Metres. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Metres - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
Metres - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

dayanacağını tayin ederek bu iş için hocaya talimat verecek, tembihlerde bulunacak.

      Hocaların, hele Arapça hocalarının birçoğu bu türlü ders vermek şartlarını haysiyetleriyle uygun bulmayarak işlerini bıraktılar. Sekiz on hoca değiştirdikten sonra Firuze Hanımefendi en sonunda oğluna aradığı gibi hocalar buldu. Bu sonraki hocalar her akşam baklavayı, böreği bulunca nasaradan çok beyin huyuna suyuna gitmekte kârlı çıkacaklarını anladılar. Bütün çekimleri şımarık çocuğun keyfine bıraktılar. Kendileri var kuvvetlerini sofra başında kollarını sıvayıp kaymaklı baklavanın gücenmez bir tarafından yakalayıp, her noktasına geçmesi için balın içinde üstatça çevirerek haydi selamet ola mideye göndermek cihetine sarf etmeye koyuldular. Ve bu öğretme usulünü her şeyden tatlı buldular.

      Hocaların tatlıya, puf böreğine karşı bir kere bu düşkünlükleri belli olduktan sonra, Hami Bey irili ufaklı köle ve cariyelerini etraftan toplar, zavallı hoca efendinin gözlerini bağlayarak yalının o geniş sofalarında körebe oyununa kalkardı. Hoca yediği tatlılar burnundan gelinceye kadar koşar, bu yorgunluğun acısını o akşam ya revaniden ya muhallebinden çıkarmaya yemin ederdi. Sofra başına oturunca “Gene bugün derse bedel körebe oyunu ile vakit geçirdik. O kadar koştum, o mertebe yoruldum ki, karnım boş torbaya döndü.” sözleriyle o akşamki yemeğe istihkak derecesini herkese tasdik ettirmek ister, sonra kollarını sıvar, sözlerini tasdik etseler de gık deyinceye kadar yerdi, etmeseler de.

      Fransızca hocasının o yalıda başına gelenler büsbütün başka türlü geçmişti. Her şeyin halisinin makbul olması eskiden beri tecrübe edilmiş bir gerçek olduğundan adını Pol’a, Piyer’e çıkarıp başlarına şapo koyup gramersiz bir dil, dibinden bozuk bir aksanla hocalığa yeltenen yakası yağlı, havsız redingotlu tatlı su Frenklerine pek o kadar ehemmiyet verilmeyerek Hami Beyefendi’ye Fransız oğlu Fransız bir hoca aranmış ve böyle milliyet ayarı tastamam bir tanesi ele geçirilmişti. Zavallı Mösyö Jan, o yalıdaki hocaların dalkavuklukla hocalık arasındaki hürmetsiz mevkilerinden habersizdi. Daha bir kelime Türkçe de bilmiyordu. Kahya efendi, tercümanın aracılığı ile Hami Bey’in sağlık ve akıl durumu hakkında birtakım bilgi verdikten sonra çocuğu sıkmayarak gayet incelikle ders vermesi gerektiğini anlattı. Muallim Cenapları silindir şapkasını bir sandalye üzerine ağzı yukarıya ters koyarak, bütün yapılan tembihlere uygun bir şekilde, bütün güler yüzlülüğü ile derse başladığı gün, muzip çocuk yanındaki küçük köleye parmağıyla şapkayı gösterip pek lazımlı bir şeye benzetmiş ve benzetmedeki inceliğe ikisi de gülmekten kırılmışlardı.

      Hoca Türkçe bilmediği için çocuğun benzetme sanatındaki bu ustalığını anlayamamış, yalnız çocuğun siniri tuttu zannederek bir zaman dersi tatil etmiş ve o kahkahalar arasında donuk bir çehre göstererek çocukların neşelerini bozmamak için kendisi de bir parça gülmekten geri durmamıştı.

      Mösyö Jan, bir gün sofaya çıkarak mendil ile gözleri bağlanmış Türkçe hocasının bir alay çocuğun ortasında sıçradığını ve curcunayı ayyuka çıkaran çocukların hocaya karşı yumruklarını birbirine vurarak “Ebeme pilav pişirdim, içine sıçan düşürdüm!” avazıyla bağrıştıklarını görmüştü.

      Ne pilavdan ne de içine düşürülenden bir şey anlamayarak, yalnız çocuklara vücut egzersizi yaptırılıyor zannederek bu ikinci vazife için hocanın ne kadar fazla maaş aldığını merak etmişti.

      Fransız muallimi artık ufak tefek Türkçe kelimeleri anlamaya başlayınca Hami’nin arsızlığına dayanamamaya başladı. Ara sıra hiddetlenerek “Yok sen profesör… Ben profesör. Yok ben çocuk, sen çocuk…” gibi anlaşılmaz tekdirlere kalkışırdı.

      Bir gün derste çocuğa étre yardımcı fiilinin passé indéfini’sini sordu. Hami “Je suis ètè, tu es été, il est été…” şeklinde okumaya başladı. Hoca çok öfkelendi. Fransızca hiç böyle sıyga bulunmadığını, bunun doğrusunun j’ai ètè olduğunu biraz sertçe ihtar etti.

      Hami, hiddette hocasını birkaç kat geçerek kıpkırmızı bir çehre ile:

      “Doğrusu benim okuduğum gibidir. Evet: Je suis ètè’dir işte.”

      “Ah mon diyö! Ben hata söylüyor?”

      “Hata söylüyor.”

      “Gramer kitap yanlış yazmış?”

      “Evet grameriniz bütün bütün yanlış yazmış.”

      “O Dieu des bêtes! Sen dokuz, on yaşta bir Türk çocuk biliyor o kadar ki Fransız gramerien’ler bilmiyorlar böyle?”

      “Çok laf yok… Doğrusu je suis ètè olacak. Anladın mı sinyor patates?”

      “Ben patates?”

      “Ben olacak değilim ya, sen… Baban da bayır turpu!”

      “Benim babam bayır turp? Bu bana dolu bir insult (hakaret)!”

      “Hımbıl! Laf boş olacak değil ya elbette dolu olacak.”

      Fransız gözlerini dört açarak:

      “Allons donc imbécile! Tu désires que nous changions notre grammaire pour te plaire.” (Haydi oradan ahmak! Sana hoş görünmek için gramerimizi değiştirmemizi mi arzu ediyorsun?)

      Hami imbécile hakaretini işitince hemen balık gibi yüz üstü odanın ortasına upuzun atılarak ağlama ile yangın kulesi bekçilerinin “Niyyyyaaavvv…” diye çıkardıkları gürültülü ses arasında uzun acı bir feryat kopardı.

      Çocuğun bu çirkin avazı çok büyük bir acıya veya teessüre işaret olduğu yalı halkınca tecrübe edilmişti. Sanki evin bir tarafı birdenbire parlayıvermiş gibi bu sesi işiten elinden işini bırakarak küçük beyin imdadına koştu. Odanın içi hemen yarım dakikada başları örtülü örtüsüz kadınlar, birçok uşaklarla doldu.

      Daha işin ne olduğu anlaşılmadan Firuze Hanımefendi “Evladıma ne yaptınız? Herifler, karılar söyleyiniz bakayım, yavrucuğuma ne oldu?” diye acayip sorularla kalabalığı yararak odaya girdi.

      Bir nara ile bütün yalı halkını başına toplayacağını bilen Hami haykıra haykıra Fransızca hocasına ne ağza alınmaz koyu küfürler fırlatıyordu! Biri bu küfürleri dinleseydi bu kadar ayıp sözleri o yaşta bir çocuğun nereden ve nasıl öğrenmiş olduğuna şaşardı.

      Firuze Hanım: “Doktor nerede? Yavrum hiddetle tıkanacak, bayılacak. Canım, kâhya efendiyi bulun. Ben ona çocuğun celalli olduğunu Frenk’e anlatsın demedim mi?”

      Hami, hocasına söverken, annesi son derece tatlılıkla alnından, yanaklarından okşayarak:

      “Eh yavrum! Eh gülüm! Evet. Evet, dediğin gibi olsun meleğim. Oh. Oh, pekâlâ.”

      Kâhya efendi yetişir. Doktor gelir. Küçük beyin sinirlerini yatıştırmak için kordiyaller50 yapılır. Sonunda hoca ile çocuk arasındaki anlaşmazlığın neden çıktığı anlaşılır.

      Hep çocuğa hak verildiğini, bütün ona inanıldığını

Скачать книгу


<p>50</p>

Kordiyal: Rahatlatıcı ilaç. (e.n.)