CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIN LOTLUK CESET. Celil Oker
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIN LOTLUK CESET - Celil Oker страница 7
Zaten zevk almadan içtiğim sigaramı daha tam bitmeden fırlattım penceredeki küçük aralıktan dışarı. Elim ikinci karper peynire gitti, kendimi tuttum. Zeynep Kadı’nın sabah keyfi ne kadar sürecek bilemiyordum. İçimdeki ses burada akşama kadar beklemeyeceğimi söylüyordu, ama yine de belli olmazdı. Arada bir beni yanıltmaya eğilimli bir iç sesim vardı nasıl olsa.
Yağmur giderek daha da yavaşladı. Kuyumcular Sitesi’nin girişinden çıkan da giren de olmadı.
Koltuğumda tedirginlikle kıpırdamaya başladığımı fark ettiğimde kendimi sakinleştirmek için soluk alma egzersizleri yapmayı denedim. Nedense yeterince konsantre olamadım ama. Ağız boşluğumdan soluk boruma, oradan ciğerlerimi doldurup aşağılara, ta aşağılara, diyaframımı itecek kadar aşağılara inen havanın bütün damarlarıma yayıldığını, tüm vücudumu dinginlikle karışık bir enerjiyle doldurduğunu hissedemedim. Israrlı olsam becerebilirdim belki. Belki antrenmanlara uzun süre ara verince böyle oluyordu. Hocayı arayıp omzunu sormam gerektiğini yeniden hatırladım.
Yağmur tamamıyla dinince bir sigara daha yaktım.
İçimdeki kıpırtı hafiflememişti.
Elim radyoya gitti. Sonra vazgeçtim. Sigarayı bir an önce bitirmek için hızlı hızlı çektim içime. Bugün istediğim gibi zevk alamıyordum meretten. İş olsun diye, insanı azarlayan telesekreterin bağlı olduğu telefonu bir kez daha arayayım dedim kendi kendime, daha elim ahizeye gitmeden ondan da vazgeçtim.
Önce köpeği gördüm. Uzayıp kısalabilen tasma kordonun ucunda burnu yere yakın koşuşturan, neredeyse herhangi bir sokak kedisinden daha küçük olan teriye benim için herhangi bir Ulus köpeğiydi önce. Kordonu tutan elin sahibini tanıyana kadar. Kordonun ucu Zeynep Kadı’nın elindeydi.
Birdenbire tümüyle sakinleştiğimi hissettim.
Zeynep Kadı kaldırımda bir an durdu. Kırmızı bir yağmurluk vardı üstünde. Ama yağmurluğun kafalığını geçirmemişti kafasına, sarı saçlarıyla koyu ve güzel bir Galatasaray taraftarı gibi duruyordu. Gözlüklerini takmamıştı. Yağmurluk o kadar uzundu ki, altında yalnızca yine kırmızı balıkçı çizmelerini görebiliyordunuz. Boştaki elini yağmurluğun cebine sokmuştu.
Sonra yolunu bilir gibi küçücük adımlarıyla yukarıya doğru hareketlenen köpeğin ardından yürümeye başladı kaldırımda.
Önce yerimden kımıldamadım. Gözlerimle Zeynep Kadı’yı izlerken, bir elimle sigara içmek için açtığım camı kapadım, öteki elimle simit ile karperin yanında duran sigaramla çakmağımı toparladım. Köpeğin ilk çöp konteynerinin yanında eşelenmesini bekledikten sonra, yeni bir hızla yeniden yürümeye başladıklarında omuz çantamı alıp otomobilden indim. Kapıyı kilitledim.
İyi ki yağmur dinmişti.
Ben Zeynep Kadı’nın karşı kaldırımındaydım. Zeynep Kadı, elli metre kadar önümde, başı yere eğik, zikzaklar çizerek ilerleyen köpeğine bile bakmadan yürüyordu.
Şahane bir rapor başlangıcıydı. “Şahıs, cumartesi sabah 8.37’de köpeğini gezdirmek için evden çıktı…” Sonra…
Sonra… Yağmurun iyiden iyiye ıslattığı kaldırımda, köpeğinin ardından yere bakmayı sürdürerek ilerliyordu Zeynep Kadı. Olağan bir cumartesinin olağan bir sabahında, olağan bir köpek gezdirmesi. Nereye gideceklerini köpek de kadın da biliyor gibiydi. Bu geziyi her sabah erkenden, işe gitmeden önce yapıp yapmadıklarını, akşamları tekrarlayıp tekrarlamadıklarını merak ettim. Belki de evde bir yardımcısı vardı ve kadın hafta sonu izinliydi kendi çocuklarını gezdirmeye.
Aramızdaki elli metreyi koruyarak peşlerinden yukarı doğru yürüyordum karşı kaldırımda. Kendisini izlediğimi düşünmesinden korkmuyordum. Ben de bu cumartesi sabahı kendi ruhunu gezdirmeye çıkan birisiydim yalnızca, tesadüfen aynı yöne doğru gidiyordum. Önümüzde Ulus Mahallesi’ni boydan boya ikiye bölen Ahmet Adnan Saygun Caddesi’ne varana kadar epey yol vardı. Önden izlemeye geçmek için daha bekleyebilirdim. Aslında köpeğin ağaç diplerinde, çöp konteynerlerinin yanında eşelenmesi, isteyene peşinden gelen olup olmadığını denetlemesi için harika olanaklar sunuyordu, ama Zeynep Kadı bir kez bile arkasına dönüp bakmamıştı.
Caddeye yaklaştıkça tekyönlü yolda yukarıdan aşağıya doğru artık gelmeye başlayan otomobillerin sıçratabilecekleri sulara karşı tedbir olarak kaldırım tarafından yürümeye başladım. Herkes benim gibi düşünceli olmak zorunda değildi. Herkes benim gibi düşünceli değildi zaten.
Bu cumartesi sabahı, caddeye doğru yaklaştıkça ortalıkta çoğalan yayaların da hiçbiri Zeynep Kadı kadar düşünceli değildi. Bir kez bile kafasını kaldırıp çevresine bakmamıştı. Köpeğin mi onu, onun mu köpeği gezdirdiği sorusu, haklı bir soru olurdu. İçimdeki yanılmaya eğilimli ses, Zeynep Kadı’nın yukarı ya da aşağı doğru gösteren kırmızı yeşil oklardan başka şeyler düşündüğünü söyleyip duruyordu.
Zeynep Kadı, Türkiye’de satılmış bütün televizyon ve video markalarının alt alta sıralandığı ve en altta “Garantili Servis” yazan lacivert zeminli bir tabelanın yanındaki demir kapının önünde durdu. Tasmayı çekiştiren köpeğe aldırmadan kırmızı yağmurluğunun önünü açtı, elini daldırıp bir şey çıkardı. Kapının önünde eğildi. Kalktığında kapı açılmıştı. Geri dönüp kaldırımın gerisindeki küçük bahçedeki çalılıkların dibini araştıran köpeği belinden tutup kucakladı, içeri girdi.
Ben duraksamadan caddeyi geçip karşı kaldırıma yürüdüm. Girdiği apartmanın önünden geçerken hızla bir göz attım. Şahane önerilere sahip müteahhitlere epeydir direndiği anlaşılan bir yapıydı bu. Kapının üzerindeki cama boyayla yazılmış “Emek Apartmanı” yazısının karakterleri bile en azından 60’lı yılların son dönemini çağrıştırıyordu. Çevresindeki yüksek apartmanlara inat dört katlıydı. Sahibi apartmanının dış yüzeyini şöyle iyi bir boyatalım önerilerine de direniyordu anlaşılan. Kapının girişinde yalnızca dört tane zil butonu vardı.
Biraz ilerideki gazete bayiinin önünde, bu cumartesi sabahını hangi gazetelerin eşliğinde geçireceğine karar verememiş birisi gibi durdum. Benim gazete ile ekmeğin gelip gelmediğini merak ettim bu arada. Mutlaka gelmemişti. Gazetelerden sonra camekâna dizilmiş aylık dergilere geçtim. Hiçbirini satın almak gelmedi içimden. Biraz gerilere dizilmiş poşet içindeki porno dergilerin önünde bir sigara yaktım. Zeynep Kadı’nın Emek Apartmanı’ndaki ziyareti uzun sürerse ne halt edeceğimi düşünürken deyim yerindeyse hedefim apartmanın kapısından çıktı.
Daha doğrusu üçü birden çıktılar. Teriyeler ikileşmişti. Sanki genetik kopyalamayla çoğaltılmış gibi o kadar benziyorlardı ki birbirlerine, hangisinin ilk köpek olduğunu buradan