Bir Kahramanlık Ocağı . Морган Райс

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bir Kahramanlık Ocağı - Морган Райс страница 9

Bir Kahramanlık Ocağı  - Морган Райс Krallar ve Büyücüler

Скачать книгу

beklerken, Sovos, sırtı ona dönük, denizi incelerken sessizliğini korudu.

      Alec başka bir yoldan gitmeye karar verdi.

      “Nereye gidiyoruz?” diye sordu Alec tekrar. “Ve bu gemi nasıl oluyor da bu kadar hızlı gidebiliyor? Bu gemi nasıl bir malzemeden yapılmış?”

      Alec adamın sırtına bakarken dakikalar geçti.

      Nihayet adam başını salladı, sırtı hala Alec’e dönüktü.

      “Gitmen gereken yere, bulunman gereken yere gidiyorsun. Seni seçtim, çünkü sadece sana ihtiyacımız var, başkasına değil.”

      Alec meraklanmıştı.

      “Bana ne için ihtiyacınız var?” diye bastırdı.

      “Pandesia’yı yok etmek için.”

      “Neden ben?” diye sordu Alec. “Benim nasıl bir yardımım olabilir?”

      “Vardığımızda her şeyi anlayacaksın” dedi Sovos.

      “Nereye vardığımızda?” diye sordu Alec ısrarla, bıkkın bir şekilde. “Arkadaşlarım Escalon’da. Sevdiğim insanlar. Ve bir kız.”

      “Üzgünüm” diyerek iç geçirdi Sovos “fakat orada kimse kalmadı. Sevdiğin ve tanıdığın herkes gitti.”

      Ardından uzun bir sessizlik oldu ve rüzgârın ıslığı arasında Alec adamın yanılıyor olması için dua etti; fakat derinlerde onun haklı olduğunu hissediyordu. Hayat nasıl olur da bu kadar hızlı değişebilir diye düşündü.

      “Fakat sen hala hayattasın” diye devam etti Sovos “ve bu çok değerli bir hediye. Bunu boşa harcama. Birçoklarına yardım edebilirsin; tabii testi geçebilirsen!”

      Alec kaşlarını çattı.

      “Ne testi?” diye sordu.

      Sovos nihayet dönüp ona baktı; gözleri deliciydi.

      “Eğer sen beklenensen” dedi Sovos “davamız senin omuzlarına yüklenecek; fakat değilsen hiçbir işimize yaramazsın.”

      Alec anlamaya çalıştı.

      “Günlerdir denizde yol alıyoruz fakat hiçbir yere varmadık” dedi Alec. “Yalnızca denizde daha da ileri gittik. Artık Escalon’u göremiyorum bile.”

      Adam sırıttı.

      “Peki, nereye gittiğimizi düşünüyorsun?” diye sordu.

      Alec omuz silkti.

      “Güneydoğuya gidiyormuşuz gibi görünüyor. Belki Marda’ya doğru bir yerler.”

      Alec gına gelmiş bir şekilde ufka baktı.

      Nihayet Sovos cevap verdi.

      “Çok yanılıyorsun evlat” dedi. “Gerçekten çok yanılıyorsun.”

      Güçlü bir rüzgâr estiği sırada Sovos tekrar dümenine döndü, tekne okyanus dalgalarının ortasına doğru ilerliyordu. Alec ileriye baktı ve o anda, ufukta bir şeyin siluetini görüp sarsıldı.

      Öne koştu. Teknenin kenarını kavrarken içi heyecanla dolmuştu.

      Ufukta bir kara parçası yavaş yavaş belirgin hale gelmeye başlamıştı. Kara parçası sanki elmaslardan yapılmış gibi pırıldıyordu. Alec bir elini gözlerine siper yapıp, bunun ne olabileceğini merak ederek, gözlerini kısıp baktı. O ıssızlığın ortasında nasıl bir ada bulunuyor olabilirdi? Beynini zorlasa da hiçbir haritada böyle bir ada gördüğünü hatırlamıyordu. Bu, daha önce hiç duymadığı bir ülke miydi?

      “Bu nedir?” diye sordu Alec beklenti içinde bakarak aceleyle.

      Sovos döndü ve Alec’le tanışmalarından o yana ilk kez genişçe gülümsedi.

      “Dostum” dedi “Kayıp Adalar’a hoş geldin.”

      BÖLÜM YEDİ

      Aidan bir direğe bağlı, kıpırdayamaz halde dururken, az ileride, etrafı Pandesia askerleri tarafından çevrilmiş, dizlerinin üstünde duran babasına bakıyordu. Askerler kılıçlarını havada, babasının başının üzerinde tutuyorlardı.

      “HAYIR!” diye bağırdı Aidan.

      Kurtulmaya, ileri atılıp babasını kurtarmaya çalıştı fakat ne kadar uğraşırsa uğraşsın kurtulamıyor, bağlanmış olduğu halatlar el ve ayak bileklerine gömülüyordu. Babasını, dizleri üzerine çökmüş, gözleri yaşlı bir halde kendisinden yardım beklerken izlemeye zorlanıyordu.

      “Aidan!” diye seslendi babası bir elini uzatıp.

      “Baba!” diye seslendi Aidan da.

      Bir an sonra kılıçlar indi ve babasının başı uçurulurken Aidan’ın yüzü kanla kaplandı.

      “HAYIR!” diye bağırdı Aidan, hayatının çökmüş olduğunu, kara bir deliğe doğru çekiliyor olduğunu hissediyordu.

      Aidan sıçrayarak uyandı. Soluğu kesilmişti ve soğuk ter içinde kalmıştı. Karanlıkta otururken nerede olduğunu hatırlamaya çalıştı.

      “Baba!” diye bağırdı Aidan, hala yarı uykuluydu. Hala babasını arıyor ve onu kurtarmak için telaş ediyordu.

      Etrafına bakındı, yüzünde ve saçlarında, vücudunun her yerinde bir şeyler hissetti ve nefes almakta zorlandığını fark etti. Uzanıp yüzünden uzun ve yumuşak bir şeyi çekti ve bir saman yığını arasında yatmakta olduğunu ve neredeyse yığının içine gömülmüş olduğunu fark etti. Samanları üzerinden hızla temizledi ve doğruldu.

      Ortam karanlıktı, ahşap parmaklıkların arasından bir meşalenin solgun kıpırtısı görülüyordu. Kısa süre sonra Aidan bir arabanın arkasında yatmakta olduğun fark etti. Hemen yanında bir kıpırtı oldu ve dönüp baktığında bunun Beyaz olduğunu görüp rahatladı. Kocaman köpek arabanın içinde sıçrayıp yüzünü yalamaya başlarken Aidan da ona sarıldı.

      Aidan rüyasının etkisiyle hala soluk soluğaydı. Her şey çok gerçek görünmüştü. Babası gerçekten öldürülmüş müydü? Onu en son gördüğü zamanı hatırlamaya çalıştı; krallığın avlusunda, tuzağa düşürülmüş ve etrafı sarılmıştı. Ona yardım etmeye çalıştığını fakat gecenin karanlığında Motley tarafından oradan uzaklaştırıldığını hatırladı. Motley’in onu, Andros’un arka sokaklarından, oradan uzaklaşmaya çalışan arabalardan birine koyduğunu hatırladı.

      Böylece arabada oluşu açıklanmış oluyordu. Fakat nereye gitmişlerdi? Motley onu nereye götürüyordu?

      Bir kapı açıldı ve bir meşalenin parıltısı karanlık odayı aydınlattı. Aidan nihayet nerede olduğunu görebiliyordu. Alçak, kemerli tavanlı, küçük bir kulübe veya tavernaya benzeyen, taş bir odadaydı. Kapının önünde, meşale

Скачать книгу