Metres. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Metres - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 11

Жанр:
Серия:
Издательство:
Metres - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

birini gelin diye seçmesine kimsenin aklı ermedi. Kayınvalide hanım, bu seçmedeki hikmeti kendinden soranlara “Yaşı küçüktür, kendim öğretir yetiştiririm, bu güzellikte bir kıza her zaman insan rastlamaz diye tamah ederek Saffet’i oğluma aldım. Fakat gelinim o kadar dar istidatlı çıktı ki kendisine bir şey öğretebilmek şöyle dursun, vücuduna kadın kıyafetine benzer bir elbise bile giydiremedik.” cevabını verirdi.

      O ailenin sırlarını bildiklerini iddia eden bazı kimseler Firuze’nin bu karşılığına içlerinden gülerdi. Çünkü onlara göre bu seçmenin hikmeti evin içine pek gözü açık bir gelin getirmek kaynananın işine gelemeyeceğinden başka bir şey değildi. Firuze Hanım gençliğindeki aşklarıyla dillere destan olmuştu.

      Pek taze dul kalmışken evlenme tarafına yanaşmaması bu kadının geçirdiği hayatı birtakım kötü yorumlarla çekiştirenlere hak verdiriyordu. “Bir kadının öyle hesapsız parası, sürü ile âşığı olduktan sonra koca diye evine bir kâhya, bir baş belası dikmesinde ne mana vardır?” gibi alaylar ara sıra ta kendi kulağına kadar gittikçe Firuze tiksinmiş gibi kaşlarını kaldırıp dudaklarını kıvırarak “Âlemde ne işsiz saçma sapan söyleyenler var. Benim malımdan, gönlümden başka düşünecek bir şey bulamıyorlar mı?” sözleriyle herkesin böyle takazasına54 karşı çehresini çatardı.

      Sonra sonra yaşı ilerledikçe hakkında söylenen bu gibi sözlerden içerlemeye başladı. Herkese karşı derli toplu görünmek, bu söylenenleri yaşayışı ve davranışı ile yalan çıkarmak isteğine kapıldı. Ama anlatmak istediği bu salah meyli ile de kendini kimseye beğendiremedi.

      O zaman öteki beriki “Galiba mal suyunu çekti. Yüzü gözü de buruştu. Artık kendini besbelli beğenen olmuyor da zoraki ehliperdelik taslıyor.” demekten çekinmediler.

      Çok güzel olmakla şöhret bulmuş bir kadının güzelliğinin tazeliği ömrün sonbaharına erince o eski aşk zaferlerinden gönlünde bir gurur artığı kalıyor. Sonu gelmez sandığı o güzelliğine zamanın açtığı yarıkları düzeltmeye ve bu zor işte kendi kendine başarı kazanmaya çabalıyor. Bir kere insan o mevsime girdi mi çok geçmiyor, karlar yağıyor, artık ömrün kış devrine mahsus zorlu fırtınalar ile hırpalanan o yüzü onarmak güçleşiyor, insan bazı gözlerindeki görüş berraklığına, bazı da aynanın tam olarak gösterdiğine inanmıyor. Yüzüne bakanlara kendisi de bir şey anlamak ister gibi bakarak sanki soruyor: “Ben nasılım? Gene evvelki gibi miyim?”

      Bundan sonra güzelliğini övmek için işiteceği yalanlardan, yüze gülücülüklerden hoşlanıyor. Başka sebeplerle belki hâlâ kendine aşkını bildirenler, muhabbetin sadakatini söyleyenler oluyor. Bunları hep kendini aldatmak için dinliyor, bu tatlı rüyayı uzayabildiği kadar uzatmak isteğinden vazgeçmiyor. Fakat bir gün kalbine bir sıkıntı geliyor, duygularında bir değişiklik oluyor. Sevgilisinin davranışındaki samimiyetsizliği, sözlerindeki yapmacıklığı artık kendi nefsine karşı gizleyemiyor. Hemen aynaya koşuyor. O düzgünlerin, boyaların altından sırıtan yorgunluğu, buruşukluğu, bütün o korkunç gerçekleri inkâr etmeye, tevile imkân bulamıyor. Kendi kendine “Ben bitmişim! Bu çehre artık sevilemez. Beni sever görünenler, güzelliğimin tazeliğini hiç geçmeyecek gibi bir yaradılış istinası gibi göstermek isteyenler, hep o yüzüme gülenler, demek bir çıkarları olduğundan yalan söylüyorlar, beni aldatıyorlar.” diyor.

      Böyle herkese maskara olmaktansa sevmemenin, hile ile sevilmemenin daha hayırlı olacağını itiraf ediyor. Artık hayatının sevişme faslını bir siyah perde ile örtmek istiyor. Fakat bu karar, aşktan ve sevdadan bu etek çekiş, bu zoraki kapanış öyle bir kadın için ruhça bir ölüm, âdeta bir canına kıymak demektir.

      Firuze Hanımefendi için hâl tıpkı böyle olmuştu. Kendisine sevgilerini söyleyenlerin sözlerinde duyulan yapmacık, artık gizlenemeyen bu gerçek, sevişme lezzetine bedel o kadar ruh sıkıcı oluyordu ki Firuze bunu geçmişteki zaferlerine, kadınlık gururuna bir türlü yediremiyordu. Gönlünün hayal ettiği gibi bir erkek, bir delikanlı, heyhat evet bir genç çıksa da bu kadına, sevgisinin samimiliğine inandıracak bir büyücülükle sevgisini anlatsa, ah buna Firuze inanabilse, bu genç, bu ateşli sevgiliye bütün parasının bütün kalanını değil, bir ay sürecek böyle bir sevgi saadeti için, ömrünün kalan kısmını feda etmeye hazırdı. Fakat böyle bir sevgilinin varlığını bir türlü aklı almıyor, bunu uzun gecelerde sevdasının muhayyilesi gerçek dışı vadilerde dolaşırken, asla mümkün olmayan bir emel rüyası gibi tasavvur ediyordu.

      Hami Bey İstanbul’un bütün çapkınlık ve zevk âlemlerinde bildiği gibi gezip tozduktan ve karısı Saffet’ten nefret derecesinde usandıktan sonra tahsilini tamamlamak (!) için Paris’e gitmeye kalkıştı. Oğlu, bu şiddetli arzusunu bildirdiği zaman annesinde henüz, anlattığımız salah meyli meydana çıkmamıştı. Birkaç sevgili ile meşgul bulunuyordu. O aralık oğlunu başından savması kendisinin serbestçe davranması için faydalı olurdu. Yine bazı emval rehin verilerek birkaç bin lira tedarik olundu. Hami baştan savuldu.

      Annesi İstanbul’da, oğlu Paris’teki gönül âlemlerinde orsa boca55 yuvarlanırken Firuze Hanımefendi’nin havalanmış başından birkaç sevda felaketi geçti. Kendilerini pek sadık sandığı bir iki sevgilisinin muhabbetlerindeki hileleri, sahtelikleri meydana çıktı. Bunlardan birinin ilk hatasını affetti. Fakat sevgilisinin bu yüksek affından aklını başına toplamayan o adam, ilk kabahatini gölgede bırakacak bir ikinci hata daha işledi. Gene bozuşuldu. Sonra barışıldı. Firuze’nin affetme cömertliğinde, ötekilerin tekrar kabahat işlemelerinde pek ileri varmaları bu sevda işini çok karıştırdı. Sonra iş duruldu. Hakikat anlaşıldı ama beş altı bin lira içine oynadı. Bu sevda oyunlarının aile bütçesine açtığı yaralar, artık Firuze’nin buruşuk yüzü gibi onarılmaz bir hâle geldi. Son acı tecrübeler ile hanımefendi âşıkların bakışlarının o boyalı yüzden çevirip kesesine dikilmiş olduğunu anladı. Artık işte bu geç anlayış üzerine delikanlı sevmekten vazgeçip, yıllarca hüküm sürdüğü o sevda meydanından çekildi. Fakat bu çekilişi içten bir istekle olmaktan çok, iştahları yerinde iken gücenerek sofradan kalkan çocuklarınki gibi bir kızgınlık eseriydi. Onurunu okşayacak saygılı sözlerle birisi hanımefendiyi tekrar yemek sofrasına çağıracak olsa kabul etmekte ihtimal pek naz etmeyecekti. Aşktan, muhabbetten bu sözde nefret; süsüne, nizamına hiçbir aksama getirmedi. Gene tuvaleti saatlerle sürüyor; gene akşam sabah tuvalet suları, pudra, boya kutuları boşalıyordu.

      Hami Bey Paris’ten dönünce annesini işte böyle acayip bir namusluluk taslar hâlde buldu. Şimdi yalıda hanımefendinin, sırdaşı, en sadık kulu Nedime adında genç bir Habeş vardı.

      Bir zenci kadın ile bir beyazın evlenmesinden dünyaya gelen sütlü kahverenginde bir dadı kızıydı. Nedime, okuma, yazma ve el işlerindeki istidadı, ağzının söz yapması, karşısındakini inandırıcı sözler bilmesi ve hele damara girmesini bilmesi yüzünden Firuze’nin tam bir teveccühünü kazanabilmişti. Hanımefendi sandık sepetiyle beraber gönlünün anahtarlarını da bu kıza teslim etti. En ufak, sade işlerden en önemli aşk işlerine kadar hep o gözcü olurdu. O surette ki Firuze’ye sevgilerini söyleyecek kimseler ilkin Nedime’ye kendilerini sevdirmedikçe hanımın gönlüne giremezlerdi.

      O ailenin gerçek servetinin ne dereceye indiğini Nedime bilir. Her günkü masraf dışında çok önemli bir lüzum üzerine değerli eşyadan biri satılmak gerektiği zaman onu gizlice çarşıya Nedime götürürdü. Bu Habeş kız, hanımına para bulmak

Скачать книгу


<p>54</p>

Takaza: İnce anlamlı, alaylı, iğneli söz. (e.n.)

<p>55</p>

Orsa boca: Bata çıka, iyi kötü. (e.n.)