Kartal Pençesinde Bir Güzel. Hüseyin Yıldırım

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kartal Pençesinde Bir Güzel - Hüseyin Yıldırım страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kartal Pençesinde Bir Güzel - Hüseyin Yıldırım

Скачать книгу

yerde insanın başparmağı büyüklüğündeki pençe izlerini görüp o kapanın üstünde ne tür bir toz fırtınası koptuğunu hemen anladı. Pelen Avcı tüfeğini doldurdu ve zikzak çizerek giden kapan izini takip etmeye başladı. İz onu büyük bir sırttan aşırıp koyu gölgeli yüksek bir çamın dibine ulaştırdı. Kapana düşen hayvan acıya dayanamayıp bir müddet bu ağacın altında yatıp sonra tekrar gitmişe benziyordu. Avcı kapanı sürüyerek giden mahlûkun artık çok uzakta olmadığını anlamıştı. Bu esnada da yukarı taraftan kapanın şakırtı sesi işitildi. Yuvarlanıp devrilecek gibi eğilmiş duran koca taşın arkasından alaca renkli bir mahlûk çıkıp korkutucu biçimde gerindi, ağzını kocaman açıp esnedi, sonra yavaşça yürümeye başladı.

      Avcının tahmini doğru çıktı. Kapana kaplan düşmüştü. Pelen Avcı çeşit çeşit hayvan avlamıştı ama dağın aslanı ile aşık atmak henüz ona kısmet olmamıştı. O, bu mağrur yırtıcının kurnazlığına, gücüne, cesaretine aşinaydı. Onun neşter gibi pençesine bir düşersen, işte o vakit canlı kurtulma şansın yoktu. Avcı böylesine tehlikeli bir girişime teşebbüs edebilir mi acaba? “Bu tehlikeli canlının gücü yerinde, yüreği ise kırk kişinin yüreğine denk olurmuş. Fakat insanda da ondan üstün bir güç olarak akıl fikir var. Ayrıca serde bir de avcı adın var ki kapanı sürükleyip giden yırtıcıya el uzatmadan, sakalını sıvazlayıp geri dönmek ölümden de beter namertliktir. Hayır, bu beklenmedik belayı basitçe savuşturmamak gerek.” Avcı derhâl kendisinin o andan itibaren nasıl hareket etmesi gerektiğini düşündü. Bir fırsatını bulup kaplanın karşısına geçmek ve onu karnından vurmak niyetiyle yavaş yavaş yukarıya doğru tırmanmaya başladı. İnsan ayağı değince kayan taşların hışırtısını mı işitti nedense, kaplan birden durdu, etrafına kulak kabarttı. Bunu gören avcı da kımıldamadan yüzüstü yattı. Kapan tekrar şakırdamaya başladı. Avcı bu şakırtılar arasından çevik bir hareketle kısa sürede yırtıcının önüne geçti. Kalın çam ağacı onu hırçın hayvanın gözünden gizledi. Böyle olsa da kurnazlığı, uyanıklığı, hassas işitme yeteneğiyle bilinen yırtıcı, her neyse, bir şeyler sezdi. Tekrar duraksayıp kulak kabarttı. Avcıya doğru tam da göğsünü dönüp durdu. O anda da tüfeğin gümbürtü sesi kayadan kayaya çarpıp bütün dağda yankılandı. Tüm canlıların kralı korkunç bir kükremeyle, dimdik gökyüzüne zıpladı ve ayakları üzerine inemeyip savruldu. Koca leşle birlikte yuvarlanan irili ufaklı taşların şakırtısı da bu korkunç kükremeye karışıp vadinin içinde büyük bir gürültü koparttı. Avcı kalpağının içinden çıkardığı mendiliyle yüzünü gözünü siliyordu ve yuvarlanan zavallı leşe bakıyordu. Sonunda leş önüne çıkan büyük taşa sertçe çarpıp durdu. Avcı tüfeğini tekrar doldurmadı. Kaplan ile kapışma yöntemlerini iyi bildiğinden eline eski cüppesini doladı, diğer eline de keskin bıçağını alıp leşin peşinden gitti. Kaplanın ölüp ölmediği belli değildi. İki gözünün arasından kan fışkıran kaplan can çekişirken son defa yerinden kalkmak için hamle yapıp kocaman ağzını açtığı anda avcı, cüppesiyle doladığı elini ona bastırdı ve sağ eliyle de ak saplı bıçağını mümkün mertebe hızlıca batırdı. Böylece keskin bıçak yırtıcının kalbine saplandı. Hayvanın çenesi açılıp ağır kafası sertçe yere çarptı.

      Mağaranın girişinde babasını uzun süre bekleyen küçük Meret’in ise artık sabrı iyiden iyiye taşıp yüreğine kuşku düşmeye başlamıştı. “Mağarada bir başıma kaldım ah!” deyip, ne yapacağını bilemez hâlde oturan çocuğun gözleri belermiş, dudakları titriyordu. Küçücük bir hışırtıda bile ürperiyor, birdenbire taşların ardından bir kaplan çıkıp üzerine atılacakmış gibi hissediyordu. Bu sırada yuvarlanan bir taşın sesi onu oldukça korkuttu. Aniden yerinden kalkıp şakırtının işitildiği tarafa baktı. O arada babası omzuna kocaman ala bele renkli bir şeyi atmış bir vaziyette geldi. Onun bu değişik yükü Meretçik’i bir an duraksattı. Avcı, oğlunun neden korktuğunu anlayıp kaplan derisini omzundan yere attı ve “Gel oğlum, korkma, işte bu kaplan derisi!” diyerek gülümsedi. Üzerinden ağır yük kalkan Meretçik fırlayıp onun kucağına atladı. Annesini bulup emen kuzu misali babasına sıkıca sarılıp başını kaldırmadan yüzünü onun göğsüne, boynuna sürttü. O anda kaplanı avlayan cesur yürek erimiş, dudakları yavaştan fısıldıyordu:

      “Mert oğlum, avcı oğlum…”. İhtiyar kederli anılarına ara verip ardına baktığında, koca dağ küçücük görünüyordu.

      Köye vardıktan sonra onun yüreği günlerce huzur bulamadı. Her şeyden elini eteğini çekti, ava da çıkmadı. Bir nevi hasta gibi kendi kendine konuşa konuşa gezip dolaştı. Köyün eğlencelerine gitse de bir kenarda oturup sesini çıkartmadan, geri evine döndü. Kısacası onun hayatla bağı kalmamıştı.

***

      Pelen Avcı, evcil kuşunu yavruyken besleyip, büyütüp onunla sıkı dost olmuştu. Onu tıpkı kendi ailesinin bir ferdi gibi görürdü. O kuş, onun kırgın gönlünü neşelendiren tek dayanağı, tek eğlencesiydi. Her gün erkenden kalkıp onu uçururdu, köyden ses mesafesi kadar uzaklaştığında yemi havaya kaldırıp sallardı. Ete gözü ilişen kartal, sahibinin tepesinde uçup onun omzuna konardı. İyice karnını doyurduktan sonra tekrar bir müddet gökyüzünde gezinip sahibinin kapısına varırdı. Kartal, bu kalabalık köyün evcil kuşuydu, büyük küçük herkes onu severdi. Sevilmeyecek gibi mi? Daima köyün üzerinde kanat çırpıp civciv ve tavukları bozdoğanlardan korurdu. Öylesine akıllı, meziyetli bir kuştu ki “Onun insandan tek bir farkı var, maalesef konuşamıyor.” derlerdi. Onun adı Algır idi. Onun yeteneklerini tavşanın, tilkinin üzerine salındığında bir göreceksin: Avını gördüğü anda peşinden hemen saldırıya geçmez, ilk önce dimdik gökyüzüne yükselip avının tepesinden iyice bakar, sonra hangi noktaya inmesi gerektiğini gözüyle hesaplar ve aniden yayın kirişinden çıkmış ok gibi hedefine kilitlenip inişe geçerdi. Korkusundan pusan tavşan ne olup bittiğini anlayana kadar Algır çoktan ensesine vurup onu sersemletmiş olur, sonra da sahibi gelinceye dek serilip yatan tavşanın başını beklerdi. Pelen Avcı gelip tavşanın iç organlarını çıkartır, ayaklarını katlayarak torbasına atıp yola düşerdi. Hemen onun omzuna konup böbürlenen Algır da keskin gözleri ile dört bir yanı izleyerek giderdi.

      Pelen Avcı bozkıra birkaç geceliğine gittiğinde onu çoğunlukla tilki ve tavşanın üzerine salardı. Kuş, biraz ufakça bir ceylan yavrusu olursa, onu da kaçırmazdı. Dağa gittiğinde ise avcı onunla bıldırcın, keklik avlardı. Ömrünün çoğunu dağda, ovada tek başına dolaşarak geçiren adam için o hem yardımcı hem de sırdaştı. İhtiyar ona, insanla konuşur gibi, akıl danışırdı; onunla sohbet ederdi. Son zamanlarda kartalıyla daha da yakın dost olmuştu. Çünkü ihtiyarlık iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlamıştı. Artık dik dik yamaçları elinde tüfekle dolaşmaya dizlerinin eski mecali yoktu. Bu sebeple ihtiyar için böylesine değerli kartalın kıymeti bir başkaydı. Ancak…

      Öğle vaktiydi. Hayvanlar, insanlar güneşin hararetine dayanamayıp kendini bir kıyıya atmıştı. Gün boyu kapı kapı gezip dolaşan yaşlı köpekler de evlerin kenarındaki cılız öğle gölgesine bağırlarını vermiş; uzak yoldan yorgun argın gelmiş gibi dilleri dışarıda, hırıl hırıl aralıksız soluyarak nefes alıp veriyordu. Kapılarda bağlı duran eşekler ve atlar da sıcağın bunaltıcı etkisinden dolayı başlarını öne eğmiş hâlde somurtuyorlardı.

      İhtiyar avcı, kuşunu yemleyip daha yeni uykuya yatmıştı. Evin sağ yanında yuvasının üstünde pinekleyen Al-gır da gagasını açıp kapatarak gözlerini kıpırdatıyordu. Ancak birden gözlerini açıp kapıdan dışarı, başını bir gökyüzüne bir

Скачать книгу