CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIN LOTLUK CESET. Celil Oker
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIN LOTLUK CESET - Celil Oker страница 5
“Teşekkür ederim,” dedim pardösümü elinden alıp.
Bana cevap vermeden masasının alt tarafındaki bir düğmeye bastı hafif eğilerek. Gömleğinin üstten ikinci düğmesine hafifçe bastırmıştı eğilirken. İşini bilen ya da bilmeyen adamın komutasındaki asansörün tarafından bir uğultu gelmeye başladı.
“Faaliyet raporunuzun bir kopyasına ihtiyacım var,” dedim. “Süha Bey sizden almamı söyledi.”
Bir an düşündü Nimet Hanım.
“Bende yok,” dedi. “Siz inerken telefon ederim aşağıya. İndiğinizde verirler.”
Asansörün önüne yöneldim. Kayan kapı yana doğru açılmadan pardösümü giymiştim. Benden kısa boylu, kavruk suratlı adam dışarı çıkıp önce benim girmemi bekledi. İkimiz de yerleşince, yine kimse herhangi bir tuşa dokunmadan aşağıya doğru hareketlendik.
Adam bir kere bile yüzüme bakmadı.
“Bütün gün bu daracık yerde sıkılmıyor musun?” dedim adama yolun ortalarındayken. Nereden aklıma geldiyse?
Cevap vermedi. Yüzüme de bakmadı.
Yerimizde çok hafifçe hoplayınca aşağıya indiğimizi anladık. Kapı yana doğru açıldı. Önce inip geçmem için yana çekildi adam.
Ayakta bekleyen siyah saçlı, mini etekli kıza doğru hareketlenmişken elini yakama götürüp aniden durdurdu beni. Pardösümün giyerken içeri doğru katlanıp kalmış yakasını düzeltti kendisinden beklemeyeceğim bir nezaketle. Sonra aşağı doğru sıvazladı yakayı.
“Bizim işin de eğlenceli anları vardır ara sıra,” dedi işini bitirip ellerini yana indirirken.
“Sağ ol,” dedim. “Bir gün birlikte eğleniriz olmazsa.”
Asansörünün içine girip kayan kapının ardında kayboldu. Siyah saçlı, mini etekli kız elindeki parlak mavi kapaklı kitapçığı bana doğru uzattı. Kulaklığı hâlâ kafasındaydı.
“Nimet Hanım size vermemi söyledi,” dedi.
“Teşekkür ederim,” dedim alırken. “İyi günler.”
Mi-Ya Menkul Değerler’in geride bıraktığımız yıla ait faaliyet raporu kitapçığı ne pardösümün ne ceketimin cebine sığacak gibi gözüküyordu. Sol koltuğumun altına sıkıştırırken geri döndüm. Daha elimi cam kapıya uzatmadan kilidin açıldığını duydum. Sağ elimle itip dışarı çıktım. Kapının üst tarafına bakmadım artık. Geniş merdivenlerden inerken tek elimle pardösümü aralayıp ceketimin cebindeki paketten tek bir sigara çıkarmayı başardım.
Dışarıda dehşet bir yağmur başlamıştı. Daha gün ortasına gelmeden hava kararmıştı sanki. Demir kapıyı arkamda bırakıp ağzımda henüz yakamadığım sigaramla kalakaldım. İnsanların yarısı hızlanmış, yarısı ortadan kaybolmuştu. Pardösümün yakalarını kaldırıp taş merdivenlerden aşağı indim. Romero’nun mor saçlı kızı ortalarda gözükmüyordu. Kendi kendime verdiğim kestane sözünü tutamayacağımı anladım. Aşağıya, Reasürans Çarşısı’na doğru yürüdüm. Daha ilk on adımda ağzımdaki sigara ıpıslak oldu. İnadına atmadım. Hem anahtarcı hem Milli Piyango satıcısı olarak çalışan adamdan bir çeyrek bilet aldım. Para parayı çekerdi hani.
Sinemanın ilk seansına daha yarım saat vardı. Gişedeki kız yüzüme bile bakmadı. Biletimi pardösümün cebine koyup yine tek elimle cüzdanımdan telefon kartımı çıkardım, epey cambazlık yaparak. Kartı dişlerimle hafifçe ısırarak tutup cüzdanı yerine koydum. Gişenin biraz ilerisindeki genel telefona kartımı soktum, ahizeyi omzumla kulağımın arasına sıkıştırıp Zeynep Kadı’nın ev numarasını tuşladım.
Açılmadan önce dört kere çaldı telefon karşı tarafta.
“Yine ne var?” diye azarladı bir ses beni sonra.
Neredeyse cevap veriyordum tuzağa düşüp. Küçük bir aradan sonra, “Şaka… şaka…” diye devam etti pırıl pırıl bir genç kadın sesi. “Şu anda evde miyim değil miyim doğrusu bilemiyorum. En iyisi sinyal sesinden sonra bir şeyler söyleyin. Bakalım sizi arayacak mıyım?”
Demin uzaktan gördüğüm Zeynep Kadı ile telesekreterdeki seste duyduğum bir şeyler birbirini tutmuyordu sanki. Sinyal sesinden sonra bir şeyler söylemeden telefonu kapattım. Ne söyleyebilirdim ki zaten? Akşam, “dıt dıt”larla dolu mesajı dinleyince epey kızacaktı herhalde. Ben olsam kızardım.
Fuayedeki suratsız delikanlıdan kâğıt bardak içinde bir kahve alıp doğru dürüst bir sigara yaktım. Kimseler yoktu ortalıkta. Tezgâhın hemen yanındaki iki kişilik bekleme koltuğunda oturup kıraathane usulü bacak bacak üstüne attım. Sol elimde kahve, Mi-Ya Menkul Değerler’in mavi kapaklı faaliyet raporunu kıvrılmış bacağımın oluşturduğu üçgene yerleştirip, sayfalarını sigaramı tutan sağ elimle hızlı hızlı çevirdim.
Bir menkul değerler kuruluşunu diğerlerinden ayıran ne varsa, Mi-Ya Menkul Değerler’de fazlasıyla vardı, faaliyet raporunun sayfalarında gördüğüm kadarıyla. Güven, uzmanlık, ileri görüşlülük, teknoloji vesaire. Oraları hızlı hızlı geçtim.
Önce Süha Zengin’in fotoğrafını gördüm. Az önce konuştuğumuz odada, tabloların arasında çekilmişti, sayfanın neredeyse bütününü kaplayan fotoğraf. Ermenegildo Zegna kılıklı üç parçalı bir elbisenin içinde, kolunu masaya dayamış, ayakları çapraz bakıyordu objektife. Demin yukarıda gözüme çarpmayan bir Osmanlı kadın portresi duruyordu ayaklarının dibinde. Yüzündeki zoraki gülümseme gerçeklikten uzaktı.
Kahvemden kocaman bir yudum aldım. Bir iki kişi afişlere bakarak dolanmaya başlamıştı ortalıkta.
Süha Zengin’i izleyen sayfalardaki üst düzey yönetici fotoğraflarını hızlı hızlı geçtim. Kıdeme göre ayakta ya da oturan bir sürü kadın ve erkek, borsa durdukça biz buradayız ifadeli suratlarıyla etkilemeye çalışıyordu faaliyet raporunu okuyanları. Pek etkilenmedim.
Ara kademedekilerin fotoğraflarını da hızlı hızlı geçtim. Takım elbiseler Yeni Karamürsel düzeyine düştü.
Zeynep Kadı, bilgisayarlarının önünde birbirinin arkasına sıra sıra dizilmiş objektife bakan dealer’ların başında duruyordu. Saçları kumraldı. Gözlükleri öğretmen gözlüğüne benziyordu. Uzun bir etek ve bluz giymişti. Yüzünde neredeyse utangaç bir ifade vardı.
Sonlara doğru bol bol rakam ve tablo vardı sayfalarda. Faaliyet raporunu kapatıp yanımdaki boş koltuğa bıraktım. Adam gibi bitirdim kahvemle sigaramı.
Sonra kalkıp AFM sinemalarının en boş salonunda, film boyunca öpüşen iki üniversiteliyle birlikte seyrettim dünyanın en salak komedilerinden birini.
Sinemadan çıktığımda yağmur hızını artırmıştı. Mi-Ya Menkul