Seyahatü'l Kübra. Karçınzade Süleyman Şükrü

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü страница 10

Жанр:
Серия:
Издательство:
Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü

Скачать книгу

yani dört yüz dirhemi, orman kasaplarında yaklaşık on paraya satın alınır. Sözün kısası bu gösterişsiz kasabada geçinebilecek kadar servet, çok güzel feyiz ve bereket ve insanların kalbinde gayet derecede güzellik bulunmaktadır. Hepsi hâlinden memnun ve şükür içerisinde, Allah yolunda vakarla mutlu bir şekilde hayat sürmektedirler. Alın teriyle kazandıkları varlıklarını boş yere sarf etmeden ağız tadıyla tüketirler. Güçleri yettiğince hayır hasenat yaparak İslami bir hayattan asla taviz vermezler. İçlerinde sanatı hor görüp beyefendi gözükmeye yeltenen hünersizlerden başka zaruret ve sefalete düşmüş hiçbir kimse mevcut değildir.

      BOĞAZOVA’NIN ÖZELLİKLERİ

      Cennet bahçesinin dünyadaki timsali olan bu iç açıcı alan gölün güneydoğu sahilinde konumlanmıştır. Uzunluğu 30 kilometre ve genişliği ise en dar yeri 4, en geniş yeri de 7 kilometreye kadar uzanmaktadır. Gölden taşan suların meydana getirdiği ırmak, ovanın kuzeybatısından geçerek Mücevre ve Maltaşı dolaylarından Tasmacı bölgesine ulaştıktan sonra doğu istikametine kıvrılarak Tepeli Çayırı kenarından akarak güney ucundan bulunan Kovada Gölü’ne dökülmektedir. Bunun dışında diğer bir çay da ovanın doğusundan başlayarak bu bölgenin ortasından geçer ve Cire Köprüsü yakınında bu ırmağa dâhil olur.

      Meşhur Toros Dağları’ndan gelen sel sularından ortaya çıkan bu dehşetli çay bahar mevsiminde coşarak yatağından taşacak hâle gelir. Dağlarda kış boyu biriken karların erimesi neticesinde ya da şiddetli yağmurların yağması sonucunda coşan bu çayırın gür sularının eskiden beri bu dönemlerde dehşetli şelaleler meydana getirdiği bilinmektedir. Yılgıncık belinde göle döküldüğünü ispat eden izler Göktaş9 mevkisinde hâlen görülebilmektedir. Sonraki dönemlerde gerçekleşen şiddetli depremler aynı ismi taşıyan Çay köyünün yakınında buluna Havutlu Dağı’nı ikiye ayırmıştır. Jeoloji bilimiyle ilgilenenler Kabız adı verilen geçidin bu doğa olayı neticesinde oluştuğunu ilk görüşte anlayabilirler.

      Doğudan batıya doğru akan ve Cire köyü karşısında ırmağa karışan Pınar Suyu adı verilen küçük akıntı ise üzüm bağlarının güney sınırını meydana getirir.

      Hem çayın hem de ırmağın yatakları etrafından yetişen söğüt, karaağaç, tavşancıl ve ceviz gibi sık yapraklı ağaçların dalları arasında gizli bir hâle bürünmüştür.

      Boydan boya çim ve çiçekler, rengârenk yabani güller ile sarmaş dolaş bu muhteşem ovanın göl tarafında Kuru Köprü’den Pınar Pazarı’na, ırmaktan Ağıl köyüne kadar derinlemesine bir buçuk saat, enlemesine bir saat süren kısmı verimli bir arazidir. Burası üzüm bağları, başlarını göğe doğru yaklaşmış karaağaç ve şimşir gibi asırlık ağaçlar, ferahlık veren gölgeleri olan çalılar ve her çeşit meyve ağaçları ile doludur. Çoğu güçlü sâfiyeler yani bölgenin kendi ağzı ile söylemek gerekirse kelifler mevcuttur.

      Bağlar arasında farklı taraflara ayrılan yolların kenarlarında, keliflerin etrafları etrafında ve üç yol ayrımına düşen küçük meydanlarda Allah vergisi yetişen Arap sümbülü, kırmızı ve mor menekşeler ve bölge halkının ekşi olarak isimlendirdikleri mis kokulu limon otu gibi çiçekler vardır. Ağaçların dallarının kaldırmakta zorlandırdığı bollukta meyveler ortama yaydığı enfes koku etrafta geçen insanları mest etmektedir. Bülbüllerin çıkardığı melodi ve birçok sesli kuşların nağmelerini işiten insanlar doğanın bu cazibesine kendisini kaptırarak duygularını bu atmosferden saatlerce çıkaramaz.

      (Nasıl ki) Soğuk mevsimde ateş gülden hoştur

      (Öyle de) Vatanın dikeni de sünbül ve reyhandan hoştur

      Yusuf ki Mısırda Padişahlık yapardı

      Söylerdi ki Kenan’ın dilencisi olmak daha hoştur 10

      Ancak kendi vatanında yaşayan insan mutludur vesselam. “Vatan sevgisi imandandır.” hadisinin hikmetini çok acı tecrübeler neticesinden uzun zaman sonra anlamış olsam da ne yazık ki fırsat elden gitti. Ah vatan!..

      EĞİRDİR’İN MEVCUT TARİHİ ESELERİ

      Bu şehirde, bazılarının temelleri gözle görülebilen yirmiden fazla tarihî eser mevcuttur. Tufan’dan yüz kırk sekiz yıl sonra ve Nuh Peygamber henüz hayatta iken Urfa, Resulayn ve Deyrizor arasındaki çölün ortasındaki Gökab Dağı civarından geçerek Fırat Nehri’ne dökülen Habur ve Nusaybin suları istikametinden Anadolu’ya göçüp Eğirdir’e yerleşen Lid Kavmi MÖ 22. yüzyılda burada bir kale inşa etmiştir. Tarihî kalıntıları hâlen bulunan bu ilk kalenin yıkılmasının ardından kuzey tarafına düşen kayalıklarda görülen temelleri dışında surlarından eser yoktur. Bulunduğu yerde şu an Eskihisar kabristanı bulunmaktadır. Lid Kavmi’nin dinlerinde “Zaryus-Karyus” denilen putlara kurban keserek ibadet edilmekteydi. Bu dönemde yapılan en büyük tapınak Eğirdir’in güneyinde bulunan Kervansaray olarak bilinen harabedir. Selçuklular döneminde han ve çarşı olarak kullanılmıştır. Fakat işlevi bittikten sonra duvarlarındaki süslemeler söküldüğü için şimdilerde dişlenmiş salatalık gibi delik deşik bir hâldedir. Bu devasa yapı daha evvelce bahsettiğimiz Felakabad şehrinin güçlü dönemlerinde inşa edilmişti.

      Lidlerden Küçük Ferici sultanı Tantaloğlu Bilubus MÖ 1280’de kendi oğlunu bu tapınakta kurban ettikten sonra masum çocuğun etinden bir parça puta sunmuştur. Kalanını ise vahşi bir düşünce ile misafirlerine ikram etmiştir. İnekdenizi’nden Yellibelen tepesine çıkarken soldaki kare şeklindeki kayalığın üzerine Brahmanların yani din adamlarının ikamet etmeleri için yaptırılan büyük yapı tamamen ortadan yok olup gitmiştir. Bugün binadan ve parçalarından hiçbir eser kalmamış olsa da binanın temellerine dair izler mevcuttur.

      Bu bölge civarındaki Hızır İlyas Mağarası’nda hâlihazırda bir put mevcut olsa da zaman içerisinde çoğu yeri yıpranmıştır. Kaleden dışarı çıkmanın tehlikeli dolduğu dönemlerde kasaba ahalisi Hızır (Hıdırellez) günlerinde bu yüksek yere gelirler. Gezinti yapmak maksadıyla gelinen hâlen o mutluluk günün adıyla anılan bu mağara aslen tapınaktır. Bunu bilmekten âciz bir kısım cahil kimselerin hâlâ ziyaret maksadıyla buraya gelmeleri; sıtmadan kurtulmak maksadıyla tapınakta asılı ipe çaput bağlamaları; tavanından damlayıp putun önünde biriken suyu mübarek zannedip içmeleri; hamilelikten yeni çıkmış kadınların sütleri gelsin diye bu sudan içmeleri ve kocakarıların eski kaşıkları toplayıp sevap diye heykelin önüne bırakmaları gibi âdetlerin hepsi aslında putperestlik döneminden kalma âdetlerin bugün hâlâ devam ettirildiğini gösteren acı verici örneklerdir.

      MÖ 547 yılında Lidya kralı Krezüs’ü mağlup edip bütün topraklarını ele geçiren Midya Kralı Kiriş ya da Kariş’in tebaasının çoğunluğu öküze tapmaktaydılar.

      İçerisinde bunların tapındıkları “Kay Av” adlı icl-i ibişin (komik görünümlü buzağının) daima bulunduğu insan yapımı mağara da Hızır İlyas Mağarası ve Öksürük Kayası yakınındadır. Bahsedilen öküzün Urdu ve Hintçe isminden kinaye edilerek bu bölgeye “Kay Av” adı verilmiştir. Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Eğirdir’i istilasında İran ve Belucistan tarafından getirilerek kaleye yerleştirilen muhafızların yapmış oldukları yanlış tercüme nedeniyle buraya İnekdenizi denildiği düşünülmektedir. Çünkü “kay” kelimesi (Türkçe’de

Скачать книгу


<p>9</p>

Göktaş, gökçe ve gökçek taştan gelmektedir. Çünkü Göktaş mezrası mevkisinde bulunan taşlar beyaz ve sarı renklerde olup kâse kırıklarını andırırlar. Güzel manzaralı kayraklar olan bu taşlar birbirlerine dokundurulduğunda çinkonun çıkardığı sese benzer sesler verirler.

<p>10</p>

Bu ve bundan sonraki şiirler çoğunlukla Farsça şeklindedir. (ç.n.)