Metres. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Metres - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 10

Жанр:
Серия:
Издательство:
Metres - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

Bu çok drole…51 Çocuk ne vakit diyor ‘Kâhya efendi baba dört ayak vardır, kulakları yüksektir.’ biz inanacak ki böyledir.”

      Hanımefendi bir aralık ortadan kaybolur, gene gelir. Mösyö Jan’ın eline gizlice, en aşağı on beş lira eder bir altın saat sıkıştırarak yavaşça:

      “Rica ederim kuzum mösyö… Sözünü geri al, çocuğun dediğini tasdik et. Yavrumun kanı başına sıçramış.”

      Mösyö Jan saati görünce hiddetlenmekle kabul etmek arasında şaşırmış bir tavırla:

      “Yok madam, efendim hanım! Siz böyle benim ahlak bozacak yerde ne vakit onun ahlak yapıyor, daha iyi oluyor.”

      “Mösyö pek ziyade rica ederim.”

      “Her ne vakit bir karı yalvarıyor, biz olur diyor.”

      Muallim çocuğun önüne girerek:

      “Ben yanlış yaptı, verbe être, passé indéfini yok j’ai été fakat je suis été. Benim bu yanlış affeder.”

      Hami, bu üstünlüğünden ileri gelen bir hor görürlükle:

      “Ya ben sana demedim miydi? Mırmırık boza suratlı herif!”

      Mösyö Jan, Galile’ye engizisyon mahkemesi önünde sözünü geri aldırdıkları gibi bir çocuğun hatırı için gerçeği inkâr ettikten sonra hemen kendini bahçeye attı. Orada çok büyük bir şemsiye gibi açık bir fıstık ağacının altında denize karşı nargilesini guruldatan Farisi hocasıyla, gözlerini süze süze her yudumu göbeğine kadar çekerek kahve içen Arabi muallimine rastladı. Bunlar Mösyö Jan’ı güler yüzle karşıladılar. Hami’nin bu densizliği onlar için yüz defa tekrarlanmış bir şeydi.

      Arabi hocası kahveyi yere bırakarak:

      “Müsü! Bu yalıda öyle muntazam ders okutmak yok… Çocuk ne derse öyle olacak. Yemekler güzel, hem bol. Bana âlâ yahni, kaymaklı nefis tatlılar… (Farisi hocasını göstererek) Murtaza Efendi için cilav, zerdeli hindi, sana mükemmel buyyon, lezzetli biftek… Bunları yemeli, sonra bu ağacın altına oturup kahveyi, cıgarayı da çekmeli. Dikkat olunacak nokta, yalnız ders sırasında çocuk mastara emir sıygasıdır dese katiyen zıddına basmamalı. Hemen evet demeli. Bak sinyor cenapları bu konakta bir âdet vardır. Küçük beyle çıkacak ilk çatışmada hocayı yola getirmek için eline bir altın saat verirler. İkinci patırtıda on lira, üçüncüde kapı dışarı ederler. Biz Murtaza Efendi’yle saatleri ve sonra altınları aldık. Şimdi beyi gücendirmemeye gayretle keyfimize bakıyoruz.”

      Farisi hocası marpucu ağzından çıkararak gevşek gevşek uzun bir gülümseme ile başını sallaya sallaya:

      “Hiç böyle tuhaf püser daha görmemişem. Derse dikkati yoktur, lakin zekidir. Geçende ister idi ki beni hiddete getirsin, ders sırasında iddiaya başladı ki amuhten mastarı52 armuttan alınmıştır, manası da çok tatlı olmak demektir.”

      Arabi hocası: “Vallahi meseleye ağzım sulandı Murtaza Efendi.”

      “Ben saati koynuma koymuşam, liraları keseye atmışam. Bilirem ki gayrı kalan kovulmaktır. Amuhtenin muşmuladan çıktığını iddia etse daha redde mecalim yok. Cevap ettim: ‘Beli beyim yahşi söylüyorsan, pek doğru, amuhtenin aslı armuttandır. Biraz daha büyür isen lügat babası olacaksın.’ Bu sözüme çok hoşlandı. Anasına medih olunmuşam. Ertesi günü hanımefendi beni kapı ardına çağırdı, ‘Öğretmenden memnunum Murtaza Efendi. Çocuğu güzel okutuyorsun.’ iltifatıyla beş lira ihsan buyurdu. Alıram liraları, çekerem nargileyi… Dahası mene gerekmezdi köpeoğlu!”

      Mösyö Jan yarı yarıya anlayabildiği bu garip sözleri dinledi. Kendi kendine Je ferai autant que ces messiers, (Ben de bu efendiler gibi yaparım.) dedi.

      Bir zaman sonra Hami ile aralarında çıkan ikinci bir anlaşmazlıkta muallim cenapları cebine on lira atarak Fransız dilinin temel kurallarından bazılarını inkâr etti. Beyefendinin keyfini yerine getirdi. Fakat üçüncü anlaşmazlıkta Mösyö Jan öteki hoca efendiler kadar geniş yürekli olamadı, yalıdan kovuldu. Valizini bir hamala yükletip kapıdan çıkarken Hami’nin irili ufaklı köleleri, cariyeleri bütün oyun ve rezalet hizmetçileri yumruklarını birbirine vurarak “Sen yok profesör, ben profesör! Ben yok çocuk, sen çocuk…” yaygaraları şu son saygıyı da esirgemediler!

      Milliyetçe Fransız olan hocaların inatları, Mösyö Jan gibi birkaçında denendi. Artık o dili öğretmek için bir Rum hoca bulundu. Nikolayidi Efendi yaranmak işinde Arapça ve Farsça hocalarını kulaç kulaç geçti. Eski ve yeni dillerde âdeta allame olan bu zat besbelli para kazanmak dilini, âlimi olduğu ölü diller kadar bilemediğinden uzun zaman boş kese, boş mide ile orada burada sürünmüştü.

      Öyle ferah bir yalıda kendisine mükemmel bir oda ayrılarak çoktan beri hasretini çektiği sıcak çorba ile sulu pirzolaya kavuşunca talebesinin hatırı için değil gramer kuralını değiştirmek, Eyfel Kulesi mızıka ile dans ediyormuş deseler, kuleyi oynarken gören ilk şahidin kendi olduğunu iddiadan sıkılmayacak bir hâle gelmişti.

      Akşamüzerleri fıstık ağacının gölgesi altında Arapça hocası sigarasını, Farisi hocası nargilesini içerek keyif çatarlar ve Nikolayidi Efendi kilercinin hazırladığı işret tepsisinden kadeh düzikoyu53 yuvarlayarak o nefis mezelerin seçimi meselesinde saniyelerle yorulurken, bu üç muallim o gün Hami Bey’in keyfi için ne kadar dil kaidesi baltaladıklarını birbirine hikâye ederek gülüşürlerdi.

      3

      Kinizm Taraflısı Bir Filozof

      Firuze Hanımefendi, öncelerini bir parça anlattığımız öyle bir hayatın zevklerinin verdiği yorgunlukla yüzü buruşmuş bir kadın, oğlu Hami Bey ise işte böyle dandini beyim hoppala paşamla terbiye görmüş bir gençti. Bu ailenin Şadi Efendi’nin ölümünden sonraki her türlü tartı ve ölçü dışındaki vur patlasın yaşaması ancak dokuz on yıl kadar sürebildi. Çiftliklerin çoğu satıldı. Kalanlar sarraflara ipotek edildi. Hami on beş on altı yaşına girdiği zaman bütün gelirleri ayda yüz elli, iki yüz liraya kadar inmişti ki bu azalış ana oğulun dokuz on yıldır geçirdikleri israfçı hayata göre âdeta acınacak bir yoksulluk, çekilmez bir fukaralık hâli demekti. Meşhur meseldir: “Kırk yılda bir zengin fakir, bir fakir zengin olmaz.” Bu meselin ilk söylendiği zamanda besbelli bugünkü borsalar, piyasalar, fondalar yokmuş. Çünkü şimdi zenginlik, sermaye ve ticaretinin parmakla gösterilecek kadar genişliğiyle ün almış olan biri bir telgrafla birkaç dakikada top atıveriyor, gene böyle bir piyasa muamelesinde adı sanı pek bilinmeyen başka biri de çarçabuk zengin olabiliyor. Demek eskiden insanlar ağır ağır zengin olurlar, yavaş yavaş fukara düşerlermiş. Fakat bu meselin hâlâ bazı ailelere göre düşündürücü bir tarafı bulunabilir. İşte rahmetli Şadi Efendi ailesinde görüldüğü gibi pek sıkıştıkları bir zamanda Firuze Hanım gayet değerli bir top şal, büyük kıratta bir yakut yüzük, daha bunlara benzer şeyler çıkararak gizlice sattırır, gene günlerini gün etme imkânını bulur idi. Birkaç yıl da böyle geçti. Çalgıcı halayıkların gençleri satıldı. İhtiyarları çırak çıkarıldı. Musiki, dans hocaları

Скачать книгу


<p>51</p>

Drole: Garip. (e.n.)

<p>52</p>

Amuhten mastarı: Öğrenmek mastarı. (e.n.)

<p>53</p>

Düziko: Düz rakı; içinde anason, sakız vb. kokulu maddeler olmayan üzüm rakısı. (e.n.)