş anı hariç tanımaya hiç fırsat bulamadığı babası, onu kurtarmak için uğraşırken ölen babası…

      Bebek ejderha babasının ölümünü kendisi ölmüş gibi hissediyor, kanatlarını her çırpışında, daha bir suçlulukla dolduğunu hissediyordu. Eğer onu kurtarmaya gelmemiş olsa babası şimdi hayatta olabilirdi.

      Ejderha, babasını tanıma, ona, kendini düşünmeden atıldığı kahramanlık için, hayatını kurtardığı için ona teşekkür etme şansı bulamayacağını bilerek, acı ve pişmanlık içinde uçmaya devam etti. Bir parçası artık yaşamayı bile istemiyordu.

      Fakat diğer parçası öfke içinde yanıyor, o insanları öldürmeyi, babasının intikamını almayı ve tam önündeki ülkeyi yok etmeyi umutsuzca istiyordu. Nerede olduğunu bilmiyor olsa da kendi anavatanından okyanuslarca uzak olduğunu sezgisel bir şekilde biliyordu. Bir içgüdü onu evine dönmeye itiyor fakat evinin nerede olduğunu bilmiyordu.

      Bebek ejderha amaçsızca uçuyordu. Bu dünyada alabildiğine kaybolmuş, ağaçların tepelerine ve önüne her ne çıkarsa onun üzerine alev püskürtüyordu. Kısa süre sonra alevi tükendi ve hemen ardından her kanat çırpışında git gide alçalmaya başladı. Yükselmeyi denedi fakat yükselebilecek gücünün kalmadığını fark edip panikledi. Ağaç tepelerinden kaçınmaya çalıştı fakat kanatları artık onu taşıyamıyordu ve doğrudan ağaçların arasına dalıp, henüz iyileşmemiş olan yaralarının tekrar açılmasına sebep oldu.

      Acı içinde ağaç tepelerinden sekip uçmaya devam etti. Güç kaybetmeye devam ederken irtifası da git gide azalıyordu. Kanı yağmur damlaları gibi yere düşüyordu. Açlıktan, yaralarından, aldığı binlerce mızrak darbesinden güçsüz düşmüştü. Uçmaya devam etmek, yok edecek bir hedef bulmak istiyordu fakat gözleri kapanıyordu; gözkapakları artık aşırı ağırlaşmıştı. Bilinçsiz bir şekilde sürüklenmekte olduğunu hissetti.

      Ejderha ölmekte olduğunu biliyordu. Bu onu bir şekilde rahatlatıyordu; kısa süre sonra babasının yanında olacaktı.

      Sert ağaç tepelerine çarptığında, hışırdayan yaprakların ve kırılan dalların sesiyle uyandı ve sonunda gözlerini açtı. Görüş alanı yeşil bir dünyayla kapanmıştı. Kendini daha fazla kontrol edemiyor, yuvarlandığını, dallara çarptığını hissediyordu. Her bir çarpma onu daha fazla yaralıyordu.

      Nihayet bir ağacın tepesinde, dalların arasında sıkışmış bir şekilde aniden durdu. Çırpınamayacak kadar güçsüzdü. Ağacın tepesinde, hareketsiz bir şekilde asılı kaldı. Canı hareket edemeyecek kadar çok yanıyor, her bir nefes bir öncekinden daha fazla acıyordu. Ağaçların arasına dolanmış bir şekilde, orada öleceğinden emindi.

      Dallardan biri aniden büyük bir gürültüyle kırıldı ve ejderha düştü. Yere doğru yuvarlanarak ve daha fazla dala çarparak, on beş metre kadar düştükten sonra nihayet zemine çarparak durdu.

      Göğüs kafesinin kırılmış olduğunu hissederek yattı. Kan soluyordu. Yavaşça bir kanadını çırptı fakat daha fazlasını yapamadı.

      Yaşam enerjisinin kendisini terk ettiğini hissederken, bunun adaletsiz ve zamansız olduğunu düşündü. Bir kaderi olduğunu biliyordu fakat bunun ne olduğunu anlayamıyordu. Bu dünyaya yalnızca babasının ölümünü görüp sonra kendi ölümünü yaşamak için gelmiş olmak ona çok kısa ve zalim geliyordu. Belki de hayat böyle bir şeydi: zalim ve adaletsiz.

      Gözlerinin son kez kapandığını hissederken ejderha zihninin son bir düşünceyle dolduğunu hissetti: Baba, beni bekle. Yakında sana kavuşacağım.

      BÖLÜM ALTI

      Alec gösterişli siyah geminin küpeştesinde durmuş, günlerdir yaptığı gibi denize bakıyordu. Yükselip alçalan ve küçük gezinti gemilerini kaldırıp indiren dev dalgalara ve dalgaların arasından daha önce hissettiği hiçbir şeye benzemeyen bir hızda geçerlerken arkalarında bıraktıkları köpükleri izledi. Yelkenler rüzgârla kabarırken tekneleri eğildi; direkler güçlü ve dayanıklıydı. Alec gemiyi bir zanaatkârın gözleriyle inceledi, geminin nasıl bir malzemeden yapılmış olduğunu merak ediyordu. Geminin alışılmamış, gösterişli bir malzemeden yapıldığı belli oluyordu; daha önce hiç karşılaşmadığı ve gece gündüz hızlarını koruyarak, Pandesia donanmasını geçmeleri için, Acılar Denizi’nden Gözyaşı Denizi’ne doğru manevralar yapmalarını sağlayan bir malzemeydi.

      Alec düşünürken, nasıl asap bozucu bir yolculuk içinde olduğunu hatırladı, günler ve geceler boyunca, yelkenler hiç inmeden, gıcırdayan gemilerin, sıçrayan ve kanat çırpan egzotik yaratıkların düşman sesleri ile dolu kara denizde, uzun geceler boyu süren bir yolculuk… Birçok kez uyanıp, parıldayan bir yılanın tekneye tırmanmaya çalıştığını ve birlikte yolculuk yaptığı adamaların yılanı çizmeleriyle tekmeleyerek uzaklaştırdıklarını görmüştü.

      En gizemli olan da, egzotik deniz hayatından bile gizemli olan, geminin dümencisi Sovos’tu. Bu adam Alec’i demirci ocağında ziyaret eden, onu uzak bir yere doğru götüren ve Alec’in ona güvenmenin delilik olup olmadığını düşündüğü adamdı. O zamana kadar adam hiç olmazsa Alec’in hayatını bir kez kurtarmıştı. Alec denizin üzerinde uzaklaşırken, Pandesia donanmasının yaklaşmakta olduğu Ur şehrine acı içinde, çaresizce bakışını hatırladı. Ufuktan top güllelerinin havayı yarışını görmüş, uzaktan gelen yıkım seslerini duymuş, yalnızca birkaç saat öncesinde kendisinin de içinde bulunduğu görkemli binaların yıkılışını görmüştü. Gemiden atlayıp geride kalanlara yardım etmek istemişti fakat o zamana kadar çoktan uzaklaşmışlardı. Sovos’a geri dönmeleri konusunda ısrar etse de adamın kulakları onun yalvarışlarına tıkalıydı.

      Alec geride bıraktığı arkadaşlarını, özellikle de Marco ve Dierdre’yi düşününce gözleri doldu. Gözlerini kapatıp faydasız bir şekilde anıları uzaklaştırmaya çalıştı. Onları yüzüstü bıraktığı düşüncesi göğsünün sıkışmasına sebep olmuştu.

      Alec’in devam etmesinin, ümitsizlikten sıyrılmasının tek sebebi, Sovos’un ısrarcı bir şekilde onu çağırmasıyla, bir başka yerde kendisine ihtiyaç duyuluyor olmasıydı; belirli bir kaderi olduğu, Pandesialıları başka bir yerde yok etmekte işe yarayacağı düşüncesiydi. Sonuçta Sovos, orada diğerleriyle birlikte ölmesinin kimseye hiçbir faydası olmayacağını söylemişti. Hala Marco ve Dierdre’nin hayatta kalmış olduklarını ve onlarla bir süre sonra tekrar bir araya geleceğini umuyordu.

      Nereye gittiklerini aşırı şekilde merak eden Alec, Sovos’u soru yağmuruna tutmuş fakat adam, inatçı bir şekilde sessizliğini korumuş, gündüz gece, sırtı Alec’e dönük bir şekilde dümende durmuştu. Alec’in gördüğü kadarıyla adam hiç uyumamış ve yemek yememişti. Siyah uzun çizmeleri ve siyah kabanıyla olduğu yerde durup denizi izlemişti, kızıl ipek şalı omuzlarına dökülüyordu ve üzerinde tuhaf bir işaret bulunan bir pelerin giymişti. Kısa kahverengi sakalları ve sanki onlardan biriymişçesine dalgalara bakan, parlak yeşil gözleriyle adamın

Скачать книгу