Seyahatü'l Kübra. Karçınzade Süleyman Şükrü

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü

Скачать книгу

olanları alır ve köylerine geri dönerler. Bu bakımdan pazar çok canlı ve işlevseldir. Haftanın ilk günü olan pazar günleri Hamidabad, Burdur ve çevresinden çok sayıda tüccar buraya gelir. Eski tarz kalelerin kaldırılmasından iki yüz elle sene önce Eğirdir’in pazar yeri gölün güneybatı sahilinde ve şehre yarım saat uzaklıktaydı. Bu konuya ilişkin olarak Kervansaray olarak adlandırılan yerin vakfiyelerinden bazı kayıtlar mevcuttur. O dönemlerde pazar bölgesinin bu kadar uzak yerde konumlandırılması alışveriş yapmak bahanesiyle uzaklardan gelmesi muhtemel bir kısım yabancı kimselerin kale ve şehir içine sokmamak amacını barındırdığından şüphe yoktur.

      Osmanlı Devleti kudret ve ezici gücü Umman Denizi’nden Viyana ve Saksonya bölgelerine ve Fas’tan Acemistan’ın (İran) merkezinde bulunan Zencan şehrine kadar geniş bir sahayı elinde tutmaktadır. Kudretinin parlak ışığı gözleri kamaştırmaktadır. Heybeti cihanı titrettiği çağlarda hâkimiyeti altında tebessüm ve neşe içinde Anadolu içinden hiçbir korku ve tedirginlik söz konusu olmadığı gibi bu gibi meseleler için tedbir almaya da hiçbir zaman ihtiyaç duymamışlardır. Bu nedenle ahaliye kolaylık olması için pazar yeri Kervansaray’dan alınarak şehrin kenarında Ağa Mahallesi’nde bulunan Dernek4 çeşmesinin bulunduğu yere taşınmıştır. İki yüzyıldan fazla zaman bu bölgede kurulan pazar yeri ardından tekrar yeri değiştirilerek Ulu Cami’nin yakınlarına getirilmiştir. Bu pazara ait bir bölüm olan Dükkanönü yakın zamana kadar duruyordu. Hâlihazırda bu kısımdan sadece berber varlığını devam ettirmektedir.

      Eğirdir, Murat Hüdavendigar Gazi Hazretleri’nin ortaya koyduğu irade ile Osmanlı topraklarına katıldığı dönem bu bölgenin korunması için şehzade Yıldırım Bayezid Han Hazretleri görevlendirilmişti. Ardından Seydim Paşa, Mesihi Paşa ve bunlar gibi yüksek rütbeli devlet adamları bu vazifeye getirilmiştir. Bahsedilen bu durum şehrin önemini anlatmak için yeterlidir. Seydim Paşa’nın adı verilmiş olan mahallede kendi yaptırdığı cami ile Mesihi Paşa’nın Kubbeli Mahallesi’nde yaptırdığı İbtidaiye Okulu (ilkokul) adları geçen bu merhumların isimleriyle anılır ve şu an dahi hizmettedirler.

      Selçuklu Devleti, İzmir Körfezi’nden Çin sınırına kadar uzanan büyük şehirlerde hükmünü icra eden bir saltanat iken köhne dünyanın tarihin her devrinde gösterdiği değişimlerin elinden kurtulamayıp, parçalanmış ve toprakları küçülerek Anadolu’nun güneyinde bir toprak parçası ile sınırlı kalmıştır. Haçlıların saldırıları neticesinde tamamıyla zayıflayan devlet nihayetinde parçalandığı dönemde toprakları, Alaiye taraflarından Karamanlılardan Yusuf Bey; Antalya çevresi Hamidoğullarından Yunus Beyzade Hızır Bey; Eğirdir, Yalvaç, Karaağaç, Isparta ve Burdur çevresi Dindar Beyzade İshak Bey; Afyonkarahisar çevresi Ebu İshak Bey’in kardeşi Mehmet Çelebi; Lâdik tarafları İnanç Bey; Milas tarafları Menteşeoğullarından Şecaattin, Larende kazası Karamanlılardan Bedreddin; Birgi tarafları Aydınoğullarından Mehmet Bey; Balıkesir sancağı Timur Han, Kastamonu bölgesi Süleyman Bey’in ellerindeydi. Fetret Dönemi’nde Eskişehir ve Bursa bölgesi de saltanatın kurucusu Gazi Sultan Osman Han Hazretleri’nin hükmü altındaydı.

      Hicri 726 yılında memleketinden yola çıkarak başlatmış olduğu seyahatinde Anadolu’yu da ziyaret eden İbn Batuta’ya ait “Rıhlet-i İbn Batuta” adındaki Arapça seyahatnamesi Hindistan’dan Degân Haydarabad şehrinde iken Vezir Kütüphanesi’ni (Kütübhane-i Asefi) görmeye gittiğimde kütüphaneci tarafından verilen kitap isimleri arasında dikkatimi çekince talep edip okuma fırsatım oldu. Bu meşhur seyyah kitabında H 738 yılında Eğirdir’e geldiğini yazmaktadır. Geldiği zaman, Taşmedrese’de müderris olan Hacı Müslahiddin adındaki faziletli bir zatın yanında misafir olmuş. Bu şehri kendi hükümranlığına merkez edinen sultan ile görüşüp kendisinden memleketin o dönemki ahlak ve durumu hakkında bilgiler edinerek bunları kayda geçirdiğini yazmaktadır. Bahsettiği dönemde doğudan Cengiz, kuzeyden Hülagü, batıdan Haçlı hücumları birbirlerini takip etmektedir. Ayrıca Batı Asya’daki büyük devletler yıkılarak dünyanın dengesi tarumar olmuştur. Bu nedenle toprakların emniyet ve güvenliği sarsılmış ve vahşetler içinde fetretli dönemler senelerce devam etmiştir. Böylesi bir dönemde her kasaba kendisi sultan ilan eden zorbaların eline düşmüştü. Tarihçilerin Tavaifül Mülük olarak bahsettikleri ve özel bir fasıl olarak işaret ettikleri zulmün baş gösterdiği bu zaman diliminde Hamidâbad ve Burdur taraflarını elinde tutan Dündar Beyzade Ebu İshak Bey de kendisine sultan süsü vererek Eğirdir’i kendisine başkent yapmıştır. Diğer yandan İbn Batuta’nın yazdıklarına göre bu kişi gayet dindar ve mübarek kimsedir. Bu seyyahın Eğirdir’i ziyaretinden yirmi yıl sonra bu şehir Osmanlı Devleti’nin eline geçiyor.

      IBN BATUTA’NIN EĞİRDİR HAKKINDAKİ YAZISI

      Oradan Eğirdir’e yollandık. Kalabalık mı kalabalık bir şehir. Çarşıları şirin ve zengin. Şehrin çevresi ağaçlıktır. Her yanı bahçe. Orada suyu tatlı bir göl bulunuyor. Bu gölde dolaşan teknelerle iki günde Akşehir, Beyşehir gibi köy ve kasabalara gitmek mümkündür. Eğirdir’de Ulu Cami karşısındaki medreseye indik. Burada hocalık yapan Muslihiddîn, Mısır ve Suriye’de eğitim görmüş bir mollaydı. Bir süre de Irak’ta kalan Muslihiddîn gayet güzel ve akıcı Arapça konuşurdu. Zamanının önde gelen erdemli, nükteli ve bilgin insanlarındandı. Bize çok iltifat etti, mükemmel bir ev sahibiydi. Bu şehre hâkim olan Dündâr Beyin oğlu Ebû İshâk Bey, Anadolu’nun önde gelen hükümdarlarındandır. Babası hayattayken bir süre Mısır’da kalmış, hacca gitmiştir. Bu adam temiz kalpli, iyi huylu biridir. Âdeti üzere ikindi namazını her gün Ulu Cami’de kılardı. Namazdan sonra sırtını kıble yönündeki duvara dayar, önünde yüksek tahta bir peykeye kurulmuş hafızları dinlerdi. Hafızlar Mülk, Fetih ve Amme surelerini öyle güzel okurlardı ki onları dinlerken gönüller coşar, tüyler diken diken olur, gözlerden yaşlar boşalırdı. Sonra sarayına dönerdi hükümdar. Bu yılın ramazan ayını onun yanında geçirdik. Ramazan gecelerinde üzerinde minder veya döşek bulunmayan bir kilime oturur, büyücek bir yastığa yaslanırdı. Yanında fıkıh bilgini Muslihiddîn yer almaktaydı. Ben fıkıh bilgininin biraz ötesinde oturmaktaydım. Daha ötede ise beyliğin ileri gelen memur ve kumandanları oturmaktaydılar. Biz böyle otururken yemek getirilirdi; küçük tabaklara konmuş, şeker ve yağla ezilmiş, mercimekten yapılma tirit ilk servisti. Onlar “uğurlu olur” diyerek oruçlarını tiritle açarlar. Bu iftarlığın Peygamberimiz – Allah’ın selâmı ve rahmeti onu kuşatsın– tarafından diğer yemeklere tercih edildiğini ileri sürerek şöyle diyorlar: “Biz onun güzel âdetine uyarak yemeğe tiritle başlıyoruz!” Bunun arkasından öteki yemeklere geçerler. Ramazan ayının bütün geceleri böyledir. Yine ramazan günlerinden biriydi. Beyin çocuklarından biri öldü. Buralılar, Mısır ve Suriye ahalisinin yaptığı gibi ölüye feryadu figan etmezler, hele Lûr halkının hükümdar çocukları öldükten sonra yaptıkları işlerin hiçbirini yapmazlar. Bunu daha önce açıklamıştık. Cenaze gömüldükten sonra sultan ve medresedeki öğrenciler üç gün arka arkaya sabah namazını müteakiben mezarı ziyaret ettiler. İkinci gün halkla birlikte ben de merasime katılmıştım. Sultan beni yaya görünce hemen bir at gönderdi, özür diledi! Tören dönüşü medreseye varınca atı geri yolladım ama kabul etmedi. Şöyle dedi: “Onu sana emanet olarak vermedim, hediye verdim!” Bunun dışında bir kat elbise ve para verdi. Oradan Gölhisar’a yöneldik. Burası dört yanı suyla çevrili küçük bir kasabadır. Gölde bol miktarda kamış bulunuyor. Kasabanın tek bir yolu vardır; kamışlık ile suların arasında uzanır. Sadece bir atlının geçebileceği köprü gibi bir geçit! Kasaba, suyun ortasında yükselen bir tepe üzerine kurulmuş; ele geçirilmesi güç, sağlam bir kale görüntüsünde… Burada ahi yiğitlerinden

Скачать книгу


<p>4</p>

Dernek