Akından Akına Bir Kazıklı Voyvoda -III. Vlad Tepeş Drakula- Romanı. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Akından Akına Bir Kazıklı Voyvoda -III. Vlad Tepeş Drakula- Romanı - M. Turhan Tan страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Akından Akına Bir Kazıklı Voyvoda -III. Vlad Tepeş Drakula- Romanı - M. Turhan Tan

Скачать книгу

Yanında bin atlı vardı. Eğer Demitriyos’un uyuşturucu ve uyutucu şarapları, çıplak topuklu sofracıları, Bükreş’te kurulan planın canlanmasına, verimli olmasına yetmezse voyvoda, yanındaki atlılarla bir gece baskını yapacaktı, Çakırcı Hamza’yı -yüz elli kişiyi geçmeyen- adamlarıyla uyurken yakalamaya savaşacaktı.

      Demitriyos Yaksiç’in yolladığı müjdeciler, kararlaştırılan işin pek kolaylıkla yapıldığını haber verince Vlad’ın gözleri parladı, sevincinden göğsü kabardı ve yerinde duramayarak hemen atladı, Kalafat’tan gelenleri karşılamaya koştu.

      Yaksiç, şarap, saz ve beyaz topuk kuvvetiyle yenip ipe bağladığı Vidin valisini, katıra konulduğu biçimde voyvodaya prezante etti.

      “İşte asaletmeap!” dedi. “Sizi yakalayıp İstanbul’a götürmek isteyen adam. Şaşkınlıktan yolunu şaşırdı, Bükreş’e geliyor!”

      Vlad, şerefsiz bir zaferin yersiz gururu içinde boynunu yükseltmeye çalıştı, emir verdi:

      “Bunları katırlardan indiriniz, bir sürü biçimine koyunuz, Bükreş’e kadar yaya yürütünüz.”

      Onun dediği gibi yapıldı. Çakırcı tek, öbürleri çift olmak üzere uzun bir dizi kuruldu ve her sıra önündekiler arkadaki çiftlere iple bağlandı, Bükreş’e doğru yürütülmeye başlandı. Uzun kamçılar, ara sıra, vahşi bir kahkaha gibi bu dizinin sırtlarında çınlıyordu. Vlad’la Demitriyos da kulaklarına çarpan bu sesi duydukça neşeden kaplarına sığamaz oluyorlardı.

      Bükreş’e yaklaşılınca büyük bir kalabalık karşıya çıktı. Vlad, şarap sofrasında ve dostluk maskesi altında kazanılan bu büyük zaferin yıllarca dillerde gezecek bir biçimde kutlulanmasını istemişti, payitahtına o dileğini taşıyan sert emirler göndermişti. Genç ihtiyar, dişi ve erkek herkes, eli kanlı voyvodanın zulmüne uğramamak için erkenden yollara dökülmüşlerdi, çarçabuk yapılan taklar altında ve etrafında bu kahramanca gelişi alkışlamaya hazırlanıyorlardı.

      Alay, şehrin dışındaki büyük meydana gelince Vlad, atını ileri sürdü, uzun bir gevezelik yaptı, yirmi yıldan beri Türklerle kendi arasında geçen işleri anlattı, bir zamanlar İkinci Murat tarafından Gelibolu’da nasıl zindana konulduğunu söyledi, oradan kurtulur kurtulmaz Macarlarla el birliği yapıp giriştiği savaşları sayıp döktü, 1444’teki Varna boğazlaşmasında ve Jan Hunyad’la beraber bozguna uğradığı zaman Türklerden öç almaya nasıl yemin ettiğini hikâye etti ve sonra haykırdı:

      “İşte bu öç şimdi alınmaya başlanıyor. Yaşasın Vlad diye beni alkışlayın ve neler yaptığımı görün!..”

      Her şey önceden düşünülmüş, hazırlanmıştı. Bir tarafta sıra sıra kazıklar, bir tarafta kazanlar, tencereler, onların biraz ötesinde bir sürü keçi, daha ileride küme küme odun yığını göze çarpıyordu.

      Vlad, kendince öç almak adını verdiği vahşi oyuna başlanmak üzere işaret vereceği sırada hatırına bir şey gelmiş gibi, birden duraladı, Demitriyos Yaksiç’i yanına çağırdı.

      “Benim…” dedi. “Bu adamları nasıl öldüreceğimi biliyorsun. Fakat istiyorum ki şu sayılı günde birkaç ta yenilik gösterelim. Seninle ilk tanıştığımız gün bana bir şeyler söylemiştin. İşte imdi parlak bir fırsat var. Adam öldürmekte usta olduğunu göster!..”

      Yaksiç eğildi ve gülümseyerek cevap verdi:

      “Ben de bir şeyler yapmak, sizi memnun etmek için kendi kendime hazırlanıyordum. Şu emriniz şevkimi çoğalttı. İlk işaretinizle beraber işe başlayacağım. Düşüncem şudur: Sizin alıştığınız zevki gene size tattırmak ve bu arada biraz yenilik göstermek!”

      “Öyleyse kollarını sıva, işe başla!..”

      Yaksiç, Çakırcı Hamza Paşa ile Yunus Bey’i, vali kâhyasını, ağalarından ileri gelenleri bir yana ayırdı, geri kalanları da birkaç kümeye böldü. Bu işler bitince Kalafat’ta ayık olarak yakalanan çocuğu getirtti.

      “Senin…” dedi. “Adın neydi babayiğit?”

      “Mustafa!”

      “Ağanınki?”

      “Kara Murat.”

      “Nerede bu Kara Murat?”

      Genç irisi yavru Türk, küme küme ayrılan tutsakları şöyle bir gözden geçirdi ve bir kümeye parmağını uzatarak gösterdi:

      “İşte ağam orada!”

      Yaksiç, iki asker gönderdi, Kara Murat’ı arkadaşları arasından çıkarttırdı, küçük Mustafa’nın yanına getirtti. Sonra, kafasında tasarladığı işleri sırasıyla görmeye ve gördürmeye koyuldu.

      Onun ilk yaptırdığı iş, elli Türk’ün ayak altlarındaki deriyi yüzdürmek oldu. Bu vahşi operasyonu yapmak için seçilen adamlar, Yaksiç’in işaretine göre, keskin usturalarla adamcağızların ayak derilerini kesip çıkarıyorlardı. Bu acıklı işkenceye uğrayan Türklerden hiçbiri küçük bir inilti çıkarmıyordu, ayaklarından deri değil de sanki çorap çıkarılıyormuş gibi kayıtsız görünüyorlardı. Yalnız Kara Murat, bütün gözlerin o mazlum ayaklara dikili olmasını fırsat sayarak yanı başında duran kardeşi Mustafa’ya doğru eğilmişti, fısıldamıştı:

      “Görüyorsun ya, Türk’e neler yapıyorlar?”

      “Görüyorum ağa.”

      “Ecelimiz gelmemişse bu çukurdan da kurtuluruz, fakat gördüklerimizi unutmayalım!”

      “Ölsek unutmayız ağa!”

      Bu sırada Yaksiç, elli tane keçi getirtmişti ve bunların her birini oderileri yüzülmüş ayaklara yanaştırmıştı, akan kanları yalatıyordu. Vlad, bu manzaranın tadıyla geviş getirmekle beraber ortada bir eksiklik olduğunu da sezdi, bağırdı:

      “Heriflerin tabanlarına tuz sürmeyi unuttunuz. Kan tuzludur ama keçiyi iştahlandırmaz!”

      Yaksiç, “Haklısınız asaletmeap!” dedikten sonra tuz getirtti, kanayan yaralara bol bol sürdürdü. Aç ve susuz bırakılmış olan keçiler, şimdi büsbütün şevke gelmişlerdi, harıl harıl o kanlı ayakları yalıyorlardı. Fakat Türkler, yaralarına tuz ekilen o elli kişi gene sessizliklerini bozmuyorlardı, bu alçakça oyunu -kendileriyle ilgili değilmiş gibi- seyrediyorlardı.

      Yaksiç, beş on dakika bu kümenin başında durdu, sonra ikinci kümeye geçti, oradaki Türkleri birer et tahtası önüne sürükletti, kafalarını o tahta üstünde kestirdi ve ardından cesetleri doğratmaya başladı. İki düzine Türk, Bükreş’in en usta kasapları tarafından kıymalanıyordu.

      Bu iş bitince yığılan etler, kemikler kucak kucak taşındı, büyücek tencerelere kondu, pişirilmeye girişildi. Yaksiç hem bu vahşi aşçılığı yaptırıyordu hem voyvodaya sebebini anlatıyordu.

      “Vidin valisi dostunuz acıkmıştır. Henüz sağ kalan şu adamların da mideleri boştur, kendilerini doyurmak istiyorum.”

Скачать книгу