Kaharlı Altay. Jaksılık Samiytulı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kaharlı Altay - Jaksılık Samiytulı страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kaharlı Altay - Jaksılık Samiytulı

Скачать книгу

Konuşması biter bitmez uçak onların üstüne yine geliyordu. Jeksen uçağın tamı tamına penceresine nişan aldı ve elli atar tüfeğinden kurşunu boşalttı. Uçak “ Iss” diye değişik bir ses çıkarttı, gürleyen sesi kaybolurken aşağıya inmeye başladı ve karakol tarafına yetişince düştü.

      – Düştü. Düştü!

      – Jeksen uçak düşürdü!

      – Bak orada düştü!

      – Tamam şimdi yanmaya başlar, dedi görenler.

      Uçak yanmadı. O bölgeden koyu bir duman yükseldi. Fakat uçak bir daha uçamadı.

      Karagaytı’nın yakalarından, Kapas Batur yüzlüklerinin mevzilendiği yerden havai fişek atıldı. Saldırı işareti… Buna Koyırteki tarafındaki Keşapat grubu da ses verdi. İki tane havai fişek birbirinin arkasından, Jeksen askerlerinin mevzilendiği tepeden uçarak geçti.

      – Atlan! Atlan! diye bağırdı Jeksen de gökyüzüne bıçak gibi ayıran kıpkırmızı ateş ışığı çıkaran fişekleri birbiri ardına atarken.

      Üç taraftan saldırıya uğramaya dayanamayan Mogol askerleri birkaç saat dirense de siperleri boşaltıp geri çekildiler. Çadırlarını aceleyle yıkıp yüklediler ve aşağılara gittiler. Kapas Batur askerleri onların önünü kesti ve kurşun, el bombası ve çadırları yükledikleri birkaç deveyi ele geçirdi.

      Jeksen de yıkmaya vakitleri yetmediği için bıraktıkları bir çadırı ele geçirdi. İçinde yaralı bir asker vardı. Kapının dibinde komutanların kullandığı ve havai fişek atan bir silah varmış. Jeksen onu alıp baktı ve askere döndü.

      – Kimsin sen?

      – Askerim.

      – Yüzbaşı Dandar sen değil misin?

      – Hayır. O kaçtı. Ben onun emir eriydim! dedi korkmuş olan asker, iki omzunu ve yaralı ayağını gösterirken.

      – Deminki uçak nasıl düştü? Parçalandı mı?

      – Hayır parçalanmadı. Pilotu Zaysanov isimli bir Kazakmış. Meşhur biri. Sovyet-Alman harbinde kahraman olmuş. Bir bileğine kurşun girmiş. Uçak bozulmuş ama parçalanmadan indirebilmiş.

      Jeksen çadırda kalan bir bavulun kilidini bozarak açınca içinde üç altın madalya buldu. Bir de bir subay üniforması. Yepyeni deriden bir asker çizmesi, galoşuyla beraber. İki madalya daha… ve bir hançer çıktı.

      – Kimin? diye askere sordu.

      – Onundu.

      Kaçıp giden Moğol askerlerinin bıraktıkları arasından çok miktarda ganimet alan Kazaklar, birçok deve yükü ile Osman Batur Avuluna sabaha karşı geri döndüler.

      Jeksen havai fişek tüfeğini Osman Batur’a sundu.

      – Bunların etmediği icat yok, dedi Osman Batur tüfeği incelerken. Gördün mü sadece iki karış, kundağı da bayağı adi tahta. Buna rağmen ateş edişi güzel, fişekleri de uzaklara yayılıyor. Bütün bir alanı ışıldatıverdi. Keşke biz de böyle tüfek tapabilecek kadar ilerlesek, dedi ve iç geçirerek başını salladı.

      Üç gün sonra, Osman Batur’un yanına yabancı bir genç geldi. Başında tavşan derisi kalpağı, üstünde her tarafında tüyleri çıkmış gocuğu, ayağında sarı deri pantolonu vardı. Selam vererek eğildi ve baş köşeye geçmeden, tevazu ile kapıya yakın oturdu. “Bu bölgenin yerlisi Kazaklardanım. Boyum, Sarıbas içinde Sarıtokay. Siz Moğollardan çok ganimet almışsınız, diye duydum da bana da bir hatıra verirsiniz, diye gelmiştim.” diye Osman Batur’un yüzüne çekinerek baktı. Arada sırada yemek hazırlayan Bayan ile Maliypa’yı da göz ucuyla süzüyordu.

      – Nasıl bir şey? Ne ihtiyacın var? dedi Osman Batur.

      Adam biraz çekinerek cevap verdi.

      – Bir tüfek olsaydı, dedi yüzü biraz kızararak.

      – Onu ne yapacaksın?

      – Batur, fakir bir insanım. Taa orada Şonjı’da zengin Çinlilerin ekininde çalışıyorum. Darı, buğday kısmı iyi de, elbise kıyafetten yoksunuz. Üstüne üstlük kırmızı eti de çok yiyemiyoruz. Onun için tilki avlıyorum, tavşan avlıyorum ve geçinmeye çalışıyorum.” dedi, yine biraz utandığı için alçak sesle konuşarak.

      Osman Batur hafifçe gülümsedi. “Nasıl da saf yiğitmiş. Bütün gerçeği söyleyiverdi. Bizim Jantas’lar, Jetpis’ler olsa, gider hırsızlık yapar, birinin atlarını alır kaçar; ama asla tavşan etine kanaat edip yaşamaz.” diye düşündü.

      – Tüfek kullanabiliyor musun?

      – Kullanırım. Kötü bir iki ağızlı tüfeğim var. Eskidi. Ağzı genişledi. Defalarca egedim, tamir ettim ama tam hedefi vuramıyorum. Onun üstüne kurşun da çok gidiyor.

      – Öyleyse nasıl bir tüfek istersin? Dokuz atar mı yoksa beş atar mı alırsın?

      – Beş atar alayım.

      – Nasıl beş atar?

      – Başkasını istemem, eğer Mekelay (Nikolay-Rus yapımı) ’ın sarı boyunlusundan verseniz yeter!” diye genç adam çabuk çabuk cevap verdi.

      Osman Batur güldü:

      – Eyvah kardeşim, sarı boyunluyla vurduğun tavşanın eti kalmaz ki! dedi. Sonra, “Bu ne diyor?” diye Bayan ile Maliypa baktı. Genç Kazak, Maliypa’ya:

      – Benim kötü sentralle vuruyorum. Ben, sadece tavşan’ın kaval kemiğinden vururum, dedi kendine çok güvenerek.

      Osman Batur onun yüzüne aniden baktı “Doğru mu?” dedi. Genç adam, “Avcılık mesleğinde en zor iş, tavşanla gelincik vurmaktır. Tavşan zıplamaya başlarsa durdurmak mümkün değildir. Gelincik ise otların ve taşların arasından sadece boynunu gösterir, vücudunu göremezsin. Başından vursan bile yaralı olarak kaçarsa, düştüğü yeri bulmak zor.” diye sürdürdü konuşmasını.

      – Nasıl yani? Tavşanı dururken mi yoksa kaçarken mi vurursun? dedi Osman Batur onu hâlâ sınamakla meşguldü.

      – Efendim, oturan tavşanın kaval kemiği görünür mü? Tabii ki kaçarken vuruyorum, dedi adam anlamamış gibi.

      – Kaçarken mi, dedin? Hep kaval kemiğinden öyle mi? Vay canına! Bu çok enteresan, dedi Osman Batur inanmayarak.

      – Tam dediğim gibi. Hep kaval kemiğinden.. diye tekrarladı adam, Osman Batur’un inanmadığını sezinleyerek.

      – Osman Batur, gülümseyerek başını eğdi:

      – İyi. Ama umarım dediğin doğrudur.

      Böyle söyledikten sonra Osman Batur yerinden kalktı, gocuğunu giydi, askıdaki kalpağını eline aldı.

      – Mapeş!

Скачать книгу