Kartal Pençesinde Bir Güzel. Hüseyin Yıldırım

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kartal Pençesinde Bir Güzel - Hüseyin Yıldırım страница 14

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kartal Pençesinde Bir Güzel - Hüseyin Yıldırım

Скачать книгу

yakın taraçada sabahı etmenin kaygısını gütmeliydi. O taraçanın üzerindeki irili ufaklı taşları bile temizleyip atmadı. İhtiyaç olur diye toplayıp bir kenara koydu. Ancak bu daracık yerde yatmanın korkusu ona rahat verir mi ki? Uyku sırasında yuvarlanıp kayadan uçma ihtimali de vardı neticede. O, beline ip dolayıp sımsıkı bağladı ve ipin bir ucunu başucundaki taşa geçirdi. “Ancak, anne kartal gelip gafil avlamasa iyidir. O, doğrudan insanın gözlerini gagalarmış. Sonrasında, neresini isterse kendi keyfine kalmış. Şimdi de kendi ayaklarıyla çıkagelen avını gagalar kesin.” İhtiyarın içi ürperdi.

      Torbasını başının altına koyup sırtüstü uzandı, tekrar başını kaldırıp bir lokma ekmek aldı. Boğazından zar zor geçen kuru ekmeği isteksizce çiğneyerek gökyüzüne bakıyordu. Gökyüzü sanki sayısız yıldızlarını taşıyamayıp onun üzerine bırakıverecekmiş gibi göründü. Ancak ihtiyarın bu vaziyete gözleri alıştı, bu durumu kendine eğlence edindi. Tanıdığı yıldızları arayıp bulmaya koyuldu, onlar hakkında işittiği rivayetleri hatırlıyordu; kısacası düşüncesini başka tarafa çekmeye çalışıyordu. Her ne olursa olsun, ölümünü hatırlatan ağır endişe onu gecenin bir vaktine kadar uyutmadı. Sabaha yakın uykuya daldı…

      Kuşluk vakti olduğunda karabasan çökmüş gibi sıçrayıp uyandı. Yavrularının yanına gelen boz kartal davetsiz “misafirin” üzerinde pervane olmuş uçuyordu. Yuvanın önünü kapatıp yatan bu karaltının ne tür bir mahlûk olduğunu anlamak ister gibi avcının yanından tekrar tekrar kanat çırparak geçiyordu. Sonunda karar verdi. Kanatlarını topladı ve yumak gibi kapanıp doğruca ihtiyarın üzerine inişe geçti. Kartaldan gözünü ayırmadan oturan avcı, paniklemeden derhâl bıçağını kınından sıyırdı ve hemen yerinden kalktı. Kartal, ayakta duran adama yine saldıramadı. Birden kanatlarını açıp hızla gökyüzüne yöneldi, oldukça yüksekte uçuyordu. Ancak kartalın bulunduğu nokta yakındı, yavrularını bırakıp gidecek yeri yoktu. O yüksek yüksek tepelerin üstünde kanat çırpıyordu, aniden gözleri kör olmuş gibi kanatlarını kapatıp yuvaya doğru iniyordu fakat insandan korkup geri çekiliyordu. Bu şekilde yavrularını koruyarak uzun süre uçtu. En sonunda çare bulamayıp ihtiyarın başucu tarafındaki sivri uçlu bir taşın üzerine kondu. Keskin bakışlarını avcının içinden geçirecek gibiydi. Onun başını dik tutup iki yana sallaması oldukça heybetliydi. Ancak avcıya gözü ilişince, nedense onun ihtişamı kayboluyordu. “Ey, cihanın hükümdarı insanoğlu! Ben kendimi tüm kanat çırpan özgürler âleminin sultanı sayıyorum. Senin bakışlarının yetişemeyeceği, mermilerinin ulaşamayacağı yerlerden avımı yakalayabiliyorum. Yüksek yüksek dağlarda, kumlu kumlu çöllerde dolaşan, süratte rüzgâr ile yarışan sürü sürü geyikler de ceylanlar da tavşanlar da benden korkup yere yapışır. Ancak senin karşında hünerlerim aciz. İnsanın kudreti daha fazla, hilesi daha çoktur. Lakin üstün olsan da iyi bil ki kartal sağken yavrularını elinden aldırmaz.” Onun heybetli bakışlarından bu mana anlaşılıyordu.

      Ana kartal, deli cesareti gösterip zıpladı ve yuvanın ağzına kondu. Yavru sevgisi, annelik duygusu ölüm korkusundan üstün geldi. Anne, kendi canını hiçe sayıp yavrularına kavuştu. Bir ihtiyara; bir yuvasına bakıyordu. Sonra pençelerine kıstırıp getirdiği bir çift kekliği çabucak parçalayıp açlıktan ağızlarını açan minik kartalları beslemeye koyuldu. İhtiyar da ana kartalın bu sevimli hünerine hayran kalmış sakin sakin izliyordu.

      Yavrularını besledikten sonra kartalın gözü tekrar ihtiyara dikildi. Yırtıcı kuşun keskin bakışı avcının içinden geçip gitti ama ihtiyar da kartalın kin dolu bakışlarına hiç çekinmeden gözlerini dikti. Gözlerle kurulan teke tek savaşta insanoğlu aciz kalmadı.

      Pelen Avcı’dan gözlerini ayırmadan duran kartal “Bu beladan yavrularımı nasıl kurtarsam ki?” diye düşünüyor gibiydi. Her ne olursa olsun, böyle aylak aylak durmaktan bezdi. Ama uzaklara uçup gidemedi. Dolaştı, dolaştı tekrar yuvasına döndü. Avcı onu umursamıyor gibiydi ancak bıçağını da elinden bırakmıyordu. Kartal, ihtiyara dikkatli baka baka nihayet kendi yavrularına ondan bir zarar gelmeyeceğini anlamış gibi uzaklaşıp uçtu gitti. İhtiyarsa yine yalçın kayanın üzerinde tek başına kalakaldı.

      O şimdi ne yapsın? Neyle ilgilensin? Dört bir taraftan üzerine abanıp duran düz kayalar, deve büyüklüğündeki koca koca taşlar, istemeden kafese düşen insanın çaresiz hâline oldukça seviniyormuş gibi görünüyordu. Bu vaziyet ihtiyarı huzursuz etti. Onun aklından sayısız düşünce gelip geçiyordu: “Ah, dostlar, şimdi iki taşın arasında esir mi kalacağım? Köyden arayıp soran olmaz mı ki? Arayıp bulurlarsa iyi de, fakat ya bulamazlarsa… Hayır, onlar beni mutlaka bulmalı, izim de bellidir. Ya da taşların arasında izim kaybolup gitti mi ki? Neyse umutsuz olmayayım. ‘Çıkmamış candan ümit kesilmez.’ demişler. Ancak kendime bir uğraş bulmalıyım.”…

      İhtiyarın yeni “mekânının” etrafı tamamen kayalarla çevrili olsa da sekinin el uzanabilecek yerindeki koca bir taşın dibinde kurumuş çer çöp görünüyordu. Paniğe kapılan ihtiyar, onları önceden fark etmemişti. Sadece bir hamur teknesinin ağzı kadar olan küçücük alanda ot bitmiş olmasına hayret etti. Sonra sekinin üzerinde yattığı yerden elini uzatıp bıçağıyla orayı kurcalamaya koyuldu. Bıçak taşa değmedi, aksine nemli yumuşak kum çıkmaya başladı. Sırasıyla bir sağ elini bir sol elini kullanarak acele etmeden kazmayı sürdürdü. Bu meşakkatli işle gün boyu uğraştıktan sonra, sonunda topak tutmuş ıslak kum taneleri görünmeye başladı. Yitirdiğini bulmuş gibi, yorgun ihtiyarın kollarına kuvvet geldi. Oyuğun yukarısından bir soğuk damla aniden, biraz terlemiş olan eline damlayıp bedenini titretti. Çukurun dibini, yan taraflarını aceleyle yoklayan parmaklar ıslandı. Dağın nemli katmanlarından sızıp çıkan duru su damlaları parıldayarak aşağı sızıp yavaşça akıyordu. “Vay, Hasar’ın uzanıp yatan ufak taşlarına bile ayağın takılsa altından su çıkar diye söylerlerdi; hakikaten de aslı varmış.” Taşın arasından su bulduğuna kendi bile inanamayan ihtiyar, elini tekrar tekrar çukura sokuyor; her defasında da eli ıslanarak çıkıyordu. Çektiği zahmete değen Pelen Avcı’nın keyfi yerine geldi. Sanki buraya sırf su aramaya gelmiş gibi tüm derdi tasası birden yok oldu. Kısacası, o artık susuz kalmayacaktı.

      İhtiyar, su kabını “pınarın” kaynağına denk gelecek şekilde bıraktı. Uzun süre damlayan damlalardan boğaz ıslatacak kadar su birikti. Boğazı kuruyan ihtiyarın artık beklemeye takati kalmadı. Turna gözü gibi berrak suyu ağzına doldurup içti. Dağın soğuk suyu ihtiyarın tüm bedenine cıva misali yayıldı, onun bitkin gönlünü şenlendirdi, yüreğine huzur verdi. Azık torbasındaki son parça ekmeğini çıkartıp iştahla çiğnemeye başladı. Sertleşen ekmeğin kenarları suyla karışıp aç boğazdan tıpkı ilik gibi kayıp geçiyordu…

      Ertesi gün kartal geldiğinde önceki gibi çekinmedi, ürküp beklemedi. Gelir gelmez yuvasının ağzına kondu, getirdiği yiyecekleri yavrularına paylaştırmaya koyuldu. Ancak “Hâlâ kamp kurmuş yatıyorsun hey!” der gibi Pelen Avcı’ya ara sıra sakınmadan bakış atıyordu. Kendi görevini tamamladıktan sonra da “misafirinin” yüzüne dikkatli bakmadı. Kartal, uzaklara göz gezdiriyor; bir sonraki azığının kaygısını çekiyordu.

      Kartal, kayadan yükselip yola koyulduğunda ihtiyarın yüreğinde garip bir endişe beliriyordu. İhtiyarlamış kalp, huzursuz çarptı. Özgürce kanat gerip giden kartalın uçuşuna yufka yüreği heves etti. Fakat onun kanatları kırıktı. Kötü düşüncelerden sıyrılıp dikkatini başka noktalara çekmek için, sekinin üzerinde iki tarafa gide gele adımlarını saymaya başladı…

      Pelen Avcı,

Скачать книгу