Cehennemlik. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cehennemlik - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 17

Жанр:
Серия:
Издательство:
Cehennemlik - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

yoluna kısırlığa mahkûm olacaktı. Efendi, onu, gayet iştah uyandırıcı fakat yenmesi yasak bir yemiş gibi yabancıların kıskanan gözlerinden saklı bulundurmaya, yalnız onun gönül alan yürüyüşünü seyrederek bu son günlerinin acılıklarını, bazı kısa dakikalarda biraz azaltma yolunu aramaya uğraşmayı yeter buluyordu.

      Yalıda her türlü bolluk ve rahatlık var idi. Fakat Cazibe Hanım’ın öyle iştahsızlık günleri olurdu ki, yemek yemek âdet olduğu için sofraya oturur, yediklerinin ne olduğunu fark edemeyecek bir dalgınlık ve isteksizlikle elini şuna buna dokundurur kalkardı.

      Efendi, ona her ay birkaç kat son moda elbise yaptırtmak cömertliğinden geri durmazdı. Fakat bu elbiseler gardıroplarda birbiri üzerine yığılarak kalırdı. Misafirliğe gitmek icap edip de giyinme zorunda olduğu zamanlarda süslendikten sonra boy aynasının karşısına geçer, latif, ince vücudunu hazin hazin seyretmeye dalardı. Onun incelik içinde bir dolgunlukla latif endamındaki girinti ve çıkıntılar tabiat heykeltıraşının, sanatkârlara ilham coşkunluğu verecek bir seçme örneği idi. Her vakit açık bıraktığı boyunla gerdanın bedenle birleşmesindeki uygunluk, eski Yunan yaratıcılarının mermerlerde göstermek için aradıkları canlı bir örnek güzellik sayılabilirdi. Firketelerin düzgün tutmalarına karşı hep isyan ederek rahat durmayan gümrah49 koyu kumral saçları bir ressamın usta kalemiyle çizilmiş sanılan ve yüzüne gönül çekici hususi bir eda veren gene o renkte kalkıkça kaşları, sanki kem nazarlardan korunmak için kıvırcık kirpiklerin gölgesinde pek cazip duran ela gözleri, ince kıpkırmızı dudakları, burnun, yanakların, çenenin uygunluğu ile bir ahenk meydana getiriyordu.

      O yalıya gelin geldiği zaman rengi açık pembe leylak tazeliğinde idi. Fakat havasızlık içinde kalmış bir çiçek gibi giderek soluyor, gözlerin altlarında yorgunluk ve bezginlik izleri olan ve kirpiklerden gölge düşmüş gibi hafif siyah halkalar peyda olmaya başlıyordu.

      Aynanın önünde süslendiği zamanlar kendine bakar, kirpiklerinin araları iri yaş taneleriyle dolardı. Kimin için bezeniyordu, giyinip kuşanıyordu? Bu kederli hayat içinde geçen yıllar geçtiklerinin işaretini bu güzel yüze derin çizgilerle çizecekler, beş on yıl sonra vakitsiz ihtiyarlığa düşecek geçkin bir kadın hâlini alacak, talihinin bu tazmini mümkün olmayan zulmünü sonra kimden dava edebilecekti? Hâl karanlık, istikbali ise anahtarı bencil bir ihtiyarın cimri elleri arasında sımsıkı duran bir demir kapıya benziyor, ötesi hiç seçilmiyordu. Onun tek başına yattığı yatağında ümitsiz geçen bazı hayal kurduğu geceler de hasretli gözleri önünden öyle delikanlı çehreleri geçit yapardı ki, bu tatlı, rahatsız edici hayalleri zihninden kovmak sıkıntısı ile gözünü kırpmadan bir yandan öbür tarafa döne döne terler içinde kalırdı. Gönlünde bir aşk ideali vardı. Bir gün bir taraftan onun çıkıvereceğini beklemekte idi. Fakat bu hayalî sevgilisi nereden ve nasıl çıkabilecekti? Onu bilmiyordu.

      Ailenin azalarından ikincisi Hasan Ferruh Efendi’nin kız kardeşi Ferhunde Hanım’dır. Kırk ikilik, fakat tazeliğini koruyabilmiş güzel bir kadın. Vücudu şişmana yakın bir dolgunlukta… Her vakitki işi yılların yüzünde meydana getirdiği çöküntüleri tamir etmek olduğundan gerçek yaşından yedi sekiz yaş küçük görünür. Saçlarının ilk aklarını kimseye fark ettirmemekte gerçekten ustalık göstermiştir. Boyaların cilde zararları olmayan çeşitlerini tanır. Bunların hazırlanmasını ve kullanılışını evin içinde hiçbir kimseye sezdirmez. Yaşlılığın hazımsızlıktan ileri gelen bir çeşit hastalık olduğunu bilir. Midesine dikkat eder, hazmı ağır şeyleri ağzına koymaz, fazla yemez. Vücudu yıprandıran şeylerin başlıcasının gam, keder, üzüntü olduğunu da bilir. Hiç keder tutmaz, sıkıntı verecek her şeyden kaçar, üzüntülü bir iş görmez. Elinden geldiği kadar hayatı sürekli bir sefa hâlinde geçirmeye bakar. Dünya yıkılsa vazife edinmez.

      Orta boylu, saçları asıl rengi olan koyu lepiskaya boyalı, sarı, ela gözlü, değirmi kırmızı yüzlü ve yüz azaları düzgün, dişlerinden de birkaçı bellisiz olarak eğretidir. Yüzüne iyice bakılırsa bunda mevsiminden uzun zaman sonralar için pamuklar içinde saklanmaya uğraşılan yemişleri andırır bir bayatlık görülür. Dikkatli bir bakış bu tazeliği gerçek tazelikten ayırabilirse de Ferhunde Hanım, kendisi, bunun hiç farkında değildi. O kendini genç saymakta iyileşemez aşırı bir zaafla hasta idi. Yirmi sekizden yukarı çıkmak istemez ve yılların bu tersine geçmesine sahiden inanmış gibiydi. Her yıl geçtikçe o bir yaş daha küçülürdü. Ve öyle gençlik edaları peydahlamıştı ki, hemen kendiyle yaşıt olan kadınların “Valide hanım!” diye saygılı bir sözle ellerini öpmekten çekinmezdi. Bazı da on sekiz yaşlarındaki kızların mizaçlarına, huylarına tam uyarak densizlikler, somurtkanlıklar yapar, etrafına nazlı nazlı eğri, kıpık, şımarık bakışlar fırlatırdı. Hoppa bir kızcağız tavrı ile ara sıra kollarını kaldırıp gerdan kırma ve göz süzmeleriyle saçlarını bir düzeltişi vardı; o edayı görenler, gençlik rolünü oynamaktaki bu sanatkârlığa gülmek mi, şaşmak mı lazım geleceğini bilemezlerdi.

      Bu gençlik budalası kadın, biri oğlan öteki kız iki yetişkin evlat anası idi. Muzaffer yirmi bire basmış, Mahmure on yediyi dolduruyordu. Kendi gerçek yaşının gizlenmez, örtülemez canlı vesikası olan bu iki çocuğu vaktiyle doğurmuş olduğuna ne kadar pişmandı. Türlü mantık ustalığı ve hesap karışıklığı ile oğlanın yaşını on altıya, kızınkini on üçe kadar indirebilmişti. Ne kadar lazım olursa olsun bunların “tezkere-i Osmaniye”lerini50 meydana çıkarmazdı. Çocukların doğdukları zaman nüfus tezkerelerine yaşları yanlış yazılmış olduğu iddiasını öne sürerek bunların kendi hesabına göre tashihlerini yaptıracaktı:

      “Hanım, maşallah çocukların ikisi de senin tependen bakıyorlar. İddia ettiğin kadar küçük görünmüyorlar!” diyenlerin bu sözlerini “Büyükbabalarına çekmişler. İkisi de genç irisi. Vücutları yaşlarına göre değil. Siz onların yaşlarını doğurandan daha iyi mi bilirsiniz?” karşılığıyla susturmaya uğraşırdı.

      Bu aile insanları babadan geçme birer çeşit delilikle hasta idi. Ağabeyi Hasan Ferruh Efendi’nin hastalık merakı kız kardeşi Ferhunde Hanım’da böyle aşırı bir sürekli gençlik deliliği suretinde gözükmekte idi.

      Ailenin üçüncü azası, Ferhunde Hanım’ın kocası Sabri Bey’dir. Yaşı altmışı geçmiş, o da kayınbiraderi Ferruh gibi gençlik hovardalığı sonunda vaktinden önce çökmüş hastalıklı bir ihtiyardır. Ferhunde Hanım’ı, on sekiz yaşında güzel, körpe bir kızcağız iken o zaman kırkını geçmiş olan bu adama vermişlerdi. Şimdi ikisi yan yana geldikleri zaman karı koca değil, baba ile kız zannolunurlar. Ferhunde Hanım kendine ihtiyarlık bulaşacak korkusu ile kocasının sarılmalarından kaçar. Onun buruşuk ağzından çıkan ihtiyarlık ile dolu ağır nefesinin dokunmasıyla kendi tazeliğinin bozulacağını sanır. Çoktan odayı ayırmışlardı. Sabri Bey bazı hastalandığı zamanlarda pek yanına gitmez. İhtiyar hizmetçi muhacir Hasibe Hanım’ı gönderir. Hastanın bakılmak için mahrem bir ele ihtiyacı olduğu vakitler de tiksinerek yanına gitmeye mecbur olsa zavallıyı yatırıp kaldırırken öfke ile tartaklar. Kocası, karısına “kızım”, “kızcağızım”, “yavrum” gibi küçüklere kullanılacak tabirlerle söz söyler. Zavallı hasta adam döşeğinde karısının öfkeli eliyle böyle hırpalandığı vakit “Kızım, azıcık yavaş… Bana üvey ana hıncıyla bakıyorsun!” diye sitemle merhametini uyandırmaya uğraşır.

      Sabri Bey, karısına karşı genç görünmek

Скачать книгу


<p>49</p>

Gümrah: Uzun, sık ve dalgalı saç. (e.n.)

<p>50</p>

Tezkere-i Osmaniye: Nüfus kâğıdı. (e.n.)