Cehennemlik. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cehennemlik - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 20

Жанр:
Серия:
Издательство:
Cehennemlik - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

bir çift ufak kara göz, ince, fakat ucu aşağı doğru kıvrılarak uzamış gagamsı bir burun, kemikten ibaret çıkık yanaklar, bakanları zavallıya acındıracak kasvetli bir bütünlük meydana getirmişti. Soluk ve bellisiz derecede ince dudaklarla çevrili ağzı o kadar küçüktür ki, ufak bir fındığın geçmesine zor imkân düşünülebilecek bu süzgeç deliğini -tabiatın şu insafsızca unutkanlığını düzeltmek için- insanın iki parmağını sokup biraz daha yırtacağı gelir. Küçük ağız beğenilirse de o gaga burunla uzun çene arasındaki bu belirsiz ağzın öteki yüz uzuvları ile denksizliği görüldükçe insana sıkıntı basar. Atıfet Hanım bu yaradılış eksiğinden dolayı lakırtıyı basık, peltek söyler.

      Zavallı kız, bu gudubetliğine karşı zeki ise de kadınlık hissine kapılarak bu ağırlık veren çirkinliğini süse, tuvalete aşırı derecede bir düşkünlükle tamire uğraşır. Yüzüne neler sürse, kirpikli gözlerini ne kadar tahrillese, seyrek, güdük saçlarını modanın göz aldatacak hangi yeni bir şekline soksa, ne renk ve biçimde elbise giyse yapılmak istenen güzellik, latiflik yerine, zavallıya büsbütün bir çirkinlik basar, en göz alıcı, en ferahlatıcı renkler, kumaşlar üzerinde sanki ağlar, birer yas manzarası alır.

      Süslenme işinde onun yapabileceği en doğru yol kasvetli yüzünü örtecek en koyu renkler, en sade biçimler, güzelliğe yeltendiğini belli etmeyecek en basit saç tanzimleri ise de bu yaşlı yüzün ürküttüğü gençlik emelleri, coşkunlukları hep onun gamlı kalbinde toplanmış olduğundan güzellenmek için burada kaynayan kadınlık heveslerine bir türlü dayanamaz. Hiçbir kadın aynanın karşısında süslenmek düşüncesiyle bunun kadar yorulmamıştır. Odasına saatlerce kapanır. Moda gazetelerini önüne açar. Saçlarını bin türlü düzeltir. Yaraştıramazsa yine bozar. Yüzünü pudranın, düzgünün, allığın bütün dereceleriyle boyar. Yanaklarını, kansız kıkırdak kulaklarını pembeleştirir. Beklediği çekici güzellik yerine yüzüne daha çok bir kartlık, yorgunluk, sevimsizlik gelir.

      “En çirkin bir insan, ayna karşısında mutlaka kendisinin sevilecek bir yerini bulur imiş, bulamasa çatlarmış.” derler. Atıfet Hanım beyhude geçen o çalışma saatlerinden sonra çatlamaz. Fennin sırlarından birini keşfe uğraşan yılmaz zekâlar gibi güzelliğinin sırrının anahtarını bulmaya yine uğraşır, uğraşır.

      Bundaki muvaffakiyetsizliğin verdiği ümitsizlikle yerlere kapanır. Gizli gizli saatlerce ağlayarak çirkinliğinin yasını tutar. Evdeki öteki kadınların parlak güzellikleri kendini bütün bütün kederlendirir. Onlarla yan yana geldiği zaman ortaya çıkan zıtlık levhası onda can yakıcı işkenceler doğurur. Soluk bir kurdele parçası, en çolpa kıyafet, Cazibe ve Mahmure hanımların güzelliklerine başka bir parlaklık verir, hiç zahmet çekmeden ne yapsalar onlara yaraşır. Atıfet onların güzelliklerine gizli olduğu kadar büyük ve öyle can kemirici bir çekememezlikle yanıp durur ki bu ikisinin çiçek çıkarmak gibi bir cilt hastalığı ile güzelliklerinin yok olmasını âdeta bekler durur. Bütün bu içindeki azapların şiddetlenmesinin sebebi Şemsi’ye olan namzetliğidir. Bu delikanlı, kendisine benzeri bulunmayan bir “dünya güzeli” gibi gelir. Ona uygun bir eş olabilmek için en güzel şekilde yüzünün değişmesi yolunda mucizeler bekler. “Ab-ı Hızır, ab-ı hayvan”la afete dönmüş çirkinlerin hikâyelerini dikkatle dinler. Bazı bazı kendini rüyada boylanmış, semirmiş, pembeleşmiş, baştan aşağı değişmiş, göz alıcı bir kız olmuş görür. Uyanır uyanmaz, kalbindeki o sevinç çarpıntısı ile aynaya koşar. Aynanın cilalı yüzünde karşısına, uyku mahmurluğu ile bir çatkınlık peydahlanmış, kürek gibi uzun yüzlü çipil bir kız, yani o eski kendisi çıkar. Bu uyku ile gelen sevincinin arkasından eskisinden fazla bir keder bastırır.

      VII

      GÖRÜLMEMİŞ BİR AŞK CÜRETİ

      Bir yaz günüydü.

      Ferhunde Hanım, kimin için olduğu bilinmeyen son derece bir dikkatle boyanmış, taranmış, pudralanmış, saçlarının rengini açan koyu lacivert elbise giymiş, kabına sığamayan bir genç fıkırdaklığı ile yalının bir penceresinden ötekine koşarak kendini gösterecek erkek arıyordu.

      Uzaktan körpe ve pek güzel göründüğü için yalının önünden geçen kayıklardan bazı zamparalar kürekleri ağırlaştırarak terbiyelerinin ve zevklerinin derecesine göre laf atarak bu melek yüzlüye yanıklıklarını anlatıyorlardı. Ferhunde Hanım, karşı kıyının denizle gök arasındaki yeşil korularını dalgın dalgın seyre kendini vermiş gibi kayıtsız tavrı altında hep bu zevzeklikleri cankulağıyla dinliyordu.

      Bu su caddesi yolcularından esmer bir genç, tutkunca bakışını yalının penceresi üzerinde dinlendirerek ilkin uzun bir ah çekti… Sonra baygın ve yangın bir çalımla dedi ki:

      “Acaba bu huri hangi bahtiyarın aguşunu süslüyor? Böyle bir zevceye malik olmayı dünya saadetlerinin hepsine tercih ederim.”

      Delikanlının Sabri Bey’e olan bu hasedi, Ferhunde Hanım’da pek acı bir teessür uyandırdı. Gözlerinden bir iki damla yaş sızarak bu kıskançlık sorusuna şu mırıltı ile cevap verdi:

      “Kocam olacak büyükbabam yerindeki o boyalı papağanı görsen kim bilir bana ne kadar acırsın!”

      Kayık geçti gitti. Fakat rastladığı her kadına karşı yaraşır yaraşmaz bir söz atmayı eğlence edinmiş o kayıtsız gencin bu hükmü Ferhunde’nin kalbine derin bir yara açtı. Kendisi bir melek idi, bir huri idi. İşte bu gerçeği hiç tanımadığı en tarafsız delikanlıların ağızlarından işitiyordu. Kendi gibi huriyi andıran bir kadına ateşli bir gencin sıcak kolları nereden açılacaktı? O kadar genç ve ateşli bir âşık arıyordu ki, onun sonsuz bir istekle vücuduna dolanacak kolları arasında kemikleri çatırdasın, onun doymak bilmeyen yakıcı dudaklarının öpüşleri ile her tarafı çürüsün. Gençliğin ilk kuvvet ve iştahlarıyla yanmış bir aşk canavarı onu emerek, kemirerek, yiyerek o zamana kadar olan sevda yoksulluğunu tazmin etsin. Bütün varlığında bu derece şiddetli bir sevilme ihtiyacı vardı.

      Temiz, rezil birkaç harfendazlık51 daha dinledikten sonra pencerenin önünden çekildi. Kayıktan işittiği sözlerin tesiriyle kocasına boynuz takmak kararı bugün her zamandan çok kalbinde şiddetlendi. Ne yapacak olsa kendini mazur görüyordu. Damarlarını yakan kadınlık ateşinin amansız tazyiki ile aşağı indi, yukarı çıktı. Sonunda bahçeye bakan balkonun kapısını açtı.

      Haziran güneşi bahçenin tarhlarını, taflanlarını, çamlarını, kumlu sarı yollarını, çeşitli çiçeklerini yaldızlayarak koyu mavi gökten her tarafa ferahlık saçıyordu. Tabiatın bu gülümsemesi Ferhunde Hanım’a dokundu. Kâinatın bu neşeli ahengine uymaya onun gönlündeki boşluk engeldi.

      Balkonun küpeştesine dayandı. Kendine eş arayan bir kumru mahzunluğu ile düşünmeye başladı. Ağaçlığın sağ tarafında gençlerin top oyunları için bir boşluk bırakılmıştı. Muzaffer, Şemsi, Atıfet, Mahmure bu gürültülü oyunun velvelesiyle saatlerden beri bahçeyi doldurduktan sonra şimdi yorularak birer tarafa çekilmiş dinleniyorlardı. Sadakor52 yeldirmesiyle seyirci olarak bulunan Cazibe Hanım Muzaffer ile mahruti yeşil bir çadır gibi eteklerini açmış tablo letafetinde bir çamın gölgesine konulmuş bir kanepede oturuyorlar, Atıfet’le Mahmure biraz ötede iki sandalyeye kurulmuşlar, aralarında duran iri lastik top üzerine iddialıca bir konuşmaya dalmışlar, Şemsi

Скачать книгу


<p>51</p>

Harfendazlık: Laf atma, sarkıntılık etme. (e.n.)

<p>52</p>

Sadakor: Düz dokunmuş, açık saman renginde bir tür ipek kumaş. (e.n.)