Seyahatü'l Kübra. Karçınzade Süleyman Şükrü

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü страница 12

Жанр:
Серия:
Издательство:
Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü

Скачать книгу

şerefeli ve gayet zarif ve yüksek olan bu özgün minare Selçuklu sancak beylerinden Hızır Bey hayret ettiren eserlerindedir. Mimari usulü ile taş süslemeciliğinin son noktasını gösteren hayret verici bir tarzda yapılan Ulu Cami ile medresenin karşılıklı olarak yapılmış kapıları arasında ortaya çıkan meydandadır. Bu beyaz minare, kuzey tarafından çevrili yüksek duvarın ortasında bulunan büyük kapı üzerine kurulmuştur. Güzel sanatların en seçkin örneklerindendir.

      Kale bedeni demekten başka hiçbir tabiri kabul etmeyen bu duvarın içinde camiden minareye geçilen bir yol vardır. Ayrıca bu yolu aydınlatmak ve gerektiğinde korumak amacıyla yolun iki tarafında birçok mazgal bulunmaktadır. Dâhilindeki bu boşlukla beraber üzerine bir de minare yapılmış olması eskilerin mimaride ettikleri gelişmeyi göstermektedir. Bununla birlikte bu onların estetik kabiliyetlerinin idrak ve fazilet bakımından büyüklüğünü, matematikteki kapsamlı bilgilerini ve mimarlıklarının kendi dönemlerinde ulaştığı olgunluğu anlatmakta ve ispat etmektedir.

      BÜYÜK HAMAM

      Yapıya, üç tarafına çevrilen yüksek kemerlerin ortaya çıkardığı yarım kubbelerin altında kalan üç adet boşluk ile bu boşlukların birleştiği noktalara yapılan kapılardan girilen geniş kapalı alanlarda beşer musluk mevcuttur. Ayrıca bu kemerlere dayalı her bir kubbenin altından da yuvarlak büyük göbek taşları bulunur. Neredeyse bir hama büyüklüğünde olan soğukluğun kapısı dışında uzunlamasına bir meydan vardır. Onun dış tarafında da binanın iki katı büyüklüğünde ve ortasında bir şadırvan bulunan düzenli bir dinlenme yeri bulunmaktadır. Buranın önünde de ayrıca bir boşluk daha bulunmaktadır. Bu hamam, Ulu Cami vakfına dâhildir. Selçuklu döneminin övgüye layık eserlerindendir.

      DİĞER ESERLER

      İç kale içerisinde Orta Çağ tarzında farklı şekillerde süslemeler ile yapılmış eski bir cami ile iki kısımlı küçük bir hamam vardır. Bunların dışında diğerleri şunlardır: Sonradan tamir gören Ferahiye ve Kubbeli mescitleri; kurucularının nesli yok olduğu takdirde Mekke ve Medine’ye mahsus vakıflara dâhil edilmesi kaydıyla yapılmış kâgir yapıdaki Pamuk Hanı; Mevlevi dergâhı ve vakfına dâhil olan Yukarı Hamam; Nis Adası’ndaki minare ve hamamlar; Selçuklular zamanından yaptırılmış kıymetli yapılardan olan ve hâlen kullanılan okullar; Yılanlıoğlu Medresesi ve kütüphanesi; Ağa Mahallesi’ndeki Ulu Cami ve minaresi; Yazla’da bulunan Hangâh ve civarındaki cami, minare ve görkemli türbeler ile Baba Sultan dergâhı, türbesi ve mescit. Sakahane ve şehirde bulunan bütün çeşmeler Osmanlı sancak beyleri ile bölgedeki varlıklı kişiler tarafından yaptırılmış kalıcı eserlerdir.

      BABA SULTAN DERGÂHI’NIN SAKAHANESİ

      Eğirdir’in batısından bulunan Oluklacı Dağı’nın kuzeyindedir. Sivri adı verilen volkanın bir zamanlar patlamasıyla oraya çıkan kaygan topraklar ile kapılı olan ve büyük katran ağaçları ile örtülü yamacın eteğindedir. Şehirden on dakika mesafede bulunan bu yer çok az güneş gören gölge bir yerdedir. Bu dergâhın sakahanesi tarihî yapılar içerisinde kendine has örneklerden biridir.

      Hiçbir yerde ikinci bir örneği ile karşılaşmadığım bu ilginç soğuk yer altı odası daha önce ifade edildiği gibi Hızır İlyas Mağarası’nın yer altından bu yere kadar uzanan doğal dar bir yarığın ağız tarafına büyük bir kubbe yapılarak bina edilmiştir. İçerisine büyük küpler konulmuştur. Gölden alınarak bu küplere konulan sular bir gün sonra donacak dereceye gelir. Ne bu suyu birkaç saniye nefes almaksızın yudumlayarak içmek ne de zemheri bir soğukluk içerisinde bulunan bu mekânda ince bir kıyafet ile beş dakika durmak mümkündür. Temmuz ayında dahi bu hâldedir. Kış mevsiminde ise soba ile ısıtılan odadan dahi daha sıcaktır. Bu ilginç durumun sebebi şudur: Oluklacı Dağı’nın İnekdenizi’ne uzanan köşesinin tepesinde bulunan ve Yelli Belen tabirinden de anlaşılacağı üzere esintili bir noktada olan doğu ve kuzeyinin, gölün doğusundan kıbleye doğru devasa büyüklüğü ile uzanan Toroslar’a kadar olabildiğine açık kaya yarıklarından aşağı doğru dökülen damla ve sızıntıların ortaya çıkardığı sürekli rutubetin, Hızır İlyas Mağarası’ndan sakahane içerisine kadar, yani yarım saat diklemesine yer altından yukarı doğru boşluktan sanki bir makine gücü ile çekilircesine cereyan yapmasına imkân tanımasıdır.

      KASABA’YA EĞİRDİR İSMİNİN VERİLMESİNİN SEBEBİ İLE İÇ KALENİN KURUCUSU

      Lid Kavmi Saruhan Sancağı’ndan Erzurum sınırına kadar Anadolu’yu boydan boya kaplamıştı. Güçleri ve cesaretleri arttığı dönemde daha önce bahsi geçen Eski Sardis denilen şehri13 kurup başkenti Eğirdir’den buraya taşıdıkları tarihten dört asır sonra yani MÖ 550’de Lidya kralı Kresüz yarımadanın ucunda bulunan iç kaleyi yaptırmıştır. Bu kral kendi döneminin en zenginlerinden biridir. Bazı gözü doymazların ağzından “Filan adam Karun kadar zengindir.” sözünü nasıl duyuyorsak filan adam Krezüs kadar zengindir anlamına gelen “Filanun ğaniyyun Ke-Krizus” atasözü de avam insanlar tarafından kullanılmaktadır. Zenginliği bütün dünyansın dilindeydi. Servetinin sınırlarını yaptırmış olduğu kalenin büyüklüğü ve gücünden anlaşılmaktadır. Şehir bu üçüncü kurucusunun ismine nispet edilerek “Grizus” ismini almış olsa da bu isim zamanla “Eğirus”, ardından “Eğridur” ve en son olarak da “Eğirdir” hâlini almıştır.

      EĞİRDİR’DE KABRİ BULUNAN DİN BÜYÜKLERİ İSİMLERİ

      İlginç durumunu yukarıda bahsettiğimiz sakahane civarında kabri bulunan Zortî Baba (Sûretî Baba/Sorî Baba)14, Yazla tarafında yatan zahitlerin eskilerindedir. Bu veli zatın türbesi yakınındaki yüksek bir kubbenin altında yatan Baba Sultan Veli hazretleri de bu mübarek şahsiyetin türbedarlığını yapmış ve vefatı sonrası buraya defnedilmiştir. Baba tabirinden de anlaşılacağı üzere bu zatlar Bektaşi tarikatı ileri gelenlerindedirler. Zortî Baba hazretleri züht anlayışındaki derinliğinden ve takvasından kaynaklı olarak kimsenin yardımını talep etmediğinden değirmen taşı yaparak geçimini sağlar, elinin emeği alnının teriyle geçinirmiş. Kendisi dost meşrep bir kişiliğe sahipmiş. Mübarek elleriyle düzleştirdikleri taşlardan birkaç tanesi türbelerinde hâlen mevcuttur.

      Bu mübarek zata Zortî lafzı verilmesinin sebebi şudur: Lanetli Timur bir gün liderlik ettiği haşeratıyla sakahane önünden geçmektedir. Baba o an ayağa kalkıp selam durmuş olsa da Timur bu zata bir taş parçasıymış gibi kibirli davranarak yüzüne bakmadan gitmeye yeltenir. Bu esnada Baba, Timur’a “zort” diye hakaret edip onu küçük düşürür. Timur da bunu üzerine hiddetlenip Baba’nın kafasını deldiği taşın ortasından geçirterek onu göle attırır. Zalimliğinde köpekleşen değersiz Timur, Köprübaşı adı verilen yere geldiğinde merhum Velî, taş boğasında suyun üstünden uçarak önüne çıkar. Bunu üzerine Timur af dileyerek yalvarmaya başladığı esnada Veli ”Köprüyü yaptır da öyle geç!” der. Bu tarihten itibaren o aksak adama karşı ilk defa sarf ettiği sözle şöhret kazandığı rivayet edilmektedir.

      Göldeki İri balıkların ilkbahar mevsiminde ırmağa doğu sürü hâlinde gelmesi bu zatın kerameti olarak anlatılır. Her yıl Hıdrellez günü Veli namına bu köprüde kurban kesmek, kanını ırmağa akıtmak ve türbedarına ağırlığınca balık göndermek ve bunun sabahında tutulan balıkları fukaraya ücretsiz olarak dağıtmak

Скачать книгу


<p>13</p>

Salihli yakınlarından büyük bir şehirdir.

<p>14</p>

Sûretî Baba, Zortî Baba veya Sorî Baba’nın Eğirdir’in meşhur yerlerinden Selçuklu eseri Baba Sultan Türbesi’nin türbedarıdır. Asıl Adı Mürsel olan Baba Sultan (ölüm 1370-1380 arası) Hacı Bektaş-i Veli’nin torunlarındandır. Bu, Eğirdir’de Bektaşiliğin bulunduğunu göstermektedir. Öyle ki Zeynîlik ve Mevlevîlik’ten daha eski olduğuna dair izler taşıdığına dair bk. Mehmet Altunmeral, Hızırnâme’de Eğirdir ve Eğirdirli Velîler, Ağustos 2013, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:11, Sayı:2, s. 504-509. (ç.n.)