Cehennemlik. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cehennemlik - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 18

Жанр:
Серия:
Издательство:
Cehennemlik - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

saçar. Boyanması lazım olan yerlerden çok lazım olmayan yerleri boyar. Birkaç gün sonra, boyanan kılların kök taraflarında yarım parmak kalınlığında bir aklık çıkar, saçlarda açıklı koyulu menevişler görünür. Sık tıraş olmaya üşenir. Çenesinde bembeyaz bir sakal sürer. Gözlerin fersizliği, buruşukların derinliği, her zaman bıyık gibi uzayan kaşların gürlüğü boyaların çeşitli renkleriyle karışarak çehreye gülünç bir karikatür hâli verir.

      Ferhunde Hanım pek usta bir boyacıdır, ama bu ustalığından kocasını faydalandırmak istemez, imdadına yetişmez. Onun öyle boyanıp kendisi gibi açıklı koyulu renkler içinde gülünç olup kaldığını gördükçe hoşlanır.

      “Kocamın bu hâllerine bakınız da bana acıyınız. Gençliğim bu ihtiyarla tükenip gidiyor!” şikâyetleriyle herkesi kendine acındırmaya uğraşır.

      Sabri Bey, karısının çok defa gariplik derecesini aşan bu gençlik iddialarına dayanır; fakat bazı da dayanamayarak “Hanım, yaş kırk iki ama akıl terelelli!” deyiverir.

      O zaman Ferhunde Hanım, öfkesinden gelincik çiçeği gibi ateşli bir renkle parlayarak “İlahi onu söyleyenin kırk iki defa dili tutulsun!” bedduasını fırlatır.

      Kocası gülerek:

      “O kadar hiddetlenme, kanın bozulur. Çabuk ihtiyarlarsın. Ferhunde şaka bir tarafa… Kendi tahminine göre kaç yaşındasın? Daha otuzunda bile değilsin, değil mi?”

      Ferhunde Hanım ses çıkarmayarak bunu tasdik eder görünür. Sabri Bey bu rahatsız edici sualini tekrarlar:

      “Söylesene kaç yaşındasın?”

      “Bilmiyorum.”

      “Sen bilmiyorsan ben biliyorum. Ben seni alalı tam yirmi dört sene oldu. Fevkalade bir cesarette bulunup da şimdi otuz yaşında olduğunu tasdik etsek, evlendiğimiz yirmi dört sayısını bu otuzdan çıkarınca meydanda küçük bir altı rakamı kalır. İnsaf et, sen bana vardığın zaman altı yaşında mı idin?”

      Bu açık hesap karşısında fazla kızmasından Ferhunde Hanım’ın kırmızılığı morluğa döner. Göğsünü yürek çarpıntıları doldurur. Boğulmamak için hemen ağabeyinin eczanesine koşarak birkaç yudum kordiyal içer. Sonra da kocasının odasına karşı yumruklarını, sönmez bir intikam şiddetiyle sıkarak:

      “Yaşımı ne kadar büyültsen gene babam yerinde bir herifsin. Senin buruşuk suratına baka baka ömrüm günüm karardı. Şimdiye kadar yaşça dengim olan bir erkekle sevda muradına eremedim. Bu lezzet nasıl şeydir tatmadım. İffetli kalmak budalalığı ile hiç göz açmadım. Fakat sen dur… Sen dur… O senin kaz kafana bir çift iri boynuz pek güzel yaraşır… Bunları sana takmadıkça Allah canımı almasın.”

      Bu korkunç kararını tenha bir odanın sağır duvarlarına karşı söyledikten sonra aynanın karşısına geçer, kendini doğru yoldan çıkaracak o bilinmez delikanlıdan göreceği sevda rağbetinin derecesini anlamak için kırıta kırıta yüzünün her noktasını ayrı ayrı tetkik eder. Kendini gençliğin en kaynar devresinde ateşli delikanlıların sevgilerine değer, tapınılacak bir kadın bulur.

      Ferhunde Hanım’ın oğlu Muzaffer Sabri Bey, ana ve babasının bencilliklerini miras almış, levent gibi güzel bir gençtir. Kuzey Avrupa ahalisini andırır, yarı şeffaf pembe billur gibi bir letafetle tazelik içindeki çehresine taktığı şık altın gözlük pek yaraşır, yüzüne başka bir çekicilik verir. Yüzünün çizgileri ana ve babasının bir örneğidir. Mülkiye Mektebi’nden diploma alalı henüz altı ay kadar oluyordu. Şimdi okumasını tamamlamak için Avrupa’ya gidecekti. Onun genç dimağında birçok büyük emeller birbiriyle çatışıyordu. Gireceği meslek hayatına hâlâ bir karar verememişti. Büyük bir adam olmak istiyordu. Kendini bütün insanlığın üstünde büyüklük mevkisine yükseltecek bu meslek siyaset midir, edebiyat mıdır, doktorluk veya avukatlık mı bunu daha kestirememişti. Mektepten basit bir diploma ile çıkmış olduğu hâlde bunu zekâsının bir ölçüsü saymıyor, tutacağı iş için yeteneğinin uyarlığını hiç düşünmüyordu. Kendini en ziyade yükseltecek meslek hangisi ise bir kere bunu keşfettikten sonra her işi başarabilecek kuvveti kendisinde buluyordu.

      Annesinin tuvalet merakı oğlunda da görülen bir histi. Mektepte okumanın rahatsız edici uğraşmasından kurtulduktan sonra, kitaplarını bir dolaba kapadı. Gazete bile okumaz oldu. Şimdi bir müddet gezip tozarak kurtulduğu mektep yorgunluğunun acısını çıkaracaktı. Bıraktığı kitaplara karşılık şimdi eline terzi faturalarını aldı.

      Ne biçimdeki kostüme, nasıl yelek ve ne renkte boyun bağı yaraşır? Halline uğraştığı mühim meseleler artık bunlar olmuştu. Birçok elbise yaptırttı. Bunların bazılarında yapılmadan önce tasarladığı yaraşığı bulamayarak sıkılıyor, tasarladığının yanlışlarını düzeltmek için başkalarını diktirmeye kalkıyor, bu israfına babasından çok annesi öfkelenerek bağırıyordu. Çünkü oğlunun bu harcettikleri Ferhunde Hanım’ın tuvalet bütçesinde kendi süslerini bozacak büyük açıklar meydana getiriyordu. Onun bu ihtiyacını eksilten göz bebeği evladı da olsa bu hâle dayanamazdı. Evlat büyütmenin kendine bir ortak yetiştirmek olduğunu bu bencil kadın çoktan anlamıştı ama artık iş işten geçmişti.

      Muzaffer Bey giyindi, süslendi, bir sevda avı aramaya çıktı. Oğlunun bu niyetini keşfeden annesi ona sevgi ile bakacak kadınların bu küstahlıklarını lanetleyecek söz bulamıyor, en ağır lakırtıları hafif buluyordu. Bu köpürmesi sadece, oğlunun kalbi kendisi ile başka bir kadın arasında ikiye bölünmesinden analık sevgisine açılacak olan teessür yarasını düşünmüş olmaktan değildi. Oğlu bir kızı sevip de evlenmeye kalkarsa kendisi ilkin kaynana ve sonra -Allah saklasın- büyükana olmak tehlikesiyle karşılaşacaktı. O, şimdi iki çocuğunun analığını üzerinde taşımak gibi dayanılmaz bir yük altında ezilirken kocakarılığına açık birer alamet olacak bu korkunç katmerli “analık”ları yüklenmeye nasıl dayanabilecekti?

      Kocasının namuslu alnına iki iri boynuz takmak için olan niyetinde, büyükanalık felaketine uğradıktan sonra muvaffakiyet güç olacaktı. Bu felaketlerin meydan bulmaması için oğlunun davranışlarını inceden inceye gözlemeye karar verdi.

      Muzaffer, bu aşk acemisi çocuk, tecrübesiz kalbinin ilk köpürmelerine uyarak birkaç kız ile mektuplaştı. Sonra bu işte kendisinden çok tecrübeli bir iki arkadaşın teşviki ile Beyoğlu’nda para ile bir gecelik muhabbet satılan evlere girdi çıktı. Bu tecrübelerinden evvel genç damarlarında dolaşan muhabbet kanının kafasında uyandırdığı o hayal okşayan, o temiz sevdayı bulamadı. Onun daha mektep döşeklerinde iken kendini saatlerce uykusuz bırakan, o zaman daha ne olduğunu seçemediği hayalini süsleyen temiz aşk ideali gerçekle karşı karşıya geldikten sonra solmuş, ilk şairiyet ve saffetini kaybetmişti. Duygularını tatmin için az zamanda çok dolaştı. Kolayca muvaffakiyetle söndürdüğü ateşin şiddetine karşılık şimdi sevdadan bir çeşit bulantı duymaya başladı. Artık aradığını bulamıyor, mektepteki gecelerinde gönlünü anlatılmaz bir istek nuruyla tutuşturan aşkın o tatlı temizliğini arıyordu. Düşüncesi, duyguları şüphe dumanları içinde bunaldı. O zamana kadar okuma çalışmaları ile dolu zihni birdenbire işsiz kalınca bu boş zamanlarını dolduracak kendine bir eğlence bulamamak sıkıntısı içinde bunalıp kaldı. Herhangi bir işe başlasa hemen sıkılarak bırakıyordu.

Скачать книгу