Türk Tarihi. Necib Âsım Yazıksız

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk Tarihi - Necib Âsım Yazıksız страница 17

Жанр:
Серия:
Издательство:
Türk Tarihi - Necib Âsım Yazıksız

Скачать книгу

Eğer Fars, Irak ve başka kuvvetler bir şahısta birleşse bir Türk’e kâfi gelemez. Türk uzun emellere meyilli olmayıp ancak gazalarda tecrübe ettiği ve yanından geçen hayvanı geçirmeyen ve bu hususta fevkalade gayret eden hayvanını alıkoyar. Türk; çoban, seyis, bakıcı, baytar ve süvaridir. Her bir Türk sanayide başkasına muhtaç olmayacak kadar mükemmeldir. Eğer Türk, başka Türk askerleri arasına giderse ötekileri on mil yol aldığı hâlde o yirmi mil gider. Zira askerden ayrılarak uçanı kaçanı avlamak için sağa sola ve dağların zirvelerine çıkar ve vadilerin diplerini altüst eder.

      Âliye kabilesinden bir adam Ebayezid et-Tâî’yi aslanı vasfetmekten alıkoydu. Zira bu vasıf yiğidin acımasını azaltır ve korkakların dehşetini artırır. Türkleri ise aslan olarak vasfetmektense niteliklerini söyledi. Said’in rivayetine bakarak Türklerden bir kısım Yezid bin Hamza, İbn Derkü’l Haricî’nin memleketini istila ettikleri zaman Hamza halkın ileri gelenleri arasında ashabına dedi ki: Size karışmayanlara yol açınız ve onlara taarruz etmeyiniz. Nitekim size ilişmedikleri gibi siz de onlara ilişmeyiniz, demiştir. Bu cümleyi, Arabî, Horasanî olan Sa’d bin Askî’ye ihbar, hatta bu görüşte bulundu. Yezid bin Mezid, Türklerin Velid bin Tarif Haricî’yi katlettikleri vakayı hatırlatarak Türk’ün ahvalini bir nebzecik nitelendirerek der ki: Türk varlığının canlılar ve arz üzerinde bir yükü yoktur. Bizim süvariler önünde bir şey görmediği hâlde o arkadan gelecek şeyi bilir. Süvarisi bizi av, kendisini aslan ve atını ceylan sayar. Ve elleri bağlı olduğu hâlde kuyuya atılırsa bile hile yapmaksızın kurtulur. Hile olmaksızın cümlesinin ömürleri azalsa bizi uzun uzadıya düşündürürler. Şimdi Türkler, gasbederek, yeterince, kolaylıkla sahip oldukları mülkü tercih ettikleri gibi, yemekleri av, ganimetten ibaret olmasını isterler. Hayvanlar üzerinde gerek talip, gerekse matlup olmasıyla firar etmezler. Semame bin Eşres’in nakline göre: Türk korkmaz, korkutur, açgözlülük edilmeyecek yerde tamah etmez ve elde etmedikçe talepten el çekmediği gibi bir kez bile haddi aşmaz. Bununla birlikte elinden gelen bir işte esir ve emir ile zahir ve bâtınını tamamıyla elde edinceye kadar gayret ederse de elinden gelmeyecek işte ısrar etmez, nefsine menfaati olmayacak şey ile de meşgul olmaz.

      Fevkalade yorgun olmadıkça uykuya dalmadığı gibi uyusa dahi ağır olmayıp daima kuşkulu ve uyuklamaktan, sağlıklı bir uyanıklıkla yatar. Eğer ki bunların kabilelerinde peygamber ve ülkelerinde bilgin ve filozoflar olsa Basralıların edebini, Yunanlıların hikmetini ve Çin ehlinin sanatını tahsil edecekleri şüphesizdi.

      Yine Cahiz şöyle diyor:

      Eğer silahtan kaçınıp muharebeye niyet ederlerse tabii ki nefislerini koruma ve askerlerini sağlamlaştırma ve himaye ve korunma gereği ile müdafaa ederler. Ve yine gayretlerinin çokluğundandır ki: Bunlardan fırsat beklemek veya hile yapmak düşmanlarının hatırına bile gelmez.

      Semâme’nin bildirdiğine göre: Türk ellerine esir düştüğüm zaman ikram ve lütuflarını ve eşyalarını pek mükemmel gördüm. Bu Semame bin Eşres, Arap olduğu için Türklere ait görüşlerinden dolayı kendinden şüphe olunamaz. Ben sana Türklerden gördüğüm tuhaf şey ve garip emri hikâye edeyim. Me’mun’un bazı muharebelerinde yolun iki tarafında birçok saflar gördüm ki: Sağ tarafta Türklerden yüz süvari ve sol tarafta sair insanlardan yüz atlı saf bağlayıp Me’mun’un gelmesini bekliyorlardı. Gün yarı olmuş, sıcaklık artmış olduğu hâlde Halife gelince etrafını çevreleyen süvarilerden üç, dördünden başkası at sırtından inip dinlenmeye mecbur oldular, Türk bölüklerinden ise üç dördünden başkası yere inmediler.

      Bir defa da Katol’a gittiğim sırada Bağdat’tan çıkıyor idim. Horasan asıllı bedevilerle başka ordu sahibi süvarilerle karşılaştım ki: Bir hayvan bunlardan kaçtığı ve hepsi takip ettikleri hâlde yakalayamamışlardı. Cins ve terbiyeli hayvanlar üzerinde bulunan bu süvarilerin yanından onlara mensup ve onlar ölçüsünde olmayan kılsız bir hayvana rakip bulunan bir Türk geçmekte olduğu sırada hayvanı çevirmeye başlayınca, süvariler memleketin aslanı oldukları hâlde bir hayvanın onları bunalttığını söyleyerek eğlenmeye başlamış iken Türk boyunun kısalığı, hayvanının zayıflığıyla beraber kaçan atı yakalayıp sürüye katarak atalarına, dualarına bakmaksızın bıraktı, gitti. Ve bir hizmet etmiş gibi gururlanmadı.

      Çinlilerin Hiung-Nu, Acemlerin Turan dedikleri iklimin bulunduğu yer, Ceyhun, İli ve Sarı Irmak sınırlarının arkasında olup batısı Kıpçak ve doğusu Gobi namıyla ikiye ayrılmış idi; şu iki kelimeden ikisinin de manası boş demektir.

      Daha sonra Kıpçakların Güney Rusya’ya yayılma ve geçişi dolayısıyla İranlılar o bölgeyi Kıpçak diye adlandırmışlardır. Türklerin millî kökleri Saka ve Eftalitler ve Kıpçak ve Massaget adlı kavimlerle bağlantılı zannolunur. (Kıpçak bir bölge ismidir, etnografyaya ait genel adları Oğuz olmalıdır.) Milâdî VIII. asırda Tukyular arasında Kanglı ve Kalaçların bulunduğu şüphesizdir. Kanglılar Doğu Oğuzlarından sayılır. Asıl Kıpçak Hazar Denizi ile İli arasındadır. Burası kara, kızıl, ak kumluk ile bataklıktır. İli80 ,Çu, Sir, Amu nehirleri akışı mümkün olacak şekilde buradan geçerler. Kuzey ve doğu iki çöl arasında aralık eden yani Aral Gölü vardır. Siriderya ve Amuderya aracılığıyla kuzey çölünden güneye doğru geçilir. Aral Gölü burayı kuzeydoğudan batıya doğru çevirir. “Türkistan çitleri” ve Çu Nehri vasıtasıyla İli, Pe-Lu (Kuzey Yolu), Gobi ile yani kuzeyde bulunan düz yerler, dağlar, ovalarla güneydeki çite ulaşır.

      Çinlilerin Hiung-Nu, İranlıların “Turanî” dedikleri meçhul kavimler kuzey ovalarından güney memleketlerine doğru iner yahut Ceyhun ağızlarıyla, Türkistan çitlerini kapayan iki boğazda, kendilerinden önce yerleştirilip silahlandırılan, bakılıp beslenen hemcinsleriyle geçiş için mücadele ederlerdi. Olağan hâllerde kumluklardan geçmeyi göze aldırarak, çit muhafazasında bulunan hemcinsleri üzerlerine saldırır, durmadan ekili araziyi sahiplenme ile güzel yerleri elde eder yahut da onlara karışıp Kıpçak ile ekilebilir memleketlerin arasında bulunan yerleri idare edemeyecek bir zaman kadar orada kalır idiler. Artık oralara sığmayacak duruma geldikleri zaman güney tarafında bir fırtına koparır idiler. Gobi’nin doğusunda, şarkın nihayetinde, sınırların sonlarında81 Türkler, Moğollar, Mançular zengin memlekete yani tuhaflıkların buluştuğu yer olan Çin’e girmek için mücadele ederlerdi. Şu Kuzey ve Güney Hiung-Nuları arasındaki mücadeleleri kaydederek zamanımıza kadar saklayıp bize yetiştirmişlerdir. İranlılar Güney ve Kuzey Turanîlerin ayrılmasına ait olan hatıraları kaybettiklerinden milâdî VI. asra kadar (hicretin bir asır öncesi) batılılarca bilinen bir şekilde tarihlerinde karanlık ve karışıklık hâsıl olmuştur. Kıpçak İranlılara, Gobi de Çinlilere olduğundan fazla geçilmesi mümkün olmayan bir set oldu. Meçhul ve mazlum ülkeler perdesinin, Kuzgun Denizi, Ak, Karakum’un arkasını güney ve doğu tarafı ahalisi hiç görmemiştir. Çinliler ise Gobi’nin öte yanı hakkında bilgi edinmemişlerdir. İşte bundan dolayı Turanîlerin gizemli kavmi Hiung-Nular hakkında araştırmalar yapıp öğrenmek gerekir.

      Çinlilere göre Tukyular, asılları Gobi’nin kuzeyinde bulunan memleketten olan Hiung-Nuların bir kabilesidir. Bunlar göçebedir ve hayvan beslemek ve avcılık ile geçinirler. Çadırları keçedendir, sulak ve otlak yerlerin birinden diğerine göçüp konarlar. Deri tabaklamayı, işlemesini bilir ve yünden elbise yaparlar: Düğmelerini solu sağ üstüne getiren Çinlilerin aksine olarak sağı sol üzerine olmak üzere iliklerler. Elbiselerinin eteğini sol omuzlarına atarlar, saçlarını kesmez, uzatıp salıverirler. Güzel binici ve iyi okçudurlar. Yayları boynuzdandır, kılıç

Скачать книгу


<p>80</p>

(İli) Çungar lisanında (parlak, meşhur ve bilinen) demektir. (İli Göl) İli Irmağı demektir. Nehrin bu suretle isimlendirilmesine sebep şehir olmuştur. Şimdiki İli şehri 1169’da yeniden imar edilmiştir.

<p>81</p>

Si-liau “batı uzantısı”, Tung-liau “doğu uzantısı” demektir. Bugün Mançurya denen yerdir.