Krallar Avlayan Türk. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Krallar Avlayan Türk - M. Turhan Tan страница 18

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Krallar Avlayan Türk - M. Turhan Tan

Скачать книгу

dinlendire dinlendire, derin bir uyku geçiriyordu. Oda kapısına hızlı hızlı vurulması üzerine yorgun gözlerini açtı ve öfkeyle haykırdı:

      “Kim o?”

      “Ben ve Dimitriyos!”

      Kumandan, karısının sesini tanımakla beraber onun geldiğine inanamadı. Çünkü senelerden beri devam eden evlilik hayatında Mari’nin bu odaya, böyle vakitsiz geldiği görülmüş değildi. İlk yıllarda kendisi güzel ve hoppa karısını sık sık arardı. Bıkkınlık günleri başladıktan sonra artık birbirlerini görmez olmuşlardı. Bu sebeple Mari’nin odaya gelmesini imkânsız buluyordu ve onun Dimitriyos’la beraber bulunmasını ise büsbütün garip görüyordu. Sabaha karşı bahçıvan yamağının evde ne işi vardı ve koca bir prenses ne münasebetle onu yanına alıp kendi odasına getiriyordu?

      Kumandan cenapları, çapaklı gözlerini ovuştura ovuştura bunları düşündü ve sordu:

      “Doğru söyle Mari, sen misin?”

      “Benim dostum, başka kim olabilir?”

      “Ya yanımda Dimitriyos da var diyorsun!”

      “Evet, o da var, seni görmek istiyor!”

      Kral taslağı prens birdenbire hiddetlendi. Karısının delaletiyle de olsa bir bahçıvan yamağının odasına kadar gelip kendisini uykudan uyandırması azametine dokunmuştu. Hiçbir sebep, evet, hiçbir sebep tasavvur edemiyordu ki bu cüreti, bu küstahlığı mazur gösterebilsin! Yangın mı vardı?.. Eğer böyle bir şey olsa kapıya gelenlerin hemen haber vermeleri lazımdı. Saraya hırsızlar mı girmişti?.. Böyle bir hadisenin vukusuna imkân yoktu. Kiliselerin soyulması, papazların çuvallara sokulması kabilse de prens cenaplarının evine hırsız girmesi hatıra hayale gelmezdi. Bütün imkânsızlıklara rağmen bunların ve bunlara benzer vakaların yüz gösterdiği kabul olunsa bile bahçıvan yamağının oraya gelmesi yine bir küstahlıktı. Azametli prensin kuruntusuna göre orası, o yatak odası uşak takımının rüyada bile tırmanamayacakları kadar yüksek bir yerdi. Bizans tahtıyla kendi odası hemen hemen müsavi bir kıymetteydi. Sümüklü böceklerin o tahta yükselmesi nasıl tasavvur olunmazsa bahçıvan yamaklarının da bu yatak odasının eşiğine ayak atmaları o derece “gayritabii” idi.

      İşte bu mülahazalarla ağır bir hiddete kapılan kumandan, yatağından çıkmaya lüzum görmedi ve yalnız bağırdı:

      “Dimitriyos efendiyi yarın görmekle ve derisinin kalınlığını ölçmekle bahtiyar olacağım! Sana gelince Mari, maalesef yatıyorum, görüşemem.”

      Mari, hâlâ kulaklarında çınlayan evliya seslerinin tazelenmemesi için yalvarmak istedi:

      “Fakat dostum, aziz zevcim, mesele mühim!”

      O, yorganı, başına çekerek son sözü söyledi:

      “Uykum, her şeyden mühimdir ve ben müsaadenizle uyuyorum.”

      Kara Abdurrahman bu konuşmayı sessizce dinliyordu. Kumandanın kapıyı açamayacağını anlayınca kaşlarını çattı.

      “Çekilin madam.” dedi. “Bana yol verin. Zevceniz, odalarına izinsiz de girilebileceğini galiba bilmiyorlar.”

      Ve kuvvetli omuzlarını, içeriden sürmeli kapıya dayadı, şöyle bir zorladı. Mari, kocasını da korkusunu da unutmuştu, esmer delikanlının gergin adalelerinin çatırdattığı kapıya ve o çatırdamaları yaratan demir vücuda bakıyordu.

      Kısa, çok kısa bir zaman içinde sürgü söküldü, kapı açıldı. Aynı zamanda kumandan cenapları da yarı çıplak, yatağından fırladı, bağırmaya başladı:

      “Odama zorla giriyorsunuz ha? Demek, bana karşı suikastınız var!”

      Onun bu haykırışı hiddetten değil, korkudandı. Koca prens, kapının zorla açılması ve karısıyla bahçıvan yamağının içeri girmesi üzerine, azametini, çalımını ve kudretine itimadını unutup Bizans tarihinin kanlı sayfalarını hatırlamıştı ve bu hatırlayış onu, korku denilen karanlık âlemin en derin noktalarına sürüklüyordu.

      Dimetoka tekfuru, Bizanslılığın aslını ve geçirdiği değişiklikleri belki bilmezdi. Lakin saray tarihini satır satır bellemişti. Edirne köylerinin birinde doğup ormanlarda çalı toplaya toplaya büyüyen Vasil isimli genç bir Ermeni’nin yolunu bularak saraya girdikten sonra İmparator Mihail’in kız kardeşi Nekla’yı nasıl baştan çıkardığını ve onun yardımıyla Mihail’i öldürüp nasıl tahta çıktığını pek iyi biliyordu. Yine o sarayda İmparatoriçe Teofano’nun Zimiskes adlı bir gençle sevişerek İmparator Fokas’ı ne acıklı şekilde öldürdüğüne de vâkıftı. Karısıyla Dimitriyos’un kapıları kırarak odaya girmeleriyle beraber ilk düşündüğü, düşünebildiği şey, işte bu vakıalardı. Bir bahçıvan yamağının böyle bir cüret gösterebilmesi de başka suretle tefsir olunmazdı. Demek ki Mari, bir Nekla veya bir Teofano’ydu. Dimitriyos da bu güzel yılanın sevki, idaresi altında bir Vasil, bir Zimiskes rolü oynuyordu. O hâlde kendisine İmparator Mihail’in ve Fokas’ın korkunç akıbetleri nasip olacaktı.

      Prens cenapları bir lahzada bunları düşündü ve bu mukayeseleri yaptı. Ondan sonra da karısıyla bahçıvan yamağına tuz ve ekmek hakkından, velinimetlerini öldürenlerin felah bulmadıklarından ve bulamayacaklarından bahse başladı. Ağlamıyordu, fakat sesinde ağlayan gözlerin ızdırabı titriyordu. Yalvarmıyordu, lakin sözlerinde en elemli yalvarışların mahzun ahengi yaşıyordu.

      Zavallı adam, gerçekten perişandı. Daha yirmi saat evvel evine aldığı şu köylü delikanlının kısa bir zaman içinde karısıyla uyuşuvermesini harika sayıyordu. Karısının da bir bahçıvan yamağına bir lahzada gönül vermesini ve uğursuz aşk yüzünden kendisini öldürmeye kadar cüretlenmesini ilahi bir musibet telakki ederek iliğine kadar eza duyuyordu.

      Onun, duvara asılı şık kamçısı, elmaslarla süslü kılıçları vardı. Lakin onlara el sürmek, odasına girenlere saldırmak hatırına gelmiyordu. Yalnız, ulu orta söyleniyordu. Haktan, hukuktan, dünya mesuliyetlerinden, ahiret cezalarından dem vuruyordu.

      Mari, küçük dağları yaratmış gibi davranmaya alışkın kocasının, vaziyeti anlamadan gösterdiği bu gülünç telaşa hayret ediyordu. Fakat Kara Abdurrahman’ın hâli o telaştan da ziyade kendini şaşkınlığa sürüklüyordu. Yırtık gömlekli, çıplak ayaklı delikanlı, bu sahnede ne kadar güzel ve ne kadar heybetli görünüyordu!.. Biraz önce ona, sahte prens, donsuz asilzade filan demişti. Şimdi onun, hakiki prens ve küçük bir kral olan kendi kocasının yanında yükselişine şahit olarak o sözleri söylediğinden dolayı utanç duyuyordu. Bahçıvan yamağı gerçekten muhteşem bir şahsiyet temsil ediyordu: Omuzları, koca bir ülkeyi taşıyacak kadar kavi, gözleri, çelikleri eritecek kadar ateşli, hele endamı, dağlara boyun kırdıracak kadar yüksekti. Mari o kuvvete, o ateşe ve o yüksekliğe karşı ruhunda bir pervane serseriliği seziyordu, kocasının, bu mehabet önünde bütün çıplaklığıyla beliren miskinliğindense iğreniyordu.

      Kara Abdurrahman, şaşkın kumandanın manasız gevezeliklerini bir müddet dinledi ve sonra elini kaldırdı.

      “Efendi!” dedi. “Dırdırı bırakınız, yere diz çökünüz, beni dinleyiniz!”

      Ve

Скачать книгу