Seyahatü'l Kübra. Karçınzade Süleyman Şükrü

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü страница 6

Жанр:
Серия:
Издательство:
Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü

Скачать книгу

bulunan İzmir’de ucuz balıkların kilosu beş kuruştan aşağı düşmemektedir. Bunun başlıca sebebi gemilerin çok uğraması ve denizcilerin çok fazla tüketmeleridir. Kar ve buzun yoğun olduğu Eğirdir’de balıkçılık yapanlar bu incelikleri düşünemeyip balıkları tuttukları yerde okkasını az bir meteliğe3 satmak gibi bir gaflet içerisinde çabalarını israf etmektedirler.

      Hatta Isparta ve Burdur’a sevk ettikleri balıkları dahi buz içinde göndermeyip gönderim esnasında kokutmakta ve balığın kıymeti ve namını öldürmektedirler.

      Ticari girişkenlik denilen güzel bir karakter bu değerli Osmanlı toplumuna ne zaman ulaşacak? Peygamberimizin ağzından çıkmış olan “El elkâsibu habibullah” (Çalışıp kazanan Allah’ın sevdiğidir.) övgüsüne sahip olmaktan kıyamete kadar nasipsiz mi olacağız? Böylesi tembellik içerisinde süregiden hayatımızı boşa geçirmekteyiz. Her bir taşına bin baş feda ettiğimiz mukaddes vatanımızdan yabancılar faydalanmaktadır. Mülk ve emeğimizin en önemli ticaret pazarlarına bizlerin yokluğunda yabancılar kolay bir şekilde yerleşmekte ve hiçbir zahmete katlanmadan gasbederek millî servetimizi kullanarak refah içerisinde hayat sürmektedirler. Daldığımız bu keskin uykudan uyanarak sanatımızı ilerletip, ticaretimizi bu istilacıların elinden kurtarmaz isek memuriyet, ziraat ve çobanlık gibi uğraşların bütün kazançlarının yabancılara fayda sağladığını anlamalıyız. Zira bu gibi uğraşlardan cebimizde kalacak millî servetimize katkı olacak ve refahımızı yükseltecek kazançların dışarıya akmaması için elde edilmesi gereken en doğru vasıta sanat ve ticarettir.

      Emeğin semeresinin kendinde kalmasını düşünüp bu hassas kazançları elinde tutamaman, bir milletin can damarlarını keserek vücudundan dışarı akıttığı kan selini umarsızca izlemekten başka bir şey yapmayan mecnunlar gibi hayatının sonunu bekleyenler gibidir.

      GÖLÜN FARKLI DURUMLARI

      Bazı yıllar gölün donduğu görülmektedir. Bu dönemlerde kışa özel balıkçılık yapılamamaktadır. Çünkü kırk gün devam eden bu kara kış içerisinde buz bazen yetmiş gün kalmaktadır. Bu şekilde baştan başa don olduğu zamanlarda gök gürültüsü ve şimşeği andırır dehşetli sesler ile gölün birden nefes alıp yükselmesiyle sahillerde bulunan setler, çatmaları ve hatta dağlardan yuvarlanarak kenarlarına ulaşan kaya parçalarını bile yerlerinden oynatmaktadır. Gölün bu doğası gereği sahillerinde set ve rıhtım tutturmak imkânsızdır.

      Göl baştan başa donduğu zamanlarda gerek Adalılar ve gerekse de şehir halkı iskemle biçiminde kare şeklinde tahtaların altına iki adet uzun kemik bağlayarak buz atı olarak adlandırdıkları araçların üstüne binerler. Uçlarındaki mızrağa benzer ve mizmile diye tabir edilen demir parçaya bağlı olan 1 metre uzunluğunda iki tane değneği de ellerine alarak buzdan güç alarak hareket ederler. Bu şekilde buzun üzerinde tren hızında istekleri yere gitmekle kalmayıp kayarak eğlenirler de. Gemilerin seyahat edemediği bu sıkıntılı dönemlerde odun ve zahire nakliyesinde, kızakların da kullanıldığı görülmektedir. Paris’in Buvad Bulan ormanındaki (Boulogne Parkı) havuzlar kış günleri su doldurularak oluşturulan buzlar, çok geniş olmasa da Fransızlar akşamlara kadar üzerlerinde kaymaktaydılar. Sahra kadar geniş Eğirdir Gölü’nün cam gibi düz ve parlak bir şekilde donduğunu görseler güzelliğine hayran kalır, sevinçten çıldırırlar.

      Yağmur mevsiminin son günlerinde kenarları 1 metre kadar çekildiği zaman kuzey tarafındaki bölümünün ortasına doğru yarım mil içerisinde ve Kuş Kayası adında küçük bir dağ karşımıza çıkmaktadır. Kırk günlük kara kış içinde (erbain) buraya gelen martı ve balıkçıl, meki ve karabulak kuşları İstanbul’un Sarayburnu’nda ve Kız Kulesi açıklarında yaptıkları ruha ferahlık veren nağmelerin, izlenmeye doyum olmaz birlikte kanatlanmaları ve kulağa hoş gelen avazlarının daha güzelini bu gölde icra etmekteler.

      EĞİRDİR’İN KONUM BAKIMINDAN GÖRÜNÜMÜ VE SONRAKİ DURUMLARI

      Eğirdir’in doğu ve kuzeyi adıyla nam kazanmış gölün güneybatısında zümrüt gibi yeşil büyük Oluklacı Dağı ile üstünde bulunan Sivri adındaki eski bir volkan bulunmaktadır.

      Adından da anlaşılacağı gibi adı geçen bu dağ şeker kellesi şeklinde ve tepesi hâlihazırda çukurdur. Şehrin güneybatısındaki bulunduğu yerden başlamak üzere Antalya ve Elmalı arazisinin kuzeyini ve Dolamar kazasının doğusunu dolaşarak biri Muğla, diğeri Denizli’de sonlanmaktadır. Bu şekilde iki kola ayrılarak sıradağlar şeklinde oluşumun ortaya çıkmasına sebep olan şiddetli volkanların en sonuncusudur. Volkanik faaliyetlerinin zamanı konusunda kesin bir bilgi olmayan bu ateş püsküren dağın lav ve dumanlarını gökyüzüne saldığı dönemlerde ağzından savurduğu kayraklar (kaygan toprak) ve kızgınlığının son zamanlarında kustuğu madenî maddeler ve sıcak çamurlar, kasabanın batısında bulunan Yazla ve güneyinde bulunan Yumrutaş taraflarına bakan eteklerini tamamen kaplamaktadır.

      Lid kavminin MÖ 22. yüzyılda bu bölgede yaşamaya başlamaları dikkate alınırsa bu dağın söz konusu volkanik durumunun Tufan’dan çok zaman önce sona erdiği anlaşılmaktadır.

      Şehir, bu dağın etekleri içerisinde bulunan İnekdenizi ve Yellibelen adındaki güzel bayırların güneyi doğru ve kuzey tarafları ile güneybatısından kuzeydoğusuna doğru uzanan yarımada ve sonrasındaki adanın üzerlerine kuruludur. On iki mahalle şeklinde yerleşme sağlanmıştır. Şehrin sakinlerinin tamamı Müslümandırlar.

      Yarımadanın sonundan 100 metre mesafedeki Can Ada yerleşime uygun değildir. Yüksekliği az ve dar olduğu için içerisinde düzensiz ama birçok çeşitte ağaçlar bulunan güzel bir bahçeye benzemektedir. Bu adanın benzer mesafede ilerisinde bulunan Nis Adası’nda büyükçe bir Müslüman mahallesi ve beraberinde yedi sekiz evden müteşekkil bir Rum mahallesi mevcuttur.

      İbni Batuta’nın Rihletnamesi’nde (Seyahatname) Cıyan Ada olarak ifade edilen ada aslında Can Ada’dır. Bu adanın o dönemde bu isim ile adlandırılmış olmasının sebebi muhtemelen ya havasının berraklığından ya da her tarafını donatmış olan ağaçlar ve güzel sesli kuşlar olması ve içerisinde insanların olmamasından dolayı yılan ve çıyan gibi canlılardan eksik olmaması yani çok fazla doğal hayatın yaşam alan bulmasıdır. Zorda kalmış ve miskinlerin ihtiyaçlarını gidermek amacıyla bir dönemler Eğirdir’in her bir yanına hayır sahipler tarafından birer dergâh ve imaret yaptırılmışsa bu hizmetlerin vakıfları sonradan kaybolmuş ve hâlihazırda mevcut değildir. İnsanları tembelliğe sevk eden bu gibi kurumların ortadan kalkmış olması sevindiricidir. Lidya saltanatının son hükümdarı Krezüs (Kroisos) tarafından MÖ 564’de yaptırılan ve tamamlanmasının ardından Midya kralı Kiriş tarafından ele geçirilerek istila edilen İç Kale yarımadanın uç tarafındadır. Bu nedenle üç tarafı göl ve güneybatısı sert bir uçurumdur. Şehir, Büyük İskender’in ele geçirilip istila edilmesinden sonra Rumların eline geçtiği dönem Demirkapı Mahallesi’nin olduğu konuma kadar bir dış kale daha yapılmış ve sonradan Romalıların eline geçtiğinde Eskihisar adında çok eski bir kale ile birleştirilerek İnekdenizi tarafları da bu kaleye dâhil edilmiştir. Bir müddet Roma saltanatı hâkimiyetinde kalan bu kale daha sonra Emevilerin eline geçmiştir. Bunun takiben de sırasıyla Abbasilere ve ardından Selçuklular geçtiği devirlerde bu kale Kabasakal dergâhına kadar ilerlemiştir. Dördüncü kata ulaşan kale büyük Osmanlı Hanedanlığına intikal ettiğinde genişletilerek

Скачать книгу


<p>3</p>

Çeyrek kuruş, on para değerinde demir para.