CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIN LOTLUK CESET. Celil Oker

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIN LOTLUK CESET - Celil Oker страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIN LOTLUK CESET - Celil Oker

Скачать книгу

suları düşünerek yan camı açmadım.

      Ulus Parkı’nı geçince gördüğüm ilk taksi durağına yanaştım. Kuyumcular Sitesi’nin, Ulus’un köprüye giden çevre yolu tarafındaki vadinin aşağılarında bir yerde olduğunu öğrendim. Kapısında güvenlikçilerin gelip geçeni kontrol ettiği bir site olmasa diye düşündüm kendi kendime.

      Öyle değildi.

      Kuyumcular Sitesi, yokuştaki caddenin üzerine yan yana dikilmiş iki blok ile biraz gerilerdeki üçüncü bloktan oluşan bildiğimiz sekiz katlı apartmanlardı. Öndeki A ve B bloklarının arasındaki yaya yolu, yirmi metre kadar sonra C Blok’a ulaşıyordu. Ağır ağır önünden geçip caddeyi kesen ilk sokaktan girdim. Otomobilimi iki 4x4’ün arasına park ettim. Yağmura küfredip geri yürüdüm.

      Yağmurda kimsenin bana dikkat edecek hali yoktu. Aradaki yaya yolundan C Blok’a yürüdüm. Önce kapının girişindeki zillerin üzerindeki isimlere baktım. 6 numaranın zilinde isim yazmıyordu zaten. Zillerin hemen yanına eğik olarak yapıştırılmış taksi durağı çıkartmasındaki telefon numarasını ezberledim.

      Apartmanı çevrelediği anlaşılan dar beton yolda, sıkı sıkıya kapatılmış panjurların önünden ilerleyip arka tarafa geçtim. Burası beş metrelik bir bahçeden sonra insan boyundan yüksek duvarlarla çevrelenmişti. Duvarların ötesinde iki kocaman bilbordun arka yüzeyleri görülüyordu.

      Hızlı hızlı öne doğru yürüdüm. Yaya yolundan ön tarafa çıktım. Apartmanların koruması kalkınca yağmur çok daha şiddetlendi. Bu kadarcık gezintide bile pardösümden içeri sızan nemi hissedebiliyordum. Neredeyse koşarak attım kendimi otomobilimden içeri.

      Kaldırımlardaki yayaları ıslatmamak için olağanüstü bir gayretle önce Levent’e, bankaya gittim, Süha Zengin’in verdiği zarftaki gıcır gıcır paraları hesabıma boşalttım.

      Sonra eve gidip dayanabildiğim kadar sıcak suyla, hiç yapmadığım kadar uzun bir duş yaptım. Açık televizyondaki küçük yeşil oklar yukarıyı göstermeye devam ediyordu. Battaniyenin altına girip yukarı kattaki lise öğrencisi oğlan okuldan gelip müzik setini açıncaya kadar uyudum. Gözlerimi açınca ne kadar aç olduğumu anlayıp sırf bu iş için bulduğum uzun sopayla tavana vurmadım. Onun yerine buzdolabındaki son hazır pizzayı ısıttım mikrodalgada. Sesini kıstığım televizyonun önünde, Mi-Ya Menkul Değerler’in faaliyet raporundaki insanların suratına baka baka son kırıntısına kadar bitirdim pizzamı.

      Yalnız yaşayan bir adamın, dışarı çıkmamaya kararlı olduğu bir cuma akşamı nasıl geçerse, öyle bir cuma akşamı geçirdim sonra.

      Yatılı okuduğum ortaokul günlerimden beri, sabahları saat kullanmadan istediğim saatte kalkarım. Yağmurun yağmaya devam ettiğini öfkeyle fark ettiğim bu cumartesi sabahı da fırın işçilerinin işbaşı yaptığı saatlerde uyandım. İlk kahvemi içtikten sonra salonda yarım saat kendi kendime aikido ısınma hareketleri yaptım. Soluğum hızlandı, alnım hafif hafif terlemeye başladı. Hocanın kolunun nasıl olduğunu sormayı bu kez unutmamaya karar verdim. Isınmam bitince duşa girdim.

      Çıkınca bir kahve daha yaptım. Bacağımı kalorifere dayayarak dışarısını seyrede seyrede içtim. Ne servis bekleyen çocuklar ne gazetemle ekmeğimi getirecek olan bakkalın çırağı vardı ortalıkta.

      Çıkmadan önce dün giydiğim pardösünün bu yağmura karşı yeterli olamayacağına karar verip kalın deri gocuğumu çıkardım dolapta durduğu köşeden. Kocaman cepleri, yelken gibi yakaları vardı, kalçalarımın alt tarafına kadar örterdi. Yağmur sınavını aşan botlarımı dün akşam kuruması için kaloriferin altına koymadığımı o sırada fark ettim. Aikido çalışmasına giderken gi’mi, havlu ve iç çamaşırımı koyduğum omuz çantasının içine de maçlarda falan sattıkları ince, neredeyse ayakkabıya kadar uzanan yarı şeffaf yağmurluğumu tıkıştırdım.

      Giyindikten sonra portmantonun aynasında kendime baktım. Çok zaman önce uzun uçuşlara çıkmadan evlerde, otellerde kendime baktığım gibi.

      Aynada gördüklerinden kimler hoşlanır?

      Ama bu bendim işte. Remzi Ünal…

      Remzi Ünal… Şu Hava Kuvvetleri’nden müstafi, THY’den kovulma, kendisine saygısı olan hiçbir “frequent flyer”ın adını bile duymadığı sekizinci sınıf çartır şirketlerinde bile tutunamayan, sayenizde MS Flight Simulator’ün Cessna’sını bile adam gibi indirmekten âciz eski pilot, ex-kaptan, nevzuhur özel dedektif Remzi Ünal…

      İşe çıkıyordum.

      3. BÖLÜM

      Akmerkez’in karşısına tezgâh açmış, yağmurdan perişan simitçiden daha tazeliğini yitirmesine çok olan iki simit ile iki Karper peynir alıp yolcu koltuğundaki omuz çantamın yanına bıraktım. Yollar boştu bu saatte. Damlalar dün tepeme yağandan biraz daha şiddetliydi. Yerlerde daha derin su birikintileri vardı, ama ıslatmaktan çekineceğim insanlar yoktu caddenin kenarında henüz. Yine de ağır ağır gidiyordum.

      Erkendi, biliyordum. Ama riske girmektense Kuyumcular Sitesi’nin karşısında bir yerde birkaç saat pineklemeye razıydım otomobilimin içinde. Birden Zeynep Kadı’nın hafta sonu sabahlarının ilk saatlerini joggingle değerlendirme alışkanlığı olabileceği geldi aklıma dehşetle. Bir borsacıdan beklenebilirdi bu. Anlamsız olmasına karşın, gaza biraz daha bastığımı fark ettim.

      Ulus’un ortalarındaki ışıklardan sağa, aşağıya doğru döndüm. Kuyumcular Sitesi’ne yaklaştığımda caddenin iki tarafının park etmiş araçlarla dolu olduğunu gördüm. Tereddüt göstermeden ilerledim. Sitenin girişini geçtim. Elli metre kadar aşağıda, caddenin karşı tarafında, üzerinde Fulltime Catering yazan bir kamyonet ile spor bir Mercedes’in arasında tek araçlık boş bir yer gördüm. Biraz daha ilerledim. Caddenin ilk sokakla kesiştiği yerde hızlı bir manevrayla döndüm. Geri gelip boş yere yerleştim.

      Motoru durdurdum. Kontak anahtarını açık konuma getirip emniyet kemerimi çözdüm. Silecekler çalışmayınca yağmur suları birleşip kalınlaşan dereler halinde inmeye başladı camlardan aşağı. Yine de Kuyumcular Sitesi’nin girişini görebiliyordum. Motorun sesi kesildiğinden, damlaların tavana tapır tapır vuruşlarını daha belirgin duyuyordum şimdi.

      Araç telefonunun ahizesini kaldırıp Zeynep Kadı’nın ev telefonunu tuşladım. İki kere çaldıktan sonra, “Yine ne var?” diye azarladı beni o pırıl pırıl ses. Deneyimliyim ya, sesimi çıkarmadım.

      “Şaka… Şaka…” bölümünde ikinci bir ses girdi araya.

      “Efendim…”

      Aynı pırıltıda olmasa da aynı sesti. Ben gıkımı çıkarmadım.

      “Alooo…” dedi bu kez.

      Yine sesimi çıkarmadım.

      Hat kapandı.

      Ahizeyi yerine koyup arkama yaslandım. Evdeydi Zeynep Kadı.

      Rahatlamıştım.

      İlk simitle insanın aç ve aceleci parmaklarının arasında

Скачать книгу