Cehennemlik. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cehennemlik - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 21

Жанр:
Серия:
Издательство:
Cehennemlik - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

saçlar dökülmüş, gözler cennetteki bir sevda uykusuna dalmış gibi bir rahatlıkla kapalı, güneşin ışıkları kirpiklerin tahrillerini daha artırmış, ter bıyıklara mübalağalı parıltılar vermiş, yakut gibi ince dudaklardaki uyku güzelliği doyulmaz sevda zevkleri vadediyor.

      Gergin yatan bu körpe erkek vücudunun yüz, boyun, omuz, göğüs, karın, kalçalar ve bacaklarında görülen erkek gençliğinin öyle belirli nişanları ve güzellikleri vardı ki, Ferhunde Hanım, bu hemen baştan çıkmaya hazır azgın kadın bu levha ile karşı karşıya gelince elektrik bataryasına uğramış gibi tepeden tırnağa kadar dayanılmaz bir şehvet isteğiyle sarsıldı. Çocuğun en gizli uzuvlarını araştırır ateşli bir bakışla gözlerini bu serpilmiş vücuda dikti. Göğüs geçire geçire bakmaya doyamıyordu. Bu arzu, ani olduğu kadar dehşetle parladı. Hemen o anda bahçeye çıkarak bank üzerinde Şemsi’nin koynuna yatıvermek deliliğine kadar vardı.

      Bu kadın, kaç zamandır biriken hırs ve nefis hevesleriyle bir sevda bombasına dönmüş, patlamak için bir kıvılcım bekliyordu. İşte bu kıvılcımı Şemsi’den aldı. Birden kudurdu. Evet, aşkının ideali işte bu vücut idi. Şimdiye kadar göğsünde tüneyen ihtiyar boyalı papağan yerine artık bu bülbülü öttürecekti. Böyle bir aşk tanrısı yanı başında dururken acaba ne için onu uzaklarda bulmaya uğraşarak boş yere yorulmuş, vakit kaybetmiş, bunun zevkinden tatmakta geç kalmıştı?

      Baktıkça daldı, daldıkça baktı. Beyninde volkanlar püskürten bu genç vücudun bütün hayat verici serin sularını son katresine kadar içmeye yeminler etti. Kocasına öyle güzel, zarif ve hemen billurdan denecek bir çift boynuz takacaktı ki zavallı boyalı papağan bunların ağırlıklarını hiç duymayacaktı.

      Bu ilk parlayıştaki göz karartısı ile işin olmasında aşılmayacak o kadar engeller, zorluklar göremedi. Kendi güzelliğine, çekiciliğine, tesir kuvvetine o kadar inanıyordu. Bu tecrübesiz genci bir hamlede ebedî olarak kucaklayıvereceğinden şüphe etmiyordu.

      Birdenbire kulağına bir ses geldi. Gözlerini bu büyüleyici levhadan ayırarak bahçenin köşe bucağını gözden geçirdi. Karşıdan, Atıfet kolunu kaldırmış parmağıyla Ferhunde Hanım’ı göstererek bağırıyordu:

      “Bak, bak annen nerede?”

      Ferhunde Hanım büyük bir infial ile yavaşça söylendi:

      “Dilin tutulsun musibet bücür, kör olası gözlerin koca bahçede benden başka bir şey görmedi mi?”

      Atıfet’in bu bağırışında Ferhunde Hanım’ı gücendiren iki şey vardı. Birincisi korkunç olan “anne” sözü idi. Şemsi ile Muzaffer yaşıt olduğuna göre kendisi için oğlunun anası olmak felaketi inkâr olunamaz bir gerçek olunca âşık tutmaya karar verdiği gence karşı da o makamda olması tabii oluyordu. Bu söz yalının içinde her gün ve her ağızda böyle kampana gibi çalkalandıkça türlü tedbirler ile gizlemeye uğraştığı yaşlılığını hatırlatmaya uğursuz bir vesile olacaktı. İkinci sebep de Atıfet’in Şemsi’ye nişanlı bulunmasıydı ki, bunda da birçok felaketler gizliydi. Kendisi Muzaffer’in annesi olduğu gibi Atıfet’in halası bulunması da inkâr edilemez bir gerçekti. Atıfet’in annesi ölerek kızının analığı yerini ailede en yaşlı kadın bulunması itibarıyla Ferhunde Hanım’a bırakmış bulunuyordu. Onun için cılız kızın evlendiği zaman Ferhunde Hanım damada karşı kaynanalıkla vazifeli olacaktı. Bu muhterem mevkilerden damadın sevgilisi hafifliğine atlayarak böyle meşru olmayan ve akılalmaz surette nefsinin heveslerini yatıştırmakta haz ve bahtiyarlık aramayı hangi vicdan kabul edebilirdi?

      Ferhunde Hanım’ın gözlerini öyle kalın bir sevda perdesi bürümüştü ki bu çok büyük engelleri, bu korkunç mahzurları biraz aklına getirdiyse de emelinin temelini sarsmamak için işi derinleştirmek tarafına yanaşmadı.

      Şimdi onun zihnini yalnız bir nokta kurcalıyordu. Atıfet ne kadar cılız, bücür, cüce, gudubet olursa olsun Şemsi ile evlenmeye namzetliğinden dolayı onu oğlandan kıskanıyordu. Bu ceylan gibi delikanlı, Hasan Ferruh Efendi’nin bu aptalca kararına boyun eğerek bu gönül sıkıntısı yengeç kızın kocalığı felaketini kabul edecek miydi? İşte buna bir türlü ihtimal vermeyerek Ferhunde Hanım’ın gönlü ferahlıyordu.

      Atıfet’in bağırmasının arkasından Mahmure’nin tınlayan sesi duyuldu. Annesine karşı çırpınarak:

      “Ablacığım buraya geliniz. Bakınız bahçe ne güzel…”

      Bu seslenişi duyunca Atıfet’in kansız kısık dudakları alaylı alaylı bükülerek sordu:

      “Abla mı? Annelere abla demek de moda mı oldu?”

      Mahmure cevap vermedi. Fakat cılız kız çehresinde garipliği gittikçe artan alaylı hâliyle tekrar sordu:

      “Mahmure söylesene… Annen mi küçüldü? Sen mi büyüdün? Bu iniş çıkıştan benim hiç haberim yok.”

      Mahmure, karşısındakinin kulağına eğilerek yavaşça:

      “Sus… Sus… Annem öyle tembih etti.”

      Bu susma ihtarına karşı bücür kız bir kahkaha salıvererek:

      “Annen ‘abıhayat’ içmiş… Hiç ihtiyarlamaz ki, ebedî olarak genç kalmaya yemin eden bu kadın, görürsün, birkaç sene geçsin seni kendine ‘kızım’ dedirtmeye zorlayacaktır.”

      Bu geçkin kadının giderek daha gençleşir gibi tazeliğini korumasından dolayı Atıfet’in yüreğinde ona karşı gizli bir hıncı vardı. Ailece sokağa çıktıkları vakit bütün dikkat ve meftuniyet gözleri çarşaf ve peçe altında daha süslü duran bu boylu boslu hala hanıma çevrilir, Atıfet’in kadın varlığı fark olunmaz, olsa da alay edilmek için olurdu.

      Ferhunde Hanım balkondan bu kahkahanın manasını hemen fark etti. İntikam almak için aşağı inmek istedi.

      Mahmure, Atıfet’in bu alayını kapatmak için annesine:

      “Biz Şemsi Bey’le Muzaffer ve Atıfet’e karşı üç gol fazla ile galebe çaldık. Şemsi ağabeyim yoruldu, bakınız orada yatıyor.”

      Bu “ağabey” tabiri de Ferhunde Hanım’ın yüzüne ağır bir buruşma getirdi. İçeri girdi, ayna önünde pudrasını tazeledi. Saçlarını düzeltti. Bir küçük şişe menekşe esansının hemen dörtte birini avucuna boşaltarak göğsünü, boynunu, bedenini kokuya boğdu. Beyaz ipek bornozuna büründü. Bahçeye çıktı.

      Ferhunde Hanım tufaların arkasından daha gözükmeden Atıfet, “Mahmure müjde, annen… Ay yanıldım, ablan geliyor.” dedi.

      “Hani ya? Meydanda yok.”

      “Kendinden evvel kokusu geldi de teşriflerini ondan anladım.”

      “Ne kokusu?”

      “Aman alık… Ablan bir şişe lavanta ile yıkanmadıktan sonra hiç kapı dışarı adım atar mı?”

      “Aman Atıfet sen de… Annem ne yapsa gözünde büyük bir kabahat oluyor. Lavanta sürünmesi ayıp mı? Yoksa büyük bir günah mıdır?”

      “Babanın

Скачать книгу