CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIN LOTLUK CESET. Celil Oker
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIN LOTLUK CESET - Celil Oker страница 8
Araçlar durunca karşıya geçtim. Geri döndüm. Aynı yerdeydiler. Arkamda üç tane banka şubesi vardı. Biri Süha Zengin’in paralarını Levent’teki hesabımda koruyan ve çoğaltan bankanın şubesiydi. Cebimdeki ATM kartını çıkarıp 24 saat para çekmenize izin veren makinenin durduğu camekânlı kulübeye girdim.
Kartımı makineye sokmadan tuşlara bastım. Arada kafamı çevirip kısa kısa bakıyordum. Kırmızılı kız ile köpekler yeniden hareketlenmişlerdi. Daracık yoldan yürüyüp Altınkek’e doğru yöneldiler. Zeynep Kadı, köpeklerin uzayıp kısalan tasmalarını, beton girişin ortasında yükselen aydınlatma direklerinin birine iyice doladı, işaretparmağını öğrencilerini azarlayan bir öğretmen gibi ikizlere doğru salladı, dönüp başı önde pastaneden içeri girdi.
Cumartesi sabahının bu saatlerinde nakit ihtiyacı olan başka birileri belirmediği için ATM camekânının içinde oyalanıyordum. Yerler işlem sonucunu veren küçük yazıcı çıktılarıyla doluydu. Sigaramı yere atıp, ayağımla ezdim.
Zeynep Kadı Altınkek’ten çıktı. Elinde küçük bir naylon torba vardı. Eğilip köpekleri direk çevresindeki esaretlerinden kurtardı, sonra onları yönlendirerek Ahmet Adnan Saygın Caddesi’nin bana göre karşı kaldırımında Akmerkez yönüne doğru ilerlemeye başladı.
ATM kulübesinden çıktım.
Trafik bir akşamüstüne kıyasla çok daha hafifti, ama yine de kırmızı ışık yandığında birikmeler başlamıştı yavaş yavaş. Gözlerim karşı kaldırımda, aynı yöne doğru yürümeye başladım. Zeynep Kadı biraz hızlanmaya niyetliydi. Şimdi köpekleri o sürüklüyordu peşinden. Altınkek’in torbasını bileğine takmış, elini yağmurluğunun cebine sokmuştu.
Benim tarafımdaki kaldırımda spor giyimli iki genç kız, ellerinde kitaplar hızlı hızlı yürüyorlardı önümde. Sağdan caddeye açılan kısa sokağın başında, yerden adam boyu yükselen, neredeyse bir tür heykel gibi tasarlanmış “Divan Coiffeur” tabelasının altında duran, abartıyla süslenmiş gelin arabasına bakıp kıkırdaştılar.
Zeynep Kadı kaldırımdan epey içeride konuşlanmış taksi durağını geçti, belediyenin her mevsim değiştirdiği kaldırım taşlarının üstüne hemcinslerinin daha önce bıraktıkları dışkıyla ilgilenen köpeklerini çekiştirdi. Köpekler direndiler. Zeynep Kadı kazandı.
Ben üniversite hazırlık kurslarına doğru yola çıkmış kızların arkasından yürüyordum. Gözüm Zeynep Kadı’da olduğu için, gelin arabası kılıklı gri Şahin’in harekete geçişini görmedim.
Önce sesleri duydum.
Aniden gaza basıp, debriyajı hızla bırakınca çıkan lastik cayırtısı daha kulaklarımızdan çıkıp gitmeden başladı tabancaların tarrakası. Birden çok silah… Ardı ardına… Bayramlarda çocukların patlattıkları maytaplardan daha tok… Filmlerde görmeye alıştıklarımızdan daha seri… Daha ilk patlamaları duyar duymaz içgüdüsel olarak yere çöktüm. Önümdeki kızlar çığlık çığlığa bağırmaya başladılar. Kafamı kaldırdığımda Zeynep Kadı’nın sanki korunabilecekmiş gibi otobüs durağının reklam panosunun ardına sığınmak istediğini gördüm. Çöktüğüm yerden olanları ağır çekimde seyreder gibiydim. Köpekler direndiler. Elindeki tasma kordonu gerildi. Yolun ortasına kadar gelmiş olan gelin arabası kılıklı gri Şahin’den birkaç el daha ateş edildi. Camları çiçeklerle, kurdelelerle, çelenklerle süslü aracın içi görünmüyordu. Zeynep Kadı vücuduna giren mermilerin şiddetinden kolları açık, durağın ortasına savruldu. Sonra yere düştü. Hareketsiz kaldı.
Önümdeki kızlar hâlâ bağırıyorlardı. Gelin arabası kılıklı otomobil, lastiklerinden yükselen yeni bir cayırtıyla hareketlendi. Plakasına baktım. “Mutluyuz” yazıyordu. Patinaj yaptığı için bir an için önce sağa sola savruldu, sonra yönünü doğrulttu, Akmerkez yönüne doğru şimşek gibi uzaklaştı boş yolda. Arkasında lastik ve barut kokuları bırakarak.
Kızlar sustu. Onlar susunca beton gibi bir sessizlik düştü Ahmet Adnan Saygun Caddesi’ne önce. Ağır ağır ayağa kalktım. Taksi durağından birkaç kişi çıkmış, çekinen adımlarla Zeynep Kadı’nın hareketsiz yattığı otobüs durağına doğru yürüyorlardı. Teriyeler gövdenin ayakucunda yerleri yalıyorlardı. Trafik ışıklarından kurtulan araçlar, gelip tam durağın hizasında birikmeye başladılar. Otoyolda trafik kazası seyrediyor gibi bakıyorlardı yerde yatan kırmızı yağmurluklu kıza. Derken arkalardan korna sesleri yükselmeye başladı.
Ne yapacağıma karar veremedim önce.
Bir sigara yaktım. Ellerim titriyordu.
Raporum gerçekten kısa olacaktı.
Zeynep Kadı’nın yaşıyor olması olasılığı neredeyse sıfırdı. Adamlar işlerini biliyorlardı. Çekip gitmişlerdi. Peşlerinden gitmeye çalışmanın anlamı yoktu. Akmerkez’e varmadan, açık otoparktan önceki sapaktan sağa aşağıya dönüp Arnavutköy’e inen yoldan tüydüklerine adım gibi emindim.
Belirli bir süre sonra burada olacak polisler, görgü tanığı bulmaya çalışacaklardı. Onlardan biri olmaya niyetim yoktu. Daha mesleğimi duyar duymaz yüzlerinde beliren ifadeyi görmek istemiyordum hiç. Zeynep Kadı’yı evinden çıktığından beri izlediğimi anlatmayı ise aklımdan bile geçirmiyordum. Birazdan kameralar gelecek, flaşlar patlayacaktı. Akşam haberlerinde kendimi seyretmek işime gelmezdi. Yarınki gazetelerde “Görgü Tanığı Özel Dedektif” başlığının yanında fotoğrafımı görmek olacak iş değildi. Eğer ağlaya ağlaya evlerine koşmazlarsa, üniversite kursuna gitmek için yola çıkmış kızlar ile taksi durağının şoförleri benim anlatabileceklerimden daha çok şey anlatırlardı nasıl olsa.
Otobüs durağının çevresi insan kaynıyordu şimdi. Kafaları yere eğikti. Taksi şoförlerine, nereden çıktıklarını kestiremediğim on beş yirmi kadar insan eklenmiş, ellerini kollarını oynatarak birbirlerine bir şeyler anlatıyorlardı. Duraktan çıkan birinin elindeki gazeteyi görünce, o sıfır olan olasılığın kesinleştiğini anladım.
Kalabalığa son kez baktım. Zeynep Kadı’nın kırmızı yağmurluğu, insanların ayaklarının arasında gözükmüyordu. Sigaramı yere atıp Akmerkez’in tersi yöne doğru yürümeye başladım. Caddedeki trafik iyice sıkışmıştı. Öndekilerin neden durakladığını bilmeyen arkadaki sürücüler basıyorlardı kornalara. Hiçbir manası kalmayan trafik ışıklarında, yayalara yeşili beklemeden karşıya geçtim.
Aşağıya doğru, demin Zeynep Kadı’yı çifte teriyeleriyle, düşünceli düşünceli ama kalbi atıyor, ciğerleri nefes alıyor biçimde yere baka baka köpek gezdirirken izlediğim kaldırımda, bu kez önümde o olmadan, tek başıma yürüdüm. Bir sigara daha yaktım. Ellerimin titremesi hafiflemişti. Sadece hafiflemişti.
Emek Apartmanı’nın önüne kadar pek bir şey düşünemeden ilerledim. Yıkılıp yerine sekiz katlısının dikilmesine direnen yapının giriş kapısındaki zillerin önünde durdum.
Dört zil butonunun en altındakinde kocaman harflerle “TAMİRCİ” yazıyordu. Diğer