Krallar Avlayan Türk. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Krallar Avlayan Türk - M. Turhan Tan страница 19

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Krallar Avlayan Türk - M. Turhan Tan

Скачать книгу

Yani Hazretleri bizim kulübeye geldiler, usta Yani’ye, Meryem Ana’nın yarın Dimetokalılara görüneceğini müjdelediler. O, Aya Yani’nin emrini size bildirmeye memurdu. Sizden çekindi, onun üzerine evliya hazretleri ve arkadaşları, kendisini bu vazifeyi görmek şerefinden mahrum ettiler, beni o şerefe layık gördüler. İşte ben vazifemi yapıyorum. Hemen kalkacaksın, giyineceksin, kiliselerde çan çaldırarak, sokaklarda tellal gezdirerek Meryem Ana’nın yarın tam öğleüstü kale dışındaki meydanlıkta tecelli edeceğini halka ilan edeceksin. Meryem Ana, Dimetoka’nın en güzel çocuğuyla konuşacaktır. O çocuğu da hemen seçeceksin, süsleyeceksin, iki donanmış atla meydana götüreceksin!”

      Ve sözlerini bitirdikten sonra sordu:

      “Efendi, inandın mı?”

      “…”

      “Dilini çöz de cevap ver be herif! Anladın mı?”

      “Anladım ve anlıyorum.”

      “O hâlde, ben gidiyorum. Artık burada yerim ve işim yoktur.

      Kumandan, tevehhüm ettiği suikastın mevcut olmadığını görünce geniş bir nefes aldı, hatta biraz da çalımlaştı. Fakat bahçıvan yamağının gür sesinden ve kuvvetli omuzlarından ürktüğü için bir şey söylemedi, onun uzaklaşmasını bekledi. Kendisine küstahça emirler veren ve manasız vazifeler gösteren uşağın ayrılmasıyla beraber giyinecek, askerlerinin yanına gidecek ve dolgun mevcutlu bir müfrezeyle eve dönüp Dimitriyos denilen bu deli uşağı çarmıha gerdirecekti. Aya Yani’nin gelişi onun nazarında maskaralıktan başka bir şey değildi ve Meryem Ana’nın tecellisi işi de gülünç bir delilikti. Lakin o dakikada sözü uzatmak işine gelmiyordu, iri yarı delikanlıdan korkuyordu.

      Kara Abdurrahman kapıya kadar yürüdükten sonra döndü.

      “Hatırıma…” dedi. “bir şey geldi. Buraya girişim biraz tuhaf oldu. Sözlerim de sertti. Fakat bana kapıyı kırdıran, sözlerimi sertleştiren Aya Yani’dir. Ben onun kolunu kullandım, onun ağzıyla konuştum. Affımı dilerim.”

      Mari de kocası da yeni bir hayret geçirdiler. Zira Dimitriyos büyük bir değişiklik içindeydi. Duruşu, bakışı ve sesi başkalaşmıştı. Bu değişikliği, Mari, evliyaların onu bırakıp savuştuklarına, kocasıysa delilik nöbetinin geçtiğine hamlediyordu. Mari, deminki edayı ve sadayı arayarak mahzunlaşırken kumandan neşelendi.

      “Peki peki.” dedi. “Sen kulübene git, gün doğduktan sonra konuşuruz.”

      Abdurrahman, çıplak ayaklarını sürüyerek çıkarken odanın ortasından bir nida yükseldi:

      “Dimitriyos’la değil, Meryem Ana’yla görüşmeye hazırlan!”

      Kumandan, ayağının dibinde bir bulut parçalanmış gibi şaşırdı, sersemledi ve ihtiyarsız, istavroz çıkararak kekeledi:

      “Mari, ne oluyor?”

      Korkusu tazelenmekle beraber kocasına nispetle soğukkanlı kalan güzel kadın cevap verdi:

      “Ne olacak, evliyadan azar işitiyoruz.”

      “Ne evliyası, ne azarı?”

      Mari, bir hamlede bütün bildiklerini anlattı:

      “Eğer…” dedi. “Dimitriyos’u evliyalar himaye etmese beni ve seni uykudan nasıl uyandırabilirdi? Hele o mızmız oğlan, oda kapısını ne cüretle ve ne kuvvetle omuzlardı? Belli ki büyük bir hadisenin arifesindeyiz. Yanlış adım atarsak mahvoluruz.”

      Prens cenapları uzun uzun düşündükten sonra mırıldandı:

      “Demek ki iş ciddi?”

      “Öyle!”

      “O hâlde tertibat alalım. Bahçıvanı da dinleyip işin nasıl başladığını öğrenelim.”

      O, azametine indirilen silleyi bir türlü hazmedemiyordu. Bahçıvan yamağının oda kapısını kırması, kendisine en ağır kelimelerle hitap etmesi, hele şimdi, sinirlerini altüst ediyordu. Gerçi işitilen ses ve Mari’nin hikâyesi, Dimitriyos’un evliya namına hareket ettiğini gösteriyordu. Buna rağmen çok kızgındı.

      Nefislerine karşı mahcup kalanların bu iç utancını gidermek için başkalarına kızdıkları ekseriya görülür. Dimetoka kumandanı da suikasta uğradığını sanarak Dimitriyos’a yalvardığından dolayı utanıyordu ve bu utanmanın hıncını yine Dimitriyos’tan çıkarmak istiyordu. Fakat düşüne düşüne, adımını tarta tarta hareket etmeyi de unutmuyordu. Çünkü ortada bir evliya meselesi vardı ve bu mesele üzerinde durmak zaruriydi. O, hurafelere bel bağlamak âdetini seve seve muhafaza eden bir milletin elebaşlarından bulunmak sıfatıyla evliya hikâyelerine değer vermezlik yapamazdı. Ters bir iş görüp de onların yahut onları benimseyen halkın hışmına uğramak işine gelmiyordu.

      İşte bu sebeple ilkin bahçıvanı görmeye karar verdi. Eğer ihtiyar aynı şeyi söylerse ve Dimitriyos’un evliya tarafından gönderildiğini teyit ederse sinirleri biraz yerine gelecekti. Zira o vaziyette Dimitriyos’un yaptığı kaba ve küstah iş hakaret olmaktan çıkacaktı. Şayet bahçıvan yamağının sözü, kendi rivayetinden ibaret kalırsa o vakit asacaktı, kesecekti!

      Herifçeğiz pek fazla sersemleştiği ve aynı zamanda sinirlendiği için mülahazalarındaki sakatlığın farkında değildi. Öyle ya, Bahçıvan Yani, maceradan habersiz görünmekle, karısının ve bizzat kendisinin işittiği heybetli sesler kıymetini mi kaybedecekti? Sırrın anahtarı asıl bu seslerdeydi. Fakat o, zorla odasına giren ve bir imparator çalımıyla konuşan bahçıvan yamağından öç almak hırsıyla ne düşündüğünü bilmiyordu. Hele yarı çıplak delikanlının önünde titrediğini, diz çöktüğünü ve yalvardığını hatırladıkça düşüncelerindeki dardağanlık büsbütün ziyadeleşiyordu.

      Mari, kocasının kafasındaki fırtınalarla ilgili değildi. Dalgındı, yürekçe bir hercümerç içindeydi. O, gelip geçici bir aşka layık gördüğü sayısız erkek gibi Dimitriyos’u da şöyle bir okşayıp unutacaktı. Lakin delikanlının, ilahi himayeler altında, yüzüne gelen asil ifadeleri, endamında beliren ihtişamı, sesinde tebellür eden mehabeti düşündükçe içine sönmez bir aşk dolduğunu seziyordu ve ömründe ilk defa olarak bir erkek hayalinin göz bebeklerinde taht kurduğunu görüyordu. Bu sezişin ve görüşün acıklı bir cephesi de vardı. Çünkü o, yine ilk defa olarak bir erkeğin kendisine yüz vermediğine şahit oluyordu. Bu hâl, onun ruhunu mihverinden koparıp uzaklara, Dimitriyos’un basit kulübesine götürüyordu ve kendisi, ruhunu bekleyen bir ceset gibi hareketsiz duruyordu.

      Kadın için muamma diyen mütefekkirler vardır. Tabiat kanunlarının özünü teşkil eden teselsül gayesi dişideki cazibe himayesiyle temin olunduğuna, yani tabiat, bütün canlı mahluklarını, istifalar, istihaleler içinde de olsa, çoğalta çoğalta yaşatmak düşüncesini dişiler vasıtasıyla yürütebildiğine göre, kadın, hiç de muamma değildir. Onun anlaşılmaması, anlaşılmak istenmemesindendir. Çünkü taşıdığı başka kuvvetler, başka kudretler izafe edildiğinden o apaçık hayat, tekâmül etmiş mahlukların en mükemmeli olan insanların dişisi bir muamma durumuna düşürülmüştür ve tabiatın o pek şeffaf sayfası yine bu yüzden kapalı yahut karışık sanılmıştır.

Скачать книгу