Metres. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Metres - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
Metres - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

kulakları zatıalinize ne kadar benziyor.” sözleriyle iftiraları çürütmeye uğraştığı sırada efendi gözlüğüne çekidüzen vererek bu benzerliğin birazını olsun bulabilmek için yavrucağa saatlerce gözünü dikerek boş yere yorulurdu. Hanımın, çocukla kendi arasındaki bu benzerlik iddiasına çok kere sesini çıkarmaz, ara sıra da canı sıkılarak “A hanımcığım, daha bir aylık çocuğun sana bana benzediği belli olur mu? Hele biraz büyüsün kime benzediği sonra anlaşılır.” derdi.

      Efendinin son derece saflıkla verdiği bu cevap, içi çıfıt çarşısına benzeyen hanımca kötü yorumlara pek elverişli görünerek bu benzeyiş işinin şimdiden tasdik edilmeyip de ileriye bırakılması kendisini pek çok düşündürürdü.

      Önceleri miras hakları varken Hami’nin doğmasıyla mirasçılıktan çıkan bazı akraba, efendinin uzaktan yakından hısımları dedikoduda pek ileri vararak selamlıktaki genç çubukçu ile çocuk arasındaki fazla benzerliği pek de yaradılıştan olma tesadüfe vermeyerek, bundan birçok manalar çıkararak Firuze’yi suçlandırmaya yürümek isterlerdi.

      Çocuk beş yaşında iken efendi babası dünya değiştirdi. Bu kadar malın tek mirasçısı olan Hami daha dünyadan habersiz masum bir çocuk, annesi ise başında kavak yeli esen bir genç kadın. Dünya geçimi nedir? Para nereden gelir? Nasıl sarf edilir? Bunu bilmek değil, düşünmeye bile hiç lüzum duymamışlardı. Rahmetli efendinin âdeta taptığı, hayatının ışığı, canı cananı olan Firuze, arzu ettikçe elini çekmecelere sokar, avuç avuç çıkardığı altınları etrafına bol bol saçar ve o altın parçaları orada kendi kendine kaynayıp da ortaya çıkar gibi saçma bir zehapta bulunurdu. Paranın yokluğu yüzünden dünyada yoksulluk, sefalet mevcut olduğunu, o maden parçacıklar için ne vuruşmalar, cinayetler, felaketler ortaya çıktığını bile hemen bilmiyor gibiydi.

      Konaktan cenaze çıktığının akşamı Firuze’nin iki gözünden bela seli gibi matem yaşları akarken ağladığı odanın kapısına vekilharç gelerek “Bu akşamdan itibaren konağın idaresi için yapılan ve yapılacak olan masraflar üzerinize borç kaydediliyor.” ihtarıyla bir defter çıkardı. Toplamı birçok liraya varan birtakım hesaplar okudu.

      Firuze bu ihtardan çıkacak korkunç sonucu aklına bile getirmeyerek, yalnız uşak makulesi bir herifin izin almadan harem dairesine girerek doğrudan doğruya kendine söz söyleyebilmesindeki cesaretine, bu terbiyesizliğin, saygısızlığın derecesine şaştı. İşte o zaman yüreğine efendinin ölümünden acı, keskin bir teessür hançeri saplandığını duydu.

      Öyle uzun uzun hesap kitap dinleyecek zamanda olmadığını, o saygısız herifi kapı önünden kovmalarını el, kaş, göz işaretiyle yanındaki kadınlara anlattı. Bu milyonlara malik taze dulun gözüne girmek için emirlerini yapmada birbirleriyle yarışa çıkışan dalkavuk kadınlardan biri haddini bildirecek azarlarla vekilharcı kapıdan savdığı sırada herif oradan çekilip giderken kendi kendine Zavallı han-fendi, bunak kocanın zamanındaki nazlar, densizlikler geçmiş ola. Bundan sonra senin yüzüne gülecekler, sana yedirmek değil senden yemek için güleceklerdir. Aklını başına topla. Hanlarını, hamamlarını elden çıkarıp da iki üç odalı evlerde kuru pösteki üzerinde kalan hanfendiler çok görülmüş, işitilmiştir! dedi.

      Bunu söyleyen Vekilharç Şakir Ağa yirmi beş yıl önce o konağa vekilharç yamaklığı ile sokulduğu vakit arkasındaki yırtık mintanı altında bir iç gömleği olmayan bir herifti. Şimdi senetle efendiden on sekiz bin lira alacaklı görünüyordu. Memleketlerinden ümmi ve hemen çıplak gelerek hizmetkârlıkla çattıkları büyük adamların konaklarında aile reisinin ölümü ile mirasçıları sırasına girmek fennini bu Divrikli, Arapkirli adamlar hangi müzevirlik mektebinde öğreniyorlar, şaşılır. Bunlardan bazıları böyle fuzuli mirasa ortak olmakla da kalmayarak hanımefendiyi nikâh ederek merhum efendinin kürkünü giyip köşe penceresine kuruluyorlar.

      Şadi Efendi ölümünden bir iki yıl önce konağında veya başka evlerde bulundurup da gözünden uzak tuttuğu amelmande47 karılarına uygun miktarda menkul ve gayrimenkul mallar vermişti. Ömrünün son yıllarında kendine bir evlat, o yaşına kadar ele geçiremediği böyle bir hayat hazinesi vermiş olan Firuze’yi de o sırada nikâh ederek müstefreşelikten48 kurtardıktan başka geri kalan mallarının da yarısını bu genç karısına bırakmıştı ki, malının öteki yarısı da ölümünden sonra o tek oğluna kalacaktı.

      Bu ölüm felaketinin ikinci günü hanımefendi kendisiyle beraber acı gözyaşları saçmakta şaşılacak bir gözyaşı bereketi gösteren birkaç kafadar kadınla kapısı sürmeli, perdeleri kapalı bir odada hâlâ ah ve figan etmekle meşgul iken konağın içi sarıklı sarıksız birtakım insanla dolmuştu.

      Divitleri belinde bazı efendiler “Sebt-i defter edilecek müfredat-i beytiyeye nereden başlayacağız?” diye haykırıyorlar, birtakımları kilitli kapıların anahtarlarını istiyorlar, başkaları da altın kasalarının, mücevherat çekmecelerinin bulundukları yerleri soruyorlar, birçokları da mühürleyecek delik arıyorlardı.

      Bu gürültüler, bu yersiz sorular, bu istekler nasılsa hanımefendinin matem tuttuğu odaya kadar yayılır. Ayrılığın kanlı gözyaşları o pembe, o taze, latif yanaklarda henüz titreşen Firuze hiddetle odasından fırlayarak “Efendim öldükten sonra bana ne mal lazım ne dünya!” feryadıyla demet demet anahtarları haremden selamlığa, bütün ev eşyasını açgözlü elleriyle okşayarak deliği deşiği koklayan o insanların başlarına atar.

      Hanımefendiye şirin görünmek için kâhya efendi sakalını sarıya, vekilharç bıyığını karaya boyayarak, divanhanelerde yaşlarından umulmaz bir canlılık ile piyasa etmekteler iken böyle ortaya serpilen anahtarlardan her biri kim oldukları bilinmeyen bir insanın eline geçerek bütün kilitlerde bir çatırtı peyda olması bu iki emektarın son derece kanlarına dokunduğundan “Hanımefendinin hak-i payilerine49 yüz süreriz. Efendinin acısıyla şimdi gözleri dünyayı görmez; fakat yaşayanlara mal lazımdır. Hele meydanda da bir yetim var. Şimdi ne yaptıklarını bilmiyorlar. Bizi taraflarından işleri görmeye vekil etsinler. Mallarını kayıptan kurtararak hemen işi bitirelim.” haberini göndermişlerdi.

      Bu haber ağızdan kulağa yayılarak yarım saat zarfında hanımefendiden vekâlet dileyenlerin sayısı on beşi bulmuştu. Şu on beş kişiden hiçbirinin iyi niyet sahibi olmadığı biraz sonra aralarında boğaz boğaza çıkan rekabet kavgasından anlaşıldı. Vekil namzetliği iddiası ile bunlar böyle dışarıda boğuşurken haremde hanımefendiyle göğüslerini döven kadınlar, o ah ve vah arasında söz gelişi kimi erkek kardeşinin kimi kocasının doğruluğunu ve iş bilirliğini, ehliyetini ve namusunu överek vekil olmaya en layık bir kişi varsa o da filanca olduğunu saç yolarak, yaş dökerek anlatıyorlardı.

      Bu gürültü, aylar ve yıllarla sürdü. İşleri görmek için hanımefendi birkaç vekil tayin etti. Oğlu Hami’nin vasisi oldu. Bu dul kadına yol gösterenin, akıl öğretenin haddi hesabı yoktu.

      O ilk kargaşalık sırasında ne kadar mücevher mahfazalarının boş kalmış olduğu, ne kadarının takımıyla aşırıldığı, ne kadar değerli pırlantalar değiştirilerek yerlerine adi taş parçaları konulduğu çok sonraları anlaşıldı.

      Hakkı olmadığı hâlde, mallara ortaklık için üşüşen kimselerle uğraşılarak, kapanın elinde ne kaldıysa kaldıktan sonra vilayetlerden

Скачать книгу


<p>47</p>

Amelmande: İş yapmaz hâle gelmiş olan. (e.n.)

<p>48</p>

Müstefreşe: Cariye. (e.n.)

<p>49</p>

Hak-i pâyilerine: Ayaklarının toprağına. (e.n.)