CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIN LOTLUK CESET. Celil Oker

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIN LOTLUK CESET - Celil Oker страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIN LOTLUK CESET - Celil Oker

Скачать книгу

Sıradan, üzerinde yazı olmayan sarı bir zarftı.

      “Yeter,” dedim. Ceketimin içcebine soktum.

      Kapıya doğru yürüdü.

      “Başlayalım mı?” dedi.

      “Başlayalım,” dedim.

      Sigaramı o kocaman kül tablasında söndürüp koltuğundan kalktım.

      2. BÖLÜM

      Süha Zengin önde, ben arkada, kapıdan çıktık. Nimet Hanım masasında, büyük boy sosyete dergilerinden birini karıştırıyordu. Bizi görünce kafasını kaldırıp gülümsedi.

      “Aşağıya iniyorum,” dedi Süha Zengin, Nimet Hanım’ın yanından geçerken. Kadın baktığı dergiyi kapamadı.

      “Mr. Hull birazdan gelir,” dedi.

      “Sen eğlendir artık ben gelinceye kadar…”

      İşini bildiğinden artık o kadar emin olmadığım kavruk, takım elbiseli güvenlikçinin komutasındaki asansörün tam karşısındaki kapısız aralıktan kayboldu Süha Zengin. Peşinden ilerledim. Bir tür dahili yangın merdiveni gibi dar, metal bir merdivenden, Süha Zengin’in basamaklara her çarpışında çınlayan ayak seslerini izleyerek indim. Merdivenin çizdiği daire tamamlandığında kendimi bir duvarı boydan boya cam, penceresiz küçük bir odada buldum.

      Neredeyse odanın yarısını kaplayan kalın bacaklı, yalın, gri bir masa ve önündeki döner koltuktan oluşuyordu dekor. Masanın üzerinde bir bilgisayar, yanında yukarıdakinden daha küçük bir televizyon ve kablosuz bir telefon vardı. Bilgisayarın ekranına bakınca yanılmadığımı anladım, zirvesi karlı dağ Erciyes’ti. Televizyonun ekranı da yukarıdaki aynı kanalları gösteriyordu.

      Esas manzara odanın bir kenarını boyda boya kaplayan koyu renkli camın arkasındaydı. Belki yirmiyi geçen dizi dizi bilgisayarların önünde, kadınlı erkekli insanlar, çoğunlukla omuzlarına kıstırdıkları telefonlarla konuşarak çalışıyordu. Onlardan biraz yukarıda olduğumuz için tümünü neredeyse kuşbakışı izleyebiliyorduk. Erkekler takım elbise giymişlerdi, kadınlar tayyörlü değildi, ama nasılsa erkeklerden daha şık görünüyorlardı. Cam, arkadaki seslerin duyulmasını engelliyordu, manzarayı sanki “mute” düğmesine basılmış bir televizyondan izliyor gibiydik. Bizim tarafa bakan yoktu.

      “Buradan izlendiklerini biliyorlar mı?” dedim.

      “Tabii,” dedi Süha Zengin. “Ama ne zaman burada olduğumu bilmezler.”

      Döner koltuğa oturup yönünü aşağıda çalışanlara çevirdi. Oturacak başka bir şey olmadığı için ben ayakta kaldım. Bu odada kül tablası gözükmüyordu. Ellerimi cebime koyup duvara dayandım.

      “Bunlar bizim dealer’larımız,” dedi Süha Zengin. “Deyim yerindeyse… hedefin… bize yakın olan sıranın başındaki.” Tuhaf bir şey söylemiş gibi kıkırdadı.

      Deyim yerinde olsa da olmasa da hedefim, saçlarının boya olup olmadığını buradan çıkaramadığım sarışın, otuzuna daha varmadığını tahmin ettiğim, gözlüklü bir kadındı. Kamburunu çıkarmıştı, monitörün içine düşecek gibi yaklaşmış, çalışıyordu. İkide bir önüne düşen saçlarını geriye itiyordu ince uzun parmaklarıyla. Siyah ceketini döner sandalyesinin arkasına asmıştı, aynı renkte bir pantolonu vardı. Profilinde en dikkati çeken şey minicik burnuydu. Alıcı gözle baktığınızda güzel derdiniz.

      “Adı?” dedim. Sanki bizi duyabilirlermiş gibi alçak sesle konuşuyordum.

      “Zeynep,” dedi Süha Zengin. “Zeynep Kadı.”

      Sesinin tonunu benimkine uydurmuştu. Kadının adını duyunca saçlarının boya olduğuna karar verdim.

      “Nerede oturuyor?”

      “Ulus’ta. Kuyumcular Sitesi, C Blok, 6 numara.”

      İyi gidiyordu. Zeynep Kadı’yla komşu sayılırdık.

      “Telefonunu vermenizde sakınca var mı?” dedim.

      Oturduğu yerden yüzüme bakmadan ezbere iki telefon numarası verdi peş peşe. İkincisi bir cep telefonuydu. Numaraları daha kolay hatırlamak için başını yukarı kaldırmıştı yalnızca.

      Ellerimi cebimden çıkarmadan Zeynep Kadı’ya bakmaya devam ettim.

      “Not almayacak mısın?” dedi aşağıya bakmaya devam ederek. Bana “sen” demeye başlama hızını not ettim kafama. Ellerimi cebimden çıkarmadan, önce cep telefonunun, sonra ev telefonunun numaralarını tekrarladım, telefondaki banka bilgisayarlarının duralaya duralaya konuşmasıyla.

      Yüzüme baktı. Ben gözlerimi Zeynep Kadı’dan ayırmadığım için gözlerimiz kesişmedi. Bir şey söylemeden çevirdi başını.

      Şansımı denemeye karar verdim.

      “Sizde bir fotoğrafı var mı Zeynep Hanım’ın?” diye sordum.

      “Ne arasın bende Zeynep’in fotoğrafı?” dedi yeniden oturduğu yerden yüzüme bakıp. “Çok önemliyse buldurabilirim, broşür muroşür için belki çekilmiştir.”

      Sonra aklına önemli bir şey gelmiş gibi parmaklarını şaklattı.

      “Aaa, tamam,” dedi. “Faaliyet raporunda resmi. Herkesin var. Yukarıda Nimet verir sana.”

      “Alırım,” dedim.

      Camın arkasındakiler önemli işler yapanların ciddiyetiyle çalışıyorlardı sessiz sessiz. Aklıma soracak özel bir şey gelmiyordu. Piyasanın şu an nasıl olduğunu da merak etmiyordum doğrusu.

      Süha Zengin birden ayağa kalktı, ceketinin içcebinden bir kart çıkarıp uzattı.

      “Artık gitsen iyi olur,” dedi sonra. “Buralarda daha çok takılırsan Nimet’in falan kafalarına tuhaf tuhaf fikirler girebilir bakarsın. Bu borsacı milleti buluttan nem kapar, bilirsin.”

      Bilirdim herhalde.

      Omzumla duvarı itip iki ayağımın üzerinde dengelendim. Kartı okumadan gömlek cebime koydum.

      “Ev telefonum sizde var,” dedim. “Muteber müşteriniz araç telefonumu da verdi mi?”

      “Verdi,” dedi Süha Zengin.

      “Pazartesi ararım,” dedim.

      “Merakla bekliyorum,” dedi.

      Elimi sıkmak için bir hareket yapmadı. Bana yan dönüp kafasını cam duvara yasladı. Artık benimle ilgilenmiyor, sabah benim pencereden aşağıda servislerini bekleyen çocukları seyrettiğim gibi bilgisayarlarla dolu salonda çalışanları seyrediyordu. Şu an kafasında yukarıyı işaret eden yeşil, aşağıyı işaret eden kırmızı küçük okların olmadığından emindim.

      Süha Zengin’i kendi haline bırakarak

Скачать книгу