Krallar Avlayan Türk. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Krallar Avlayan Türk - M. Turhan Tan страница 21

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Krallar Avlayan Türk - M. Turhan Tan

Скачать книгу

görmek istemiyorum. Akıbetiniz erişmiştir. Cezanızı vereceğim ve gazabımın size eriştiği gün mabetlerinizin kubbelerinde yalnız feryat çınlayacaktır!’ Ey Dimetokalılar!.. Siz de günahkârsınız. Siz de Rabb’inizi unuttunuz, kiliseye hürmet etmez oldunuz. Yanımıza gelmiyorsunuz, ayağımıza kapanıp mağrifet dilenmiyorsunuz. Fısk içinde, fücur içinde, gaflet içinde yüzüyorsunuz. Ben de size Amos Peygamber’in sözlerini tekrar edecektim. Çünkü tehlike yaklaşıyordu. Lakin içinizde masumlar da var. Baba, Oğul, Ruhülkudüs işte o masumlara acıdılar, Dimetoka’yı himaye altına aldılar. Dün gece Aya Andriya’yı, Aya Sergiyos’u, Aya Lavzariyos’u, Aya Nikola’yı, Aya Yani’yi, Aya Teklis’i, Aya Anastasya’yı, Aya Teodozya’yı, Aya Ofani’yi, Aya Marya’yı şehrimize gönderdiler. Hristiyanlığın bu dokuz azizi, dinimizin bu dokuz ulusu, cennet ahırlarından seçtikleri atlara binerek sevgili prensimizin bahçesine geldiler, kendisiyle uzun uzun görüştüler. Sizin himayeye layık olduğunuzu prens hazretleri de lütfen teyit ettikleri için, yine göğe çıkıp icap edenleri gördüler ve sonra döndüler. Meryem’in bugün tam zeval vakti Dimetoka önündeki büyük tarlayı teşrif edeceğini müjdelediler. Biz bu gece kilisemizde birtakım ışıklar, gölgeler dolaştığını görmüştük. Meğer evliya efendiler ve evliya kadınlar kasabayı şereflendiriyorlarmış. İşte size de haber veriyoruz: İki üç saat sonra gözlerinizle Meryem’i göreceksiniz, kulaklarınızla onun sesini işiteceksiniz!”

      Üstü altını tutmayan bu nutuk üzerine halkın gösterdiği coşkun sevinç gerçekten hayrete değer bir şeydi. Kadınlar “Anamız geliyor!” feryadıyla erkeklerin boynuna sarılıyorlardı. Delikanlılar “Ne bahtiyarlık ya Rabbi!” naralarıyla kızları kucaklıyorlardı. Koca kilise buse şakırtısı içinde inliyordu. Öpmeyen dudak ve öpülmeyen yanak yoktu.

      Papazlar bu çılgın sahneyi, imrene imrene bir müddet seyrettiler. Sonra halkı sükûta davet için el çırptılar, çan çaldılar, avaz avaz haykırdılar. Fakat halk, Meryem’in teşrifi müjdesini, İsa’yla bütün azizlerin resimleri önünde, prensle karısının ve papazların karşısında, alabildiğine tesit edip gidiyordu. Nihayet yoruldular ve başpapazı dinlemeye razı oldular.

      Rahip efendi, halkın sevincine bol öpüşler alıp vermek suretiyle iştirak edemediğinden dolayı biraz sinirliydi ve sesine sitemli bir eda bulaşmıştı.

      “Kızlar, delikanlılar! Kadınlar, erkekler!” diyordu. “Meryem Ana böyle karşılanmaz. Müjdemi işitir işitmez istavroz çıkaracaktınız, yüzünüzü yerlere sürecektiniz, şükran yaşları dökecektiniz. Hâlbuki siz, kiliseyi düğün evine çevirdiniz. Bunu ben beğenmedim, Meryem de beğenmeyecektir. Onun için nedamet getiriniz, diz çöküp secde ediniz, af dileyiniz.”

      Halk, “Meryem, Meryem!” sayhasıyla yerlere kapandılar, yanık yanık hırladılar, hatta ağladılar. Bu gözyaşları deminki çılgınlığın yüzlerde, dudaklarda bıraktığı izleri silen bir su oldu, çehreler tabii rengini aldı, kulaklar tekrar başpapaza dikildi. O, hikâyesine devam etti:

      “Biliyorsunuz ki bir Türk akını vardır. Bu tehlike ırmağı ne set tanıyor ne duvar. Köyleri, kasabaları, şehirleri birer birer yıkıyor. Dağlar bile bu alev dalgalı ırmağın önünde boyun kırıyor, yol veriyor. Bizler, biz papazlar, Mesih’in sadık hizmetkârları, yıllardan beri fal açıyoruz, murakabe geçiriyoruz. Türk’ün akıbetini ve bizim akıbetimizi anlamaya çalışıyoruz. Ayasofya patriği de dâhil olduğu hâlde kilise mensuplarının şimdiye kadar elde ettikleri iki keşif vardır. Bunlardan biri, sizce de malum olduğu üzere, Türklerin Boğameydanı’nda ceza göreceklerine dairdi.22 İkinci keşif de bir melek tarafından getirilecek kılıca aitti. Bu keşfe göre bir gün o melek, elindeki semavi kılıçla İstanbul sokaklarını dolaşarak Konstantin sütununa gidecek ve sütun dibinde oturan bir gence kılıç vererek, ‘Yürü, korkma!’ diyecekti. İlahi ümmetin (Bizanslılar demek istiyor.) intikamını almaya memur edilen o delikanlı da Türklere hücum edip onları İran hudutlarına kadar sürecekti.23 Bu iki keşifte de şeref, kiliseyi kurtarmak şerefi, Bizans şehrine veriliyor. Fakat bugün o şeref Dimetoka şehrine intikal ediyor!.. Şüphe yok ki yanımıza gelecek Meryem, bir kadeh şarap içmek için bu zahmeti ihtiyar etmiyor. Bize vereceği emirler vardır ve bu emirler, kiliseyi nasıl kurtaracağımızı tespit edecektir. Demek ki Dimetoka, imparatorluğun hamisi vaziyetine girmek üzeredir. Biz, bu şerefi kutlayalım, yeni baştan secdeye kapanalım.”

      Bu emir de yerine getirildikten sonra prens cenapları ayağa kalktı, yüksek bir sıranın üstüne çıktı, yüzünü halka çevirdi, şöyle bir tavsiyede bulundu:

      “Muhterem piskopos efendi, ne mühim bir gün geçirmeye namzet olduğumuzu söylediler. Bütün Hristiyanlık tarihinde böyle bir günün eşi yoktur. İsa göğe çıktıktan sonra anası da görünmez oldu. Bin üç yüz küsur seneden beri o aziz kadın ilk defa olarak Allah’ın ve oğlunun yanındaki iskemlesini bırakıyor, yere iniyor ve bunu da bizimle görüşmek için yapıyor. Evliyaların bana söylediklerine göre Meryem Ana’yı karşılarken birtakım hazırlıklarda bulunmak lazımdır. Gökte yaşayanların teşrifatı bizim teşrifatımıza uygun değildir. Onlar, bambaşka şeyler istiyorlar. Mesela Meryem Ana, Dimetoka’nın en güzel çocuğu tarafından karşılanmak arzusundadır. Ben onun yerinde olsam birkaç düzine kız tarafından istikbal olunmayı tercih ederdim. Bununla beraber biz onun emrine göre hareket etmek mecburiyetindeyiz. Programda değişiklik yapamayız. Sonra iki at, iki de keskin kılıç lazım!.. Bunları ben hazırlatırım ama çocuğu kendiliğimden seçmek istemem. Gürültü etmeden düşününüz, kasabanın en güzel çocuğu kimse haber veriniz.”

      Prens cenapları bu sözleri söylemekle meşgulken Sevindik ve Emanoel yavaş yavaş yürümüşlerdi, herifin sağını solunu işgal etmişlerdi. Sevindik, hakiki bir melek gibi pırıl pırıl parlıyordu ve halkın gözünü kendi üstüne çekiyordu. Nutuk biter bitmez yüzlerce insan ağzından aynı cümle fırladı:

      “Dilsiz İlya, dilsiz İlya, Dimetoka’nın en güzel çocuğu odur.”

      Sevindik’in bir gün önce gösterdiği hünerden husule gelen heyecan bütün yüreklerde tazeliğini muhafaza ediyordu. Güzelliğiyse o dakikada Dimetokalıları âdeta cezbelendiriyordu. Prens cenapları bu umumi dil birliği üzerine gözlerini Sevindik’e çevirdi ve dudaklarını ısırdı. Evet, halkın hakkı vardı. Kasabanın ve belki bütün Bizans ülkesinin en güzel çocuğu dilsiz İlya’ydı. Lakin soyu sopu belirsiz bir dilsizi, yüzü güzel diye, Meryem Ana’nın karşısına çıkarmak kumandanın azametine dokunuyordu. Onun fikrince güzellik asaletle birleşince bir mana ifade edebilirdi. Asil olmayan güzel, iyi yapılmış bir çanaktan başka bir şey değildi.

      Prens cenapları, Sevindik hakkında böyle düşündü. Lakin halkın intihabını reddetmeyi göze alamadı, düşünmeye daldı ve nihayet bir hal sureti buldu.

      “Bizim İlya…” dedi. “gerçekten güzeldir, fakat dilsizdir. Meryem Ana’yla konuşamaz. Hem bu mahzurun önüne geçme hem de Mesih’in anasını kendi dileğinden fazla bir itinayla karşılamış olmak için veliahdım Emanoel’i de bu işe memur ediyorum. Oğlum ve soytarısı birlikte Meryem Ana’yı istikbal edeceklerdir.”

      Halk, prensin kendi çocuğunu da ortaya atmasına ses çıkarmadı. Çünkü istenilen şey, kasabanın en güzel çocuğunu seçmekti ve onlar bu işi dil birliğiyle yapmışlardı. Meryem Ana, dilsiz İlya’yı görecek olduktan sonra yanında bir veya iki çocuk daha bulunmasının ehemmiyeti yoktu. İsa’nın anası bu tufeylilere isterse iltifat ederdi,

Скачать книгу


<p>22</p>

Boğameydanı, bizim İstanbul’umuzun Tavukpazarı’dır. Bizanslılar, Türklerin İstanbul’a da gireceklerine, fakat o meydanda ihata olunarak imha edileceklerine, papazların kehanetiyle, iman getirmişlerdi. Yıllarca devam edip İstanbul’un Türkler tarafından alınmasıyla kofluğu tahakkuk eden bu itikadı, o devrin meşhur tarihçilerinden Kalkondil uzun uzun anlatır. (y.n.)

<p>23</p>

Bu gülünç akideyi de yine Bizans müverrihlerinden Ducas yazar. (y.n.)