Seyahatü'l Kübra. Karçınzade Süleyman Şükrü

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü страница 15

Жанр:
Серия:
Издательство:
Seyahatü'l Kübra - Karçınzade Süleyman Şükrü

Скачать книгу

de bu eşkıyalara saldırı düzenler.

      Halkın huzur bulması ve asayişin yeniden tesis edilmesi için bu savaşa tabiatıyla halk da dâhil olur. Bu aniden ortaya çıkan durum karşısında ne yapacaklarını bilemeyen Serikli aşireti firar etmeye mecbur kalırlar. Aşağı Belen ile Kapılar adı verilen yerlere yaklaştıkları vakit dağ uçurumlarına daha önce yerleştirilen delikanlılar, hazırlamış oldukları kayaları hiç ara vermeden bunların üzerine yuvarlarlar. Bunun üzerine eşkıyaların tamamı ortadan kaldırılır. Yollar kavuk ve cenaze yığınları ile dolup taşar.

      Söz konusu aşiretin bu şekilde ortadan kaldırılması, ayakbastı adı altında her yıl bu aşiretten hediyeler almaya kendini alıştırmış Aydın eşrafı ile tahsildarlarının kişisel çıkarlarına zarar verdi. Bu nedenle iltifat edilmeyi hak eden Koca Mustafa’nın, aksine öldürülmesi emrinin çıkarılması için çaba sarfetmişlerdir.

      Aydın Tahsildarı Darendeli Vezir Halil Paşa, Ahmet Vasıf Efendi’nin vasfı gibi hakşinas ve ilme aşina bir vezir olsaydı Çelik Paşazade’yi Koca Mustafa’yı ortadan kaldırmaya değil, durumu incelemeye gönderirdi. Bölgede yeniden asayişin sağlanması ve devletin onurunun teslim edilmesi uğrunda yapmış olduğu hizmetlere ve faydalara dair ona hediyeler göndermesi gerekmekle beraber mecburiyetindeydi. Şahsi menfaatleri dışında hiçbir amaçları olmayan bir kısım ahmak kimselerin kendisi aleyhinde dile getirdikleri sözlere itimat edilmesi nedeniyle tam tersi felaketlere uğramıştır. Neticesinde memleketine bir daha gelemeyerek Hadım’da vefat etmiştir. Bu mazlum adamı tarihçilerin hain sıfatıyla itham etmeye kalkışmaları merhamet ve adalete uygun düşecek bir husus değildir.

      HAYAT HİKÂYEM

      Dedemin dedesi Veli Ağa oğlu Süleyman oğlu Abdullah oğlu Mehmet oğlu Hamza, Bursa’ya bağlı Eskişehirlidirler. En büyük dedelerim Hamza ve Mehmet ağalar sipahi ortaları emirlerindendirler. Hafız Abdullah dedem ise âlim bir kişiymiş. Çok yaşlı olan babasından gençliğinde yetim kalması nedeniyle öğrenimini tamamlayamadan dedeleri gibi askerliği tercih eden Süleyman Ağa ise Hicri 1137 yılında bütün akrabalarını Eskişehir’den alıp Eğirdir Gölü’nün doğusundaki Sarıidris köyüne yerleştirmiş. Cennetmekân Sultan I. Mahmut hazretlerinin tımar olarak yardımda bulunarak hediye ettikleri eski ismi “Gököz” olan “Mahmatlar” bölgesinin yakınında bulunmak amacıyla Sarıidris köyüne yerleşmişlerdir. Bu köydeki cami ve ilkokul, merhumun hayratıdır.

      Bu gayretli asker, yirmi beş yıl Yaş ve Kalfat bölgelerinde, yedi yıl Suriye’de ve on bir yıl da padişahın emrinde hizmet vermiştir. Nihayetinde emekliye ayrılarak ömrünün sonunu padişaha hayır dua ile geçireceği memleketine refah içerisinde gönderilmiştir. Bir gereklilik üzere göç edip henüz yerleştiği Sarıidris yakınındaki Gököz tımarına, saygı içerisinde bağımlı bulunduğu padişahının mukaddes ismine atfen “Mahmudiye” adını vermiştir. Fakat bu isim zaman içerisinde Mahmutlar’a dönüşmüştür. Merhumun ikinci vatanım dediği bu köyde tarla ve hayvancılık işlerine bakan büyük oğlu Veli Ağa, daha sonra oğulları Hüseyin, Ali ve Mahmut ağaları alarak İstanbul’a gitmiştir. Burada amcası Hamza Ağa’nın kumandasında olan ve Eyüp tepesinde bulunan otuz ikinci ortaya sipahi olarak kaydettirmiştir. Bunların arasında Hüseyin Ağa, askerlikte kazandığı beceri ve yararlılıklara mükâfat olarak Belgrat yakınlarındaki Semendire bölgesinde süvari kumandanlığına kadar yükselir. Ardından babasının kabrini ziyaret etmek ve çok uzun zamandır özlediği vatanını görmek için memleketine döner. Sarıidris’te sonradan ortaya çıkan ve ailelerine düşman kesilen Delibaş oğlu İsmail Ağa’nın çıkarttığı huzursuzluklardan bütün ailesinin rahatsız olduğunu görünce arazileri ellerinde kalmak kaydıyla hepsini Eğirdir’e nakleder. Sarıidris’te bulunan büyük harabeye şu an Karçınlar Yurdu denmektedir.

      Mahmut Ağa’nın ise sipahilik mesleğinde ne kadar yükseldiği konusunda çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Kendisi Özi savaşında şehit düşmüştür. Büyük kardeşi Ali Ağa ise Cennetmekân II. Mahmut Han hazretlerinin saltanatının ilk yıllarından binbaşılığa kadar yükselmiştir. O da iç karışıklılar döneminde şehit düşmüştür. Edirne yolu üzerinde Çorlu’da başka bir türbede yatan Karabinbaşı olarak bilinen zat bu kişidir. Eğirdir’de yaşayan sülalesi hâlihazırda Karaaliler olarak bilinmektedir.

      Ailemize “Karçınzadeler” denmesinin sebebi ise şudur: Bizleri Eskişehir’den Sarıidris köyüne yerleşmek amacıyla nakleden ve yüz yedi yaşında bu dünyadan ayrılan merhum Süleyman Ağa daha önce de bahsettiğim gibi sipahi ocağı eskilerindendir. Sultan I. Mahmut’un döneminde kılıç erbabından olarak daha sonraları emekli edilmiş bir mücahittir. Arnavutluk’ta “karçın” diye tabir edilen tozluk, o dönemin resmî askerî kıyafeti olması nedeniyle sürekli giymesinden kaynaklanmaktadır.

      Dedelerinin geçmişteki ahvalini araştırmaya çok meraklı olan babam bundan otuz bir yıl önce ben daha çocuk iken Eğirdirli Kabak Dayı adında otuz bir yaşında vefat eden bu yaşlı pirden ara sıra bilgi alamaya çalışırdı. Babamın bu merhumdan aldığı cevaplar ve el yazsı ile kayda geçirdiği açıklamalar şöyledir:

      “Karçınoğlu Veli Ağazade Hüseyin Ağa sipahi ocağı emirlerinden idi. İri yapılı, gür sesli, yapısı güçlü, çok şişman ve yaşı ileriydi. Bununla birlikte çok çevik, at ve silah kullanmada onun gibisi bulunmaz, görünüşü çok korkutucu, kimseden korkmayan çok cesur biriydi. Hicri 1214 yılında tarihinde akrabalarını da yanına alarak göçmek maksadıyla Eğirdir’e gelmişlerdir. O zaman halk arasında Sarı Voyvoda olarak bilinen şehrin muhafızı onları karşılamış ve evinde misafir etmiştir. Kâtip Mahallesi’nde şu an yerleşik olduğumuz evin arsasını bu muhafız hediye etmiştir. Kendisinin Mehmet ve Süleyman adlarında iki oğlu varmış.” Süleyman Ağa benim dedemdir.

      Kişisel hayatına dair elimizde hayli bilgi bulunan merhum Hüseyin Ağa, izni bitip memuriyet bölgesine doğru Eğirdir’den hareket ettikten sonra Kütahya’ya vardığından burada hastalanarak vefat etmişti. Bu nedenle on yaşında yetim kalan dedem Süleyman Ağa, büyük kardeşi Hacı Mehmet Ağa’nın sonradan başladığı dokumacılık esnafı birliğine katılır. Eğirdir’de Üstazgil namıyla bilinen babam Hafız Süleyman ise annesinin yardımıyla ilim tahsiline başlar. Genç yaşlarında hattatlıkta da şöhret kazanır ve kendini Kur’an-ı Kerim yazmaya adar. Bu sayede hem eğitimini hem de geçimini birlikte yürütme imkânı elde edip geleceğini mükemmel bir şekilde güvenceye alır.

      Babamın annesi Fatma Hanım fazilet ve zenginliği ile tanınan merhum Emir Hüseyin’in torunudur. Bu muhterem zat Yazla mezarlığında Şeyh Mehmet Çelebi Hazretleri’nin türbesi yakınında yatmaktadır. Mezar taşında yazılı olan ölüm tarihi aklımda değildir. Bu nedenle Hindistan’ın Dekan-Haydarabad şehrinde bu kaydı düşmek mümkün olmadı. Mutlak affedici olan Allah, tüm Muhammet ümmetini geçmişleri ile birlikte cennetine yerleştirsin. Neslini belirttiğim pederim merhum Hafız Hüseyin Efendi halkımızın da tasdik ve hakkını teslim ettiği gibi âlimlerden ve doğruluktan ayrılmayan kimselerdendir. Halk nezdinde hürmet gören ve hatırı sayılır biriydi. Küçüklüğümü bu faziletli merhumun eğitimi ile geçirdim. Kur’an okumayı öğrendiğim sırada hafızlığa başladım. Bu görevi tamamlayıncaya kadar evimizden dışarı çıkamadığım gibi insanlar ile alakadarlığım ailem ile sınırlı olmuştur.

      Hicri 1297’de on beş yaşındayken Allah’ın yardımıyla hafızlığımı tamamladım. Ardından Eğirdir Rüştiye Mektebi’ne kaydedildim. Halkın arasına ilk karışıp onlarla iletişim kurmam bu zaman başladı.

Скачать книгу