Kartal Pençesinde Bir Güzel. Hüseyin Yıldırım

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kartal Pençesinde Bir Güzel - Hüseyin Yıldırım страница 13

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kartal Pençesinde Bir Güzel - Hüseyin Yıldırım

Скачать книгу

ve uykuya ne zaman daldığının farkına bile varmadı. O uyandığında vakit çoktan öğleyi geçmişti. İhtiyar, kartalla ilgili işini yine ertelemek zorunda kaldı.

      Tan ağardıktan sonra Pelen Avcı eşeğini sıkıca bağladı. Onun koşun takımlarını ve semerini, kendisinin ufak tefek eşyalarıyla birlikte öbek hâlinde duran gür böğürtlenin üzerine bıraktı. Bir yere toplanıp bırakılan öteberinin altına yılan çıyan girebilirdi, belli mi olur! Akşamdan kalan ekmeği ve özel olarak getirdiği birkaç kulaçlık urganını yanına alıp dünkü yere gitmek üzere tekrar yola koyuldu.

      İlk önce başı sivrilerek göğe doğru uzanan yüksek tepeye çıkmak zorundaydı. Oradan eşeğin sağrısı gibi duran kayaya bitişik sırta geçmek kolaydı. Ancak Pelen Avcı henüz o kuşun sadece bir kartal olduğunu biliyordu. Ama onun yuvasının olup olmadığından bihaberdi. Bu yüzden iç sesini dinleyip “Yahu, yuvası olmasa bu civarda ne işi var!” diye kendi kendine konuşarak gidiyordu.

      Sonbaharın başı olmasına rağmen hâlâ güneşin sıcaklığı vardı. Gecenin serinliği yavaş yavaş kayboldu. Dik yokuşlar ihtiyarı çoktan terletmişti. En sonunda, alnındaki boncuk boncuk ter damlaları gözüne inip onu dinlenmeye mecbur etti. O “Ahh bu ihtiyarlık…” diye iç çekip başını salladı. Sonra yamaca çıkıp dizlerini büktü. Yamacın öbür yüzünde geviş getirerek güneşlenen bir grup boz geyik, yabancı karaltıyı görünce hemen kalktı ve dağılmadan sürü hâlinde kaçıp uzaklaştı. Avcının üzüntülü bakışları çekip giden güzel ceylanların ardından ok gibi atıldı.

      İhtiyar, bu eşek sağrısını andıran yamacı dolanıp, tırmanarak kartalın bulunduğu kayanın zirvesine çıktı. Dağ başının temiz havasında nefes alıp duru gökyüzüne baktığında kendini sanki arşa uçup gidecekmiş gibi hissetti. Koca bir deniz gibi çalkalanan Karakum’a göz gezdirdi. Nedense ihtiyarın yüreğinin gizli bir yerinde garip bir hüzün hâli, köyünden ayrı düşmüş gibi bir duygu, hâsıl oldu. Kendi kendine konuştu:

      “Bu gereksiz işten vazgeç sen, Pelen. Bu yaştan sonra evcil kuş edinip mezarının başına bekçi mi koyacaksın? Hadi, bir kuş edindin diyelim. O da Gıpık gibi densiz birinin tüfeğinin hedefine denk gelirse ya! O zaman ömrün boyunca böyle dağa taşa tırmanıp duracak mısın? Ayrıca daha da kötüsü, o korkunç canlıyla karşı karşıya kalmak. Her ne kadar uzakta olursa olsun, bir kartal yavrusunu gözünden ayırmazmış. Yuvaya ulaşmadan gelip yetişirse… Korkup geri de durmaz o. Vurur mızraklı pençesini. İşte uçup gittin, çöp misali. Bedeninden tek bir parça bile bulunmaz… Hayır, ne olursa olsun, niyetimden vazgeçmeyeceğim. Hem o biçarenin yuvası da hemen şuracıkta, el uzatıp yavrusunu almalıyım. Öküzün altında buzağı aramayayım.”

      Kartal, çoktan uçup gitmişti. Yaklaşık üç dört kulaç aşağıda yuvası gözüküyordu. O yuvaya, cilalanmış gibi kaygan bir taşın üzerinden geçerek ulaşmak gerekiyordu. Yuvanın bir adam boyu kadar tam aşağısında insan eliyle özel olarak yapılmış gibi bir taş seki vardı. Bu sekinin üzerine bir inilebilirsen yuvayı avcunun içinde bil. Oraya sadece iple sarkmak mümkündü. Bu ise canını riske atmaktı. Çünkü ipten kaysan dibi görünmeyen yüksek kayanın yüzeyinde tutunacak çer çöp dahi yoktu.

      İhtiyar, belinden urganını çözdü. İpi bağlamak için geniş halkalı demir kazığı, çatlamış bir taşın yarığına boylu boyunca çaktı. Onun halkasından ipi geçirip ayağını taşa diredi, iki eliyle silkelendi. Demir kazık kımıldamadı. İhtiyar boynunu uzatıp ineceği yere göz attı. Düz kayanın yüzeyindeki taş sekinin kıyısı bıçak sırtı gibi incecik göründü.

      Avcı erzak torbasını, su kabını orada bırakmak istedi. Yine de kendi kendine fikir yürüttü: “Lazım olan taşın ağırlığı olmazmış. Bunları yanıma almakla ip kopacak değil ya.”

      İpin bir ucunu beline bağladı, diğer ucunu da bağlamadan sadece sağ koluna doladı. Kayadan sallandıkça koluna doladığı ip çözülmeliydi. İhtiyar bu tehlikeli yolculuğuna son bir defa boynunu uzatıp baktı. Bomboş uzanan ürkütücü uçurum onu birden ürpertti. Ancak ömrünü tehlikeler içinde geçiren ihtiyar vazgeçmedi. Çaktığı kazığın sağlam olup olmadığını bir kez daha kontrol etti ve kaygan taşın yüzeyinden usul usul aşağıya sarkmaya başladı. Koluna doladığı ipin halkaları peş peşe çözülüyordu. İki üç kulaç sarktıktan sonra ihtiyarın ayakuçları el kadar bir taşa değdi. Bir müddet ona dayanıp kollarını dinlendirdi. Ağır gövdeyi ayakuçlarının üzerinde uzun süre tutamadı. O, kendisini tekrar aşağı bıraktı. Yuvanın dengine ulaştığında henüz tüyü bile bitmemiş bir çift kartal yavrusuna hevesli gözlerle baktı. Bu sırada ihtiyar, o sekinin üzerine indi. Eni boyu dört beş adım civarında olan koca taş sanki insan ağırlığından kopup düşecekmişçesine, ihtiyar onun üzerine yavaşça ağırlığını bıraktı. Nice yılların karı yağmuru, sıcağı soğuğu ile sertleşen taş zerre sarsılmadı. Eski masallardaki kanatlı insanlar gibi “gökte asılı” duran ihtiyar, yüksek kayanın eteğinden dünyayı huzurla seyretmek istedi. Geri döndü ancak deminden beri düz kayanın yüzeyinden başka hiçbir yere bakmayan gözlerinin birden uçsuz bucaksız boşluğa düşmesinden dolayı mıdır nedense ihtiyarın aniden başı dönüp sendeledi. Gövdesine hâkim olamayıp önce dizlerinin üstüne çöktü, sonra da ellerini sekiye dayayıp yan tarafına yığıldı. Sağ eline doladığı ipin en son iki halkası da gövdesinin ağırlığından çözüldü ve fırlayıp yukarı gitti. Bu sırada da ip yukarıdaki demir kazığın halkasından sıyrılıp düştü ve sekinin üzerine kıvrılıp uzandı. Lakin gözleri kapalı ihtiyar başına ne tür zorlu bir sınavın geldiğinden habersizdi. Bir çay içimlik süre öylece yattıktan sonra ağır ağır gözlerini açtı. Yavaş yavaş kuvveti yerine gelmeye başladı. İki eline dayanarak ayağa kalktı. Sırtını taşa yaslayıp uzun süre ufuklara baktı. Sanki nerede oturduğunun bile farkında değil gibiydi. Yan tarafında büklüm büklüm duran urgana gözü iliştiğinde bile hemen ne olduğunu anlayamadı. Birdenbire irkilip ürpermeye başladı. Çaresiz bir duruma düştüğünü anlayan avcı sanki çıyan şokmuş gibi sıçrayıp yerinden kalktı. İç çekip şaşkın gözlerini yukarı dikti. Ancak “Şimdi belaya gark oldun işte!” diye ikaz eder gibi üstüne abanıp duran kayadan başka bir şeye gözü ilişmedi. Kartal yavrusunu kafese koymaya gelen ihtiyarın kendisi, çıkar yolu olmayan ağa düşüverdi. O, ömrünün büyük bir bölümünü tamamladığını bilse de kalanını bir uçurumun üstünde geçirip emanet canını teslim edeceğini düşünmemişti. Gerçekten de bu taştan kalenin içinde yardım çığlıklarını kime ulaştırabilecek, kimden destek isteyecekti? Bağırsan da çağırsan da feryadına bir tek dağlar, vadiler cevap verecekti. Yaralı bir ceylanı kovalayıp gelen avcının biri tesadüfen halkalı demir kazığın üzerine denk gelmezse ihtiyar sanki “darağacına çekilmiş” ve “yere çivilenmiş” hâlde çürüyüp gidecekti.

      İhtiyar birden daraldı, yüreğinde korkudan dolayı bir çarpıntı hâsıl oldu, avazı çıktığınca bağırası geldi. Fakat avcının panik hâli yerini, ihtiyarlığın verdiği olgunluk ferasetine bıraktı: “Eh Pelen! Başına gelen iş, sıradan bir iş değil. Kendi elinle kendini kuyuya attın. Eğer yaşamak istiyorsan çaresi ne? Şimdi kanat çırpıp uçamazsan bu kara taştan kurtulma ihtimalin de yok… Ah, dostlar! Hey, yolunu şaşırıp buralara gelen olmaz mı acaba? Belki olur, şimdilik ümidimi kesmeyeyim. Bugün yarın idare edecek ekmeğim de suyum da var.”

      İhtiyar yandan askılı torbasını boynundan sıyırıp içindeki ikiye katlanmış ekmeği çıkardı ve tekrar geri koydu. Kalaydan

Скачать книгу